Borisov’un ‘liberal değerlere’ karşı değişken tavrı Berlin ya da Brüksel’de tepki çekse de Alman sermayedarları ve muhafazakâr müttefikleri için kaybedecek çok şey var.

Almanya’nın adamı

Georgi Meradov

Bulgaristan’da haziran ayından bu yana yolsuzluk karşıtı eylemler görüyoruz. Eylemciler Başbakan Boyko Borisov’un istifasını ve GERB partisi önderliğindeki koalisyonun iktidardan indirilmesini istiyorlar.

Akşamları yapılan eylemler ivme kaybediyor ve 2021 yılında yapılacak parlamento seçimlerine kadar hükümeti düşürecekler gibi görünmüyor. Yine de, eylemler neticesinde Borisov’un imajı büyük yara aldı. Anketlerde büyük oy kaybetmiş görünüyor. Daha da önemlisi, uluslararası arenada imajı zedelendi.

MAFYA İKTİDARI

Eylemler, Bulgar hükümetinin ülkeyi on yıllardır mafyavari yöntemlerle yönetmesinin nihai sonucu sayılabilir. GERB partisinin, kendi siyasetçilerini ve sermayedar müttefiklerini zenginleştiren baskıcı politikalarını da unutmamak gerek. Başkent Sofya sokaklarında ve diğer şehirlerde öfkeli kalabalıklar sokağa döküldü, istifa çağrıları seslendirildi. AB’nin elitlerine yönelik, genellikle Almanca hazırlanan pankartlarda “Merkel, yolsuzluklara karışan bu adamdan utanmıyor musun?” gibi şeyler yazıyordu.


AB’nin bazı ‘sola meyilli’ ve ‘yeşil’ siyasetçileri eylemlere destek verdiler, hatta bazı muhafazakâr siyasetçiler de, ürkekçe olsa da peşlerine takıldılar. Angela Merkel’in CDU partisinin kıdemli üyelerinden Gunther Krichbaum, Bulgaristan için “AB’nin en yolsuz devleti” tabirini kullandı ve AB’yi aksiyon almaya çağırdı.

EYLEMLERE DESTEK

Ekim ayı başında AB Parlamentosu'nda alınan bir karar ile Bulgaristan’daki eylemler resmen destek bulmuş oldu. Ülkede basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü alanındaki gerilemeler, yolsuzluklar, sivil topluma yönelik baskılar, kadın haklarına, mahkumlara, LGBTİ+ bireylere ve azınlıklara yönelik uygulamalar eleştirildi. Halbuki bu türden eleştiriler kısa süre öncesine kadar ancak Macaristan'ın sağcı lideri Viktor Orban’a yöneltilirdi. Bulgar hükümetinin Macaristan hükümetiyle büyük benzerlikler göstermesine rağmen, Borisov’a müsamaha gösteriliyordu. Fakat işler değişti.

ABD’de seçim günü yaklaşırken Foreign Policy dergisinde çıkan bir makale şu başlığı taşıyordu: “Trump kazanırsa, ABD Bulgaristan’a benzeyebilir.” Gerçekte Bulgaristan’ın ABD’de gördüğümüz türden ırkçılığa, şiddete, siyasi istikrarsızlığa, gelir adaletsizliğine erişmesi için daha çok yol kat etmesi gerekiyor. Ancak Batı medyasındaki bu söylem değişikliği yine de dikkate değer.

İKİ DAKİKALIK NEFRET

2009 seçimlerinde Borisov’un partisi toplam oyların yüzde 40’ından azını aldı ve aşırı sağcıların desteğini alarak azınlık hükümeti kurdu. Halbuki liberal sağcılar da iktidar ortaklığına talipti. GERB partisinin ilk icraatlerinden biri Borisov’un eski iş ortağı Alexei Petrov’u yargılamak oldu.

Petrov, Borisov’un ezeli düşmanı haline geldi ve ülkenin tüm dertleri üzerine atıldı. George Orwell’in 1984 romanındaki Emmanuel Goldstein gibi bir karakter haline geldi, her akşam ulusal kanalda ‘İki Dakikalık Nefret’ yayınları yapıldı. Petrov nihayetinde yargılandığı davadan beraat etti ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Bulgaristan’a karşı açtığı davayı da kazandı.

TEK ADAM PARTİSİ

GERB partisi ‘geçişken’ bir ideoloji benimsese de Komünizm-karşıtı propagandayı, ülkenin sosyalist geçmişine dair bir tür ‘nostalji’ ile birleştirmekte garip bir maharet sergiledi. Değişmeyen tek şey, partinin AB yanlısı duruşu ve Batılı elitlere ‘hizmetkar’ duruşu oldu.

Parti aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla ‘tek adam partisi.’ Borisov’un rızası alınmadan ‘demokratik karar almanın’ hayalini kurmak dahi güç. 2006 senesinde GERB partisi henüz kuruluş aşamasındayken yapılan toplantıda, o sıralar Sofya Belediye Naşkanı olan Borisov, “Herkesi bizzat ben davet ettim, dilersem kovabilirim de” demişti.

KARANLIK GEÇMİŞİ

Bu esnada Borisov’un Alman akıl hocaları, onun karanlık geçmişine ve otoriter eğilimlerine bihaber kalmayı tercih ettiler. Aslına bakarsanız, onu Almanların gözünde cazip kılan bizzat bu şöhretiydi. Alman elitlerin yoksul komşularındaki siyasetçilere yönelik tavrına baktığımızda, siyasi ve ticari çıkarların liberal değerlere ağır bastığını görüyoruz ve bu anlamda GERB onlar için ideal bir müttefikti.

Parti, 10 yıldır iktidarda ve AB organlarındaki tüm görüşmelerde Alman muhafazakârlara destek vermeyi sürdürüyor. AB sınırını koruyarak ‘sıfır göç’ politikasını savunuyor ve daha da önemlisi Alman sermayedarlarına müthiş yatırım imkanları sunuyor.

TİCARET ORTAĞI

Almanya, Bulgaristan’ın başlıca ticaret ortağı pozisyonunda ve yabancı yatırımlarda da Hollanda’nın arkasından ikinci sırada. Alman sermayesi çoğunlukla perakende, finans ve imalat sektörlerine yatırım yapıyor, doğal kaynaklar alanında da büyük payı var. Örneğin, Alman şirketi Aurubis Bulgaristan’ın bakır imalatında başı çekiyor. Büyümekte olan elektrikli otomobil sektöründe önemli bir hammadde olan katot bakır, Bulgaristan’ın başlıca ihracat ürünü haline geldi ve ülke AB’nin en büyük dördüncü bakır ihracatçısı.

SENDİKA KARŞITLIĞI

Perakende gibi diğer sektörlerde ise yüksek maaşlı işler ya da yüksek katma değer söz konusu değil. Bu sektörler daha çok ‘Avrupa’nın kıyısında’ kalmış sayılır. Burada dikkat edilmesi gereken, büyük Alman şirketleri ile iş ilişkileri kuran Bulgaristan firmalarının sendika karşıtı uygulamaları. Huge Boss için imalat yapan Bulgar Pirin-Tex firması bu örneklerden yalnızca bir tanesi.

Borisov’un ‘liberal değerlere’ karşı değişken tavrı Berlin ya da Brüksel’de tepki çekse de Alman sermayedarları ve muhafazakâr müttefikleri için kaybedecek çok şey var. Borisov aldığı destek karşılığında ülkeyi Alman yatırımlarına açtı; kamu harcamalarını kıstı, maaş artışını engelledi, vergi muafiyetleri ve devlet destekleri sağladı.

GELİR ADALETSİZLİĞİ

Burada kaybeden tek taraf var, o da Bulgaristan halkı. Bulgaristan, dünyada en hızlı göç veren ülke haline geldi ve gelir adaletsizliğinde AB’de başı çekiyor.
Franklin D. Roosevelt’e atfedilen bir laf vardır. Bir defasında Nikaragualı diktatör Anastasio Somoza García konusu açıldığında, “Şerefsizin teki olabilir, ama en azından bizim şerefsizimiz” dediği rivayet edilir. Alman muhafazakârlardan bu kadar ‘aleni’ açıklamalar duymayacağız fakat dönüp ‘Avrupa’nın arka bahçesinde’ olanlara baktıklarında, onların da benzer hislerde olduğunu tahmin etmek güç değil.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Jacobin