Alper Taş: “Türkiye toplumu hiç bu kadar manevi yoksullaşma yaşamamıştı. Genelde sağ anlayış, solu hep maddiyatçılıkla suçlar, yargılar. Ama yaşanılan süreç, bu zihniyetin ne kadar maddiyatçı olduğunu gösterdi. “Bu dünya geçici, esas imtihan dünyası ahirettir” diyenler, bu dünyada mal-mülk yığmaya devam ediyor. Vergi kaçırmada, rüşvette, haramda, yolsuzlukta, sıfırlamada üzerlerine yok."

Alper Taş: Türkiye toplumu hiç bu kadar manevi yoksullaşma yaşamadı

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, Ocak Medya’dan Veysi Dündar’a konuştu. Öne çıkan sorular ve yanıtlar şöyle:

Alper Bey; siz bir İmam Hatiplisiniz. Bu vesile ile sormak isterim: İmam Hatipli olmak ayrıcalık mıdır? İmam Hatip mecburiyeti nereden kaynaklanıyor? Bu kadar İmam Hatip okulu açmaya gerek var mı?

Alper Taş: Evet, bugün İmam Hatipli olmak bir ayrıcalık. Hem de büyük bir ayrıcalık. İmam Hatiplilik, her kapıyı açan bir kartvizit. Devleti İmam Hatipliler yönetiyor ve herkesi İmam Hatipli yapmak, AKP İktidarının temel hedeflerinden. İmam Hatip okulları devlet eliyle yaygınlaştırılıyor, adeta zorunlu kılınıyor. Herkesi İmam Hatipli yapma konusunda büyük bir seferberlik içerisindeler.

İmam Hatipler, soğuk savaş döneminde sosyalizmin gelişmesinin önüne geçmek için emperyalizm eliyle, Yeşil Kuşak stratejisinin bir parçası olarak gündeme daha yoğun olarak taşındı. 12 Eylül rejimi tarafından, ülkenin ilerici-devrimci güçlerini bastırmanın aracı olarak daha da önü açıldı ve yine emperyalizmin Ilımlı İslam Siyaseti projesiyle AKP iktidarı boyunca daha da yaygınlaştı ve AKP’nin kendi siyasal İslamcı neslini inşa etmenin aracı kılındı. AKP açısından İmam Hatipler bir beka sorunu, bir ayakta durma, iktidarı elde tutma projesi olarak eğitimin temel odağı haline getirilmiş durumda. O yüzden başlangıçta konuşulduğu üzere İmam Hatipler bir meslek okulu olma vasfını bütünüyle yitirmiş durumda.

Aşkın ve devrimin partisi ÖDP siyasete ne katıyor? Kendinizi Liberal mi, Özgürlükçü Sosyalist mi, Sol bir devrimci mi görüyorsunuz?

ÖDP, kurulduğu 1996 yılından bu yana, mevcut siyaset tarzının ve anlayışının dışında bir anlayışı esas aldı. Gerek durduğu ideolojik zemin, gerek parti anlayışı, gerek parti içi demokrasi anlayışı, gerek örgütlenme ve eylemlilik tarzı ile yaratıcı siyasetin adresi oldu. Bu yeniliği ve özelliği ile doğrusunu söylemek gerekirse, reel siyaset dünyasına biraz “fazla”, biraz “ütopik” geldi. Çünkü kendi amacı olarak, siyaseti ortadan kaldırmayı ve herkesin yönetime katılarak yönetimin gereksizliğini ortaya çıkartmayı amaçlayan bir anlayışı esas aldı. Seçimleri ve temsili demokrasiyi değil, toplumsal mücadeleyi ve doğrudan demokrasi anlayışını siyasetinin temel ilkesi kıldı. Kendisinin hükümet olmasının, emekçilerin ve ezilenlerin iktidarı anlamına gelmeyeceğini vurguladı. Siyasetin toplumsallaşmasını hedefledi. Bu özellikleriyle nicel yönü zayıf kalmakla birlikte, ÖDP her zaman için özgül bir ağırlığa sahip bir parti oldu.

Sosyalizmi amaçlayan bir partiyiz. ÖDP, yaşanmış sosyalizm pratiklerinin devrimci eleştirisi üzerinden kaleme alınmış programında savunduğu sosyalizm anlayışını; “özgürlükçü, özyönetimci, enternasyonalist, demokratik planlamacı, ekolojist, militarizm karşıtı ve feminist” bir doğrultuda ilan etmiştir. Bu sosyalizm anlayışı, dünyanın ve insanlığın geleceği bir yerdir. Biz buna inanıyoruz ve bunun için kendimizi sosyalist devrimci olarak görüyoruz.

Sol siyaset ve ÖDP

“Vatan sağ olmasın, sol olsun..” Sol zihniyette olmak ne getirir, ne götürür? “Sol, sadece maddi yoksullaştırmaya değil manevi yoksullaştırmaya da karşı çıkmalıdır” sözünüzü açar mısınız?

Bugün Türkiye büyük bir yıkım yaşıyor. Hem maddi, hem manevi manada. Bu yıkımın sorumlusu Türkiye’yi yıllardır yöneten her türden sağ zihniyettir. Gerçek sol hiçbir zaman bu ülkede iktidar olamadı.

Manevi yoksullaşma toplumu bir arada tutan ahlaki değerlerin yitimidir. Sevginin, paylaşmanın ve dayanışmanın vb. Bugün ülkemizde, “insan insanın kurdudur, büyük balık küçük balığı yer” anlayışı egemendir. Bugün düzen, altta kalanın canı çıksın düzenidir. Kadın cinayetlerinin, iş cinayetlerinin arttığı, tecavüz olaylarının sıradanlaştığı, çocuk istismarcılığının boyutlandığı, ailelerin parçalandığı, aile içi şiddetin ve cinayetin had safhaya vardığı bir ahlaki yıkım içerisinde ülkemiz.

Bu yıkımın en büyük sorumlusu, en çok maneviyattan söz eden AKP’dir. Türkiye toplumu hiç bu kadar manevi yoksullaşma yaşamamıştı.

Genelde sağ anlayış, solu hep maddiyatçılıkla suçlar, yargılar. Ama yaşanılan süreç, bu zihniyetin ne kadar maddiyatçı olduğunu gösterdi. “Bu dünya geçici, esas imtihan dünyası ahirettir” diyenler, bu dünyada mal-mülk yığmaya devam ediyor. Vergi kaçırmada, rüşvette, haramda, yolsuzlukta, sıfırlamada üzerlerine yok. alper-tas-turkiye-toplumu-hic-bu-kadar-manevi-yoksullasma-yasamadi-386143-1.

O yüzden bu sağ zihniyetle, siyasal İslam’la mücadele aynı zamanda bir değerler mücadelesi, ahlak mücadelesidir. Bu sağ zihniyet Türkiye’yi böldü, parçaladı, değerlerini yıkıma uğrattı. Çünkü mezhepçilik, dincilik, milliyetçilik, piyasacılık birleştirmez, böler. Türkiye’yi yeniden kurmak ve toplumu yeni değerler üzerinden birleştirmek gerekiyor. Bu değerler sola ait değerlerdir. Eşitliktir, özgürlüktür, dayanışmadır.

“CHP’nin devleti geçmişte kaldı, AKP yeni bir devlet kurdu. AKP’nin kurduğu yeni Türkiye, eşitlikçi ve özgürlükçü değil. Eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir Türkiye kuracağız. CHP, bu konularda iki arada bir derede kalmış bir parti.” Bunlar sizin sözleriniz. Sizin hayal ettiğiniz Türkiye nasıl olmalıdır ve ne derece mümkündür?

Bizim hayal ettiğimiz Türkiye, nihai anlamda sınıfsız, sömürüsüz; eşitliğin, özgürlüğün emeğin egemen olduğu bir Türkiye’dir. İnsanın emekle, insanın insanla, insanın toplumla, insanın doğayla yaşadığı bütün yabancılaşma biçimlerinin ortadan kalktığı bir Türkiye’dir. Böyle bir Türkiye, bizim temel hedefimizdir. Ama bugün güncel görev, böyle bir Türkiye için, Türkiye’ye egemen olan siyasal İslamcı AKP rejimini, AKP devletini yenmektir.

AKP devletini yenme manasında dört önemli mücadele evresini geride bıraktık. Yenilmez denilen AKP’yi aslında 4 kez yendik. Gezi’de yendik, 7 Haziran’da yendik, 16 Nisan’da yendik ve en son Adalet Yürüyüşü’nde yendik, ama arkasını getiremedik. Önümüzdeki iki yıl, bu siyasal İslamcı rejimi yenmek açısından oldukça kritik bir evredir. Siyasal İslamcı bir rejimle, Türkiye’nin geleceği yoktur. Gezi’nin işaret ettiği siyaset felsefesi ve programatiği temelinde; kamucu, halkçı, toplumsal çıkarı esas alan bir ekonomi, gerçek bir laiklik, Kürt sorununda eşit yurttaşlık ve bir arada yaşam, cinsiyetçi olmayan, doğayla barışık bir eksende başka bir Türkiye’yi kurabiliriz, kuracağız.

AKP’yi yenmenin yolu CHP, HDP ve Sosyalistlerin ittifakıdır dediniz. Şimdi İyi Parti kuruldu. Bu oluşuma İyi Parti dahil midir?

CHP, HDP ve Sosyalistlerin ittifakı önerisi, 7 Haziran seçimleri öncesinde dile getirdiğimiz bir düşünceydi. Gezi İsyanından sonra hem yerel, hem genel seçimlerde böyle bir ittifak, AKP’yi pek ala yenebilirdi. O dönem açısından konjonktür de buna uygundu. Gelinen aşamada, bu güçlerin, belirgin ve açık ittifak yapabilme zeminleri maalesef gözükmüyor. Ama nihayetinde bu yapıların temsil ettiği halk güçlerinin tabanda mücadele birliğini ve ittifakını geliştirebilecek yollar ve yöntemler mümkündür. İYİ Parti, sohbetimizin de başında belirttiğim gibi, Türkiye’yi çürüten ve yıkıma sürükleyen sağ zihniyetin içerisinden ortaya çıkan ve onun türevi bir partidir. Doğal olarak, emekçilerin ve ezilenlerin geniş birliğinin içerisine dahil edilebilecek bir parti olma özelliğine sahip değildir.

2019 seçimleri

2018-2019 seçimlerinde neler olur? “Ortak aday solun önünü açar” tespitinizi açıklar mısınız? İyi Parti’nin siyasete kazanımı oldu mu? Seçimlerde ne derece başarılı olacak?

Seçimler ve ortak adaydan önce konuşmamız ve tartışmamız gereken sorunlar ve sorular var. Esas olarak, bu soruları ve sorunları gündeme taşımak gerekmektedir. Bir kez daha OHAL şartlarında seçime mahkum olacak mıyız? Yaşanmış 16 Nisan deneyimi varken, seçim güvenliği ve adaleti güvence altına alınmadan yeni bir YSK darbesine razı olacak mıyız? Öncelikle bu gündemleri ele almalıyız. Bunun yanı sıra, bu durum sonrası yerel seçimlerde elbette AKP adaylarının karşısına; yaşanabilir, demokratik, halkçı, katılımcı yerel yönetimler yaratma perspektifiyle, mümkün olan her yerde, ortak program çerçevesinde, demokratik mekanizmaları işleterek ortak adaylarımızı belirleyerek seçime katılmak hepimiz açısından hayırlı olur.

Şimdi bir de kentsel dönüşüm adı altında büyük bir yıkıma giriştiler. ‘2023 Beton Cumhuriyeti’ tarifiniz manidardı. Betonlaşmayı nasıl durduracağız, marka şehirler ne derece mümkün?

Bugün İstanbul başta olmak üzere, büyük kentleri betona çevirenler ve ruhsuzlaştıranlar, kentlere ihanet ettiklerini ifade ediyorlar. İhanet bir yıl olur, iki yıl olur, hadi üç yıl olur. Yirmi üç yıllık ihanet söz konusu olabilir mi? Bu konuda AKP bir ilki başardı. Büyükkentleri daha da yaşanmaz kıldı. İlk kez AKP döneminde, göç alan İstanbul, göç veren bir il haline dönüştü. AKP, kentlerin insanlar üzerinde yarattığı bu dayanılmaz ağırlığın yükünü kendi sorumluluğundan sıyırarak, yine bir takiyye siyasetine yerel seçimler öncesi yönelmiş vaziyette. Evet, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Kentleri yeni bir bakış ve yeni bir anlayışla ele almak gerekiyor. “Rant, daha fazla rant! Kar, daha fazla kar!“ anlayışından çıkarak, doğayla barışık, katılımcı, Odaların, Halk İnsiyatiflerinin içinde yer aldığı, demokratik planlamaya dayalı bir anlayışla ancak kentlerimiz yaşanabilir hale dönüştürülebilir.

Kürt Sorunu

Kürt sorunu mu, Güneydoğu sorunu mu? Ve çözüm nedir? Kuzey Irak referandumu ve sonrası bize neyi gösterdi? “Kürdün devlet özlemini anlamamak abestir” sözü ile kastınız nedir? Bir Kürt devleti kurulmalı mıdır?

Elbetteki Kürt sorunu olarak tanımlamalıyız. Yani bir kimlik sorunu. ÖDP sorunun çözümünün, kurulduğu yıldan bugüne hep barışçıl, demokratik, eşitlik, gönüllü birliktelik ve bir arada yaşam temelinden geçtiğini savundu. Bu bağlamdan hareketle soruna çözüm önerileri geliştirdi. Türkiyeli Kürtlerin demokratik özerklik adını verdikleri eksen ve talepler bütünlüğü içerisinde, aslında sorunun çözüm zeminleri mümkündür. Fakat Kürt meselesinin giderek ve fazlasıyla bölgesel soruna dönüşmesi, Türkiye içerisinde sorunun çözümünü oldukça ötelemiştir. Türkiye içerisindeki sorun, ancak bölgedeki sorunun bir parçası olarak çözülebilir bir noktaya gelmiştir.

Kuzey Irak Referandumuna ilişkin partimizin kamuoyuna paylaştığı, oldukça tartışılan ve eleştirildiğimiz, “Irak’ta Bağımsızlık Değil Demokratik Birlik” açıklamasının ne kadar doğru ve gerçekçi olduğu bugün yaşanılan gelişmelerle görülmüştür.

“Kürdün devlet özlemini anlamamak abestir” sözü, Referandum dolayımıyla bağımsızlık iradesini ortaya koyan Irak Kürtleri’nin duygularını anlamak beyanındaydı. Kürtler, bölgede ulus olma özelliklerine sahip olup ulus devlet kuramamış, kurdurulmamış yegane halktır. Elbetteki başka halkların devlet kurma iradeleri ne kadar söz konusu ise, Kürtlerin de devlet kurma özlemi bu derece anlaşılabilir. Fakat bugün çözüm, gerçekten bir ulus-devlet kurmaktan mı geçmektedir? Bu ayrı bir tartışma başlığıdır. Örneğin Türkiyeli Kürtlerin politik iradesi 4 ülkeye dağılmış Kürtlerin mevcut sınırlara dokunmaksızın, o ülkenin sınırları içinde ve o ülkenin demokratikleşmesi hedefiyle bir arada yaşamasını hedeflemektedir. Bir arada demokratik yaşam seçenekleri daha ilerletici ve doğru seçenekler olarak gözükmektedir.