“Alternatif medya; Evrensel İnsan Hakları, Yurttaşlık Hakları için mücadele edenleri birbirine bağlayan, kenetleyen bir harç

Alternatif medya polisin değil direnenlerin yanındadır

CAN UĞUR- @canugur1987

Gezi direnişinin ardından Türkiye’nin en çok tartıştığı konuların başında medya geliyor. alternatif-medya-polisin-degil-direnenlerin-yanindadir-54716-1.Direniş günlerinde polis şiddetini haberleştirmek yerine penguen belgeseli yayınlayanlardan ağaçla röportaj yapanlara kadar birçoğuna tanık olduk. Halka gerçekleri ulaştırmayı ilke edinen az sayıda basın yayın kurumu bu süreçte mücadelesini sürdürdü. Medya araştırmalarıyla bilinen akademisyenler Barış Çoban ve Bora Ataman’ın ‘Türkiye’de alternatif medya’ kitabında bu ve benzer konularda alanında çalışma yapan isimlerin makaleleri yer alı-yor. BirGün gazetesinin de Gezi’deki yayın çizgisinin incelendiği kitapta alternatif medyanın kuramsal arka planından anaakım medyayla arasındaki ilişkiye kadar çeşitli konularda çarpıcı analizler bulunuyor. Çoban ve Ataman ile alternatif medyanın sokakla direnişle ilişkisini konuştuk

Direniş çağı ile alternatif medya arasında ne gibi bir ilişki var?

Barış Çoban: Alternatif medya, özellikle de alternatif yeni medya direniş çağının temel belirleyenlerinden biri olarak tanımlanabilir. Tarihsel anlamda her toplumsal devrimin kendi medyasını yarattığını görürüz. Günümüzün “direniş çağı”nda alternatif yeni medyanın, özellikle de sosyal medyanın oldukça etkin bir işleve sahip olduğunu görüyoruz. Bu açıdan alternatif medya bu toplumsal hareketlerin ortaya çıkışında, kurgulanmasında, anlatılmasında, arşivlenmesinde vazgeçilmez bir role sahip. Bu açıdan alternatif medyanın olmadığı bir direniş çağından söz etmek mümkün değil. Bu açıdan, Türkiye’de Alternatif Medya kitabı bu iddianın ürünlerinden biridir.

Bora Ataman: Direniş Çağı, ister vahşi kapitalizm diyelim ister şirazesinden çıkmış otoriter bir neoliberalizmden dem vuralım, içinde giderek zar zor nefes alabildiğimiz reel kapitalizme yurttaşlar olarak “artık yeter” dediğimiz yeni başlayan bir toplumsal mücadeleler dönemini imliyor. Yurttaşlar derken, farklı toplumsal, kültürel kimliklerden ve ideolojik, politik cenahlardan kişiler olarak gezegenin tüm insanlarını kastediyorum. Yani yurttaşlığı sözde devletler sayesinde edindiğimiz bir kimlik olarak değil, dünyalı olmanın doğal bir sonucu olarak görüyorum. Tabii insanlığa, toplumsal olana ve yakın geleceğe dair umut dolu bir tavrı simgeliyor aynı zamanda bu ifade. Bu sebeple de gerek ulusal gerekse de küresel ölçekte eldeki ekonomik ve politik verileri değerlendirdiğimizde biraz naif kalıyor. Ama varsın öyle olsun diyerek kullanmaya devam edeceğiz direniş çağı kavramsallaştırmasını. Tabii içini doldura doldura… İnsanın doğadaki diğer canlılarla birlikte sağlıklı, mutlu, huzurlu, barış içinde, refah içinde, birbirini kırmadan, ezmeden, sömürmeden özgürce yaşayabileceği bir başka dünyanın, bir ütopyanın peşinde harcanan her vakit, her emek, dökülen her damla ter, hatta verilen bütün canlar direnişi büyütüyor, büyütmeye de devam edecek. Ancak bu perspektife sahip tüm mücadelelerin bir ağ içinde buluşabildiklerini, ortaklaştıklarını, dayanıştıklarını söyleyebilmek bugün için mümkün değil ne yazık ki! İşte alternatif medya ve günümüzde alternatif yeni medya bu mücadelenin olmazsa olmaz bir bileşeni. Sözünü ettiğimiz türden başka bir dünyanın kurulması mücadelesinin iletişim ayağını oluşturuyor. Evrensel İnsan Hakları, Yurttaşlık Hakları, vb adı var kendi yok haklar için mücadele edenleri birbirine bağlayan, kenetleyen bir harç alternatif medya. Yani sadece haber işlevinden söz etmiyoruz medyanın. Yüz yüze ilişkiler yerine ikincil ilişkilerin egemen olduğu dolayımlanmış çağdaş kent yaşamında toplumsallaştırma rolünden bahsediyoruz daha çok. Bunun içine elbette haberdar olmak da giriyor. Ama onun yanı sıra eğlenmek, arkadaşlıklar, dostluklar kurmak, mutlulukları ve acıları paylaşmak, dayanışmak, birlikte mücadele etmek, yeni yerler, yeni insanlar tanımak, keşifler yapmak, kendini, başka olanı ve hayatı öğrenmek, vs. Ve mümkün mertebe bunların hepsini küresel ve yerel ölçeklerde yapabilmek… Çünkü dünyanın sorunları gibi çözümlerinin de ortak olduğunu düşünüyoruz. Örneğin küresel ısınma gezegeni ve dolayısıyla üzerinde yaşayan tüm canlıları tehdit ediyor ama öte yandan Yırca’daki zeytin ağaçlarını ya da Validebağ’daki koruyu da bu tehdit ve yıkım denkleminden çıkaramıyoruz. Hepsinin sebebi olarak illa bir hedef belirleyeceksek insanın milyonlarca yıllık evrim sürecinin izlerini taşıyan, en vahşi dürtülerine cevap veren, kısa dönemli çıkar hedeflerini sürekli uyanık tutarak teşvik eden ve dolayısıyla kaba demokrasinin basit oy perspektifinden baktığımızda oy hakkı olan dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun desteğiyle hâkim olan düzeni anabiliriz. Hepimizin ne olduğunu ayrıntılı olarak tarif edemesek de ezberlediği popüler bir isim: Neoliberalizm. Tüm değerleri piyasaya endeksleyen bir ekonomik anlayış ile bunun başarılması için gerekirse eldeki tüm şiddet araçlarını cömertçe kullanan zorba hatta katliamcı bir politik idare biçiminin mükemmel bir sentezi. Her topluma, toplumsal gelişmişlik düzeyleri itibariyle farklı bir reçete ile uygulanıyor. Ancak, direniş çağı kavramsallaştırmasının küresel ölçekte bu farklılığın giderek anlamını yitirdiğini göstermesi açısından değerli olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, böyle bir dünyada nefes almaya devam edebilmemiz için ise alternatif medya yaşamsal bir ihtiyaç.

Alternatif medyanın kırılma ya da ana akımdan farklılaşma noktaları neler?

Barış Çoban: Daha baştan sanki bir doğrusallığın uzanımı bağlamında alternatif medyanın anaakımınn kırılımı olduğu iddiasını reddediyoruz. Basit bir biçimde alternatif medya anaakım medyanın alternatifi, karşıtı değildir, alternatif medya kendi var oluşunun kerterizini toplumsal muhalefetten alır. İktidara karşı olmanın ötesinde yeni bir serüvenin haritasını çizme iddiasına sahiptir. Alternatif medya toplumsal yaşamın içerisinde ezilenlerin, ötekilerin yaratmış olduğu bir mecradır, temel meselesi de kendi hikayesini kendi diliyle anlatmaktır. Alternatifliği toplumsal yaşamın dönüştürülmesi için verilen mücadelede gizlidir, devlete karşı farklı biçimlerde kendi otonom yaşam alanlarını yaratan toplumsal kesimlerin sesidir. Anaakım medyanın sistemi yeniden-üreten tekçi ideolojisine karşı alternatif medya çoksesliliği ile sistemi zorlayan, by-pass eden, bazen işlevsizleştiren ve ayrıca sistemin çatlaklarını, boşluklarını kullanarak kendisine yeni alanlar açan bir yapıya sahiptir.

Bora Ataman: Barış’a katılıyorum. Gerçi katılmasam biraz garip olurdu J Ekleyeceğim belki birkaç cümle olabilir. Alternatif medya içinde yaşadığımız bu berbat dünyada çöldeki bir vaha gibi. Ve işin en önemli noktası ve bizim ütopyamız bir gün bu vahanın çoraklığı yenebilmesi. Yaşamın ölüm karşısındaki zaferi! Buradaki temel problem insanın varoluşsal kısıtlılıkları. Yani sadece zihinsel yetersizliklerinden söz etmiyorum. Bunun da dâhil olduğu genel bir biyolojik kısıtlılıklar silsilesinin bireyin üzerinden belirleyici bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Örneğin bireysel çıkar ile toplumsal fayda dilemması, bu biyolojik kısıt perspektifinden bakıldığında, çağımızda çözülememiş bir problem. Tabii geleceğin insanının prototipi olarak gördüğüm yüce gönüllü dünya nüfusunun marjinal bir kesimini tenzih ediyorum. İnsanoğlu kendi biyolojik yaşamının dar çerçevesine hapsolmuş bir hayatı yaşıyor. Dolayısıyla bu çıkarlarının çoğu zaman bireysel kalmasına yol açıyor. En çok, mesela ev sahibi olurken, bir sonraki kuşağı, yani çocuklarını düşünebiliyor. Bunu da bilinç taşıyan bir canlı olarak kendisine mi, yoksa doğal dürtülerine mi ya da medeniyetin binlerce yıllık mirasına mı atfetmeli bilemiyorum. Belki hepsinden farklı ölçülerde… Yine de diyeceğim o ki, gezegenin sorunları için ya da kendi türünden, sınıfından, inancından, kesiminden, vs. gördüğü ve büyük ölçüde paylaştığı diğerlerinin dertleri için kendini tehlikeye atması pek öyle kolay değil. Bir ara en çok atılan sloganlardan biriydi: “Susma sustukça sıra sana gelecek” denirdi. Burada da aynı paradoksla karşı karşıyayız. Sloganın taşıdığı tek umut insanın bir gün kendisine de sıra geleceği korkusuyla eldeki mücadeleye destek vermesi. Kısaca bir umutsuzluk sloganı! İşte alternatif medya bu umutsuzluğa karşı bence umudun bayrağını taşıyor. Sözünü ettiğim yüce gönüllü insanların birbirini bulmasını, kendilerini güçlü hissetmelerini sağlıyor. Ve ek olarak, örneğin benim gibi, henüz bireysel çıkarı ile toplumsal fayda arasındaki denklemi çözememiş olanlara da tutunacak bir dal uzatıyor, bir umut aşılıyor. Bireyin, kendi çıkarını, adil ve mutlu bir gelecek için verilen fedakârca bir toplumsal mücadelenin içinde yeniden ve sistemin ona dayattığından farklı bir şekilde kurabileceği umudu… Böyle bir umudu mücadele edenlerin ortaklaşmasını sağlamadan yaşatabilmek imkânı yok. Alternatif medya ise bu ortaklaşmaların kurulduğu, sürdürüldüğü ve sürekli yeniden üretildiği başlıca mecralarından bir tanesidir.

‘Twit atanlar sokağa çıksa devrim olur abi…’ yorumlarına ne diyorsunuz?

Barış Çoban: Twitterın Occupy hareketlerindeki önemi yadsınamaz, ancak twitter gibi sosyal medya uygulamaları temelinde bir devrimin gerçekleştirilemeyeceği de yaşanan deneyimlerden kolaylıkla anlaşılabiliyor. Tüm dünyadaki Occupy hareketlerini ortaya çıktıkları siyasal koşullar bağlamında ele aldığınızda ancak devrimin prelüdü olarak yorumlayabilirsiniz. Evet, gerçekten de artık devrimleri twit atanlar başlatacak gibi görünüyor, ancak devrimin başarıya ulaşması için sosyal medyada olan olmayan tüm ezilenlerin dâhil olacağı bir toplumsal hareketin gerekliliğini de akıldan çıkarmamıza neden olmamalı. Zaten günümüz devrimci sürecinde herkesin kendi medyasını yaratması ya da kendisinin bizzat medya olması gibi bir durum da söz konusu, sosyal medya ise bu medya olma halinin en etkin biçimlerinden biri sadece. Türkiye’de Alternatif Medya kitabında bu tartışmanın ipuçlarını bulmak mümkün.

Devletlerin halen güçlü ve şiddet temelli yapılar olduğu ve bu yapıları da örgütlü toplumsal hareketlerin parçalayabileceğini görüyoruz. Yeni iletişim teknolojileri devletlerin toplumlar üzerindeki tahakkümünü kolaylaştırdığı gibi toplumların da devlet karşısında daha etkin devrimci çıkışlar yapabilmesine olanak sağlıyor. Sosyal medyanın sokak savaşları ve barikat mücadelesi ile birleşimi 1848 Devrimleri’nin, Paris Komünü’nün farklı bir biçimde yeniden doğuşunun mümkün olduğu gösterdi. Bu anlamda, Occupy hareketleri devrimci bir çıkışın mümkün olduğunu ama bunun ötesinde komünal bir yaşamın büyüsünü gündelik yaşamın içerisine taşıdı. Bu süreç kapitalizmin kırılganlığını, parçalanabilir olduğunu ve yeni bir yaşamı kurmanın hiç de zor olmadığını gösterdi. Sosyal medya bu süreçte toplumsal bir ağın kurulmasında önemli bir role sahipti, ancak insanlar sokaklara çıkıp bir araya geldikten sonra Mısır’da olduğu gibi kapatılmaya çalışılsa bile bu çabaların anlamsız olduğu da ortaya çıktı. Sonuçta evet günümüz devrimlerinde sosyal medyanın oldukça önemli bir yere sahip olacağını söyleyebiliriz, ama devrimi yapacak yani yaratıcı yıkım ile devleti parçalayacak ve yaratıcı yapım ile komünal bir yaşam kuracak olanlar yine kitleler olacak. Ve yaşananlar, hem çevreyi hem insanı yok eden kapitalizme karşı devrimin mümkün olmanın ötesinde zorunlu olduğunu da gösteriyor.

Bora Ataman: Twit atanlar sokağa çıksa biraz da onlar sopa yer! Yani sopa yiyenler twit atmıyor ya da twit atanlar hiç sokağa çıkmıyor demiyorum elbette. Ancak bu soruyu sormanıza neden olan sebep çerçevesinde, tabii doğru anlayabildiysem bir cevap vermeye çalışıyorum. Sosyal medya cengaverliği ismini vererek küçümsediğimiz bir tarzı hedef alıyor bu yaklaşım. Ben de açıkçası gençlik yıllarını sokakta son yıllarını ise -Gezi hariç- sıcak temasın minimize edildiği steril ev ve iş ortamında geçiriyorum. Ancak, bir yandan da o twit atanlar işte Gezi de sokağa çıktı ve ne olduğunu da olumlu ve olumsuz yan ve sonuçlarıyla gördük. Kısaca iş sokağa çıkmakta değil. İş bence insanların sorgulamaksızın kendilerini hapsettikleri ve bireysel dar çıkarları doğrultusunda davrandıklarını düşündükleri o küçük dünyalarından çıkmalarına bağlı… Çünkü ancak o zaman, karikatürde olduğu gibi tahterevallinin uçurumun kenarındaki ucunda duran bu ceberut sistemi, diğer ucunda duran milyonların taşıdığı görülebilecek. Yine de karikatürde bir hata var. İnsanlar tahterevalliyi tek tek terk ettiği sürece yine tek bir birey olarak temsil edilen sisteme diğer uçta son bir fert kalana dek bir zarar gelmez. Karikatüre göre ya herkes aynı anda terk edecek ki neredeyse imkânsız ya da tahterevallinin kendine sağladığı kırıntı düzeyinde de olsa nimetlerden yararlanmaya devam edecek. Dolayısıyla ben bu sorunun ardındaki bakış açısını değiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Mesele tahterevalliden inmek değil, onu parçalamak! Dolayısıyla, evlerinde oturup twit atanların bu çerçevede ne derece faydalı olduğu sorusu, sokağa çıkıp canını riske atanların ürettiği faydayla kıyaslanamaz. Çok boyutlu çok katmanlı bir analiz gerekiyor sorunuza derli toplu bir cevap verebilmek için. Okuyucu, kitapta farklı bağlamlarda ve farklı açılardan da olsa bu sorunun da cevabını bulacaktır diye düşünüyorum.

Alternatif medyayı ana akım karşısında güçlü kılacak adımlar nelerdir?

Barış Çoban: Toplumsal hareketler bağlamında ele alırsak, alternatif medyanın anaakım karşısındaki gücü toplumsal hareketlerin yükselişi ile bağıntılı, örgütlü veya örgütsüz toplumsal muhalefetin yükselişine koşut olarak alternatif medya etkin bir güce sahip olduğu söylenebilir. Ancak hareketlerin bastırılması ya da sönümlenmesinden sonra ise güçlerini kaybetmeye başlıyorlar. 1908 Devrimi, 70’ler Devrimci Mücadelesi ve Gezi Direnişi’ni ele alırsanız, devrimci dalganın uzunluğuna bağlı olarak alternatif medyanın güçlü olduğunu görürsünüz. Devrimci dalganın zayıflaması ile birlikte ise alternatif medyanın da zayıfladığını gözlemleyebilirsiniz. Bu anlamda, alternatif medyanın anaakım karşısında süreğen bir güce sahip olabilmesi için süreğen bir toplumsal hareketliliğin zorunlu olduğunu iddia edebiliriz.

Bununla birlikte, alternatif medya anaakım medya gibi kalıplaşmış, şabloncu bir yapılanmaya gitme hatasına düştüğünde de güçsüzleşmektedir. Alternatif medyanın gücü aslında sürekli kendini yenileyebilme ve somut koşulların somut tahlili bağlamında kendini yeniden yaratabilmesinde yatar. Çünkü alternatif medyanın gerçekte anaakım medyaya alternatif olmanın ötesinde bir iddiası yoksa, anaakımın kuralları içerisinde oynamak zorunda kalır ve onun gölgesinde etkisizleşir. Alternatif medyanın alternatifliği devrimci dönüşüm, yani var olanın parçalanması ve yeni bir yaşamın yaratılması, iddiasında yatar.

Toplumsal yaşam bağlamında ise alternatif medyanın asıl gücü iktidarın sessizleştirmeye, görünmez kılmaya çalıştığı tüm toplumsal kesimlerin kendilerini ifade ettikleri mecralar olmasından geçer, çünkü anaakımın dokunamayacağı yaşamsal meselelere dokunma olanağına sahiptir. Bu açıdan alternatif medyanın gücü yüksek rakamlı okunma, seyredilme, dinlenilmenin ötesinde bir anlama sahiptir. Gündelik yaşamın farklı katmanlarında tüm farklılıkların kendilerini ifade edebilmelerini mümkün kıldığı için zaten daha başından oldukça önemli bir işleve ve güce sahiptir. Eğer alternatif medyayı tirajlarla, reytinglerle değerlendirirsek hata yaparız. Her tarihsel süreçte alternatif medya hem yarattığı alternatif kültür, hem de devletlerin baskılarına karşı alternatif etik duruşu ile bazen küçük bazen büyük adımlar atarak gücünü koruyabilmiştir. Zaten Türkiye’de Alternatif Medya çalışması bu adımların izini sürmeye çalışan bir yaklaşıma sahiptir.

Bora Ataman: Yine katılıyorum Barış’a… J Farklı bir yerden yine de derdimi dile getirmeye çalışayım. Aslında bu alternatif kavramı çıkarıyor tüm problemi. Alternatif deyince ister istemez neye alternatif sorusu çıkıyor ortaya. Buradaki alternatif sıfatını ben kendi adıma anaakıma alternatif olarak kullanmamayı yeğliyorum. Yani zaman zaman bu böyle kullandığım olmuyor değil ama temelde egemen toplumsal sisteme alternatif anlamında kavramsallaştırıyorum. Medyayı toplumsalın kurulduğu bir kamusal mecra olarak görüyorum. Medyaya liberal kuramın yüklediği işlevleri epeyce aşan bir bakış açısı bu. Medyanın kendisi hem toplumsal mücadelenin bir aracı hem de toplumsal mücadelenin sürdüğü toplumsal bir uzam bana göre… Popüler ifadeyle paralel dünya derdim ama tam olarak öyle de olduğunu düşünmüyorum. Uzamsal bir perspektiften gerçekle sanalın birbiriyle kesiştiği, çoğu zaman birbirine eklemlendiği ancak duygusal açıdan “ötekilerin” kendilerini güçlü hissedebildikleri yegâne ortamlardan biri. Tabii bu çerçevede de bir güç üretme, çoğaltma ve biriktirme merkezi. Kısaca, alternatif medyanın anaakım karşısındaki gücü değil beni heyecanlandıran. Alternatif medyanın sistemi parçalayacak gücün üretilebildiği başlıca toplumsal uzamlardan bir olması.

‘Gazeteci tarafsızdır, haber yorumsuz verilmelidir’ tartışmalarına ne diyorsunuz?

Barış Çoban: Alternatif medyanın toplumsal mücadeleler bağlamında yarattığı kendi alternatif etiği vardır ve anaakım medyanın etik tartışmalarına hapsedilme çabası bu anlamda reddedilmelidir. Alternatif medya taraftar olduğunu daha başından zaten ortaya koyar ve habercilik anlayışı ise sokakta polisin arkasında değil, tam da direnenlerinin içerisinde direnenler tarafından oluşturulur. Türkiye’de Alternatif Medya kitabında bizim makalemiz bu meseleyi “çapulçu yurttaş muhabirler”in pratikleri temelinde tartışmaktadır.

Bora Ataman:Yorumsuz haber imkânsızdır! Dil, insanın milyonlarca yıllık evrim süreci içinde düşüncesini somutlaştırmasını sağlayan başlıca yetisidir. Düşüncenin tarafsızlığından söz edemeyeceğimiz gibi dilinkinden de edemeyiz. Ayrıca tarafsızlık başlı başına problemli bir kelime… Öncelikle kaç taraftan söz ediyoruz? Herhangi bir olayda, eğer kaba bir sınıfsal perspektifin dışına çıkmayı başarabilirsek, tüm boyut ve katmanlarıyla sosyali ve sosyalin bir parçası olan tekil insanı ve irili ufaklı gruplar olarak insanları içine alan bir sürü taraftan söz edebiliriz. Dolayısıyla tarafsız bir haber yazmaya çalışmak daha en başta sayfaların yetmeyeceği sonsuz bir işe kalkışmak gibidir. Liberal medya kuramlarının popülerleştirdiği tarafsızlık kavramı bazı kaba genellemelere dayanır. Örneğin, siyasette taraflar vardır ve bunların sayısı parlamentodaki partilerle sınırlıdır. Ekonomide taraflar vardır ve genellikle bunların sayısı da sermaye ve işçi sınıfı olarak ikiye indirgenmiştir. Dikkat edin yapısalcı yaklaşımın standardize ettiği bir ikili karşıtlıklar dünyasıyla karşılaşırız sürekli olarak bu tarafsızlık mevzusunda. Radikal sol örgütler ve alternatif medya da bu tuzaktan bütünüyle kurtaramamıştır kendini. Gerçi kimlik politikalarının sınıf politikasıyla kaynaştığı direniş çağında olayları farklı boyutlarıyla analiz etme yetisini yavaş da olsa kazanıyoruz. Bir de bireysel çıkar ve toplumsal fayda ikilemini çözebilirsek kurtuluşumuz yakın.

Biraz bağlamdan koptum sanki ama işin özeti şu: Ne yorumsuz haber olur, ne de tarafsız gazeteci. Bu iddiamı doğrulamak için küçük bir deney yapalım. Bir fotoğraf karesinden yola çıkalım. Bunun sebebi de fotoğrafın gerçekliği yansıtma kabiliyetinin sözün ötesinde olduğu saptamamız olsun. Tabii burada kamera pozisyonu, objektif açısı, çerçeve, alan derinliği, netlik, dondurulan an, renk, ışık, vs. unsurları görmezden geliyoruz. Yani, bir fotoğrafın bile tarafsızlığı imkânsız aslında. Ama biz deneyimize devam edelim… Söz konusu fotoğrafta bir üniformalı erkek var ve bu kişinin elinde garip bir silah var ve bunu kısa mesafeden yolda yarı yatmakta yarı oturmakta olan, kısa etek ve kolsuz buluz giymiş bir kadına doğrultmuş durumda. Üniformalının yüzündeki ifadeyi göremiyoruz çünkü kısmen profilden çekilmiş bu fotoğrafta kaskı engel oluyor. Yerde ise sanki henüz düşmüş ve vücudunun pozisyonu doğal şeklini alamamış kadının korku ve acı dolu bakışlarını görüyoruz. Fotoğraf İstiklal’deki son LGBTİ onur yürüyüşünden… Haydi bunun tarafsız haberini yapmaya çalışın bakalım, becerebilecek misiniz? Hem de bırakın haber yapmayı daha fotoğrafı bile tarafsız tarif etmeyi başaramıyorken…

Toplumsal hareketler bağlamında sokak-medya denklemini nasıl yorumluyorsunuz?

Barış Çoban: Türkiye’de Alternatif Medya kitabının “Gezi Medyası” bölümü aslında sokak ve medya meselesini farklı açılardan tartışıyor, buna bağlı olarak da Occupy hareketleri ile birlikte sokak ve medya ilişkisinin dönüşümünün anlaşılmasını mümkün kılıyor. Gezi Direnişi Türkiye’deki geleneksel sokak ve medya ilişkisini alt üst etti, sokağın merkezde olduğu bir medya pratiği yaratıldı. Geleneksel sokak medyasının etkin kullanımı yanında, sosyal medya temelli yeni bir sokak medyası ortaya çıktı. Özellikle de mizahın işin içine girmesi ile birlikte sokağın dili tüm medyayı etkileme şansına sahip oldu.

Aslında sokak temelli hareketler zaten her tarihsel dönemde koşullara göre kendi özgün medyalarını yaratmıştır. Bu anlamda sokakta bir hareket varsa zaten kendi medyasını yaratarak var olabilmiştir. Özellikle 70’lerde yazılamalar, pullamalar, kuşlamalar, pankartlar, korsan gösteriler vb. ile sokak geleneksel alternatif medyasını yaratmıştı. Günümüzde bunların başına, sonuna, yanına, içine sosyal medyanın sağladığı olanaklar eklendi, böylelikle sokağın eski ve yeni medyası etkileşim içerisinde yeni bir biçim aldı.

Bora Ataman: Yanılmıyorsam Al Gore’du, İnternet için “electronic superhighway” tanımlamasını yapmıştı. Türkçesi elektronik otoban… Bugün sokak ve medya direnişçiler için melezleşmiş uzamlardır. Medyasız bir sokak büyük ölçüde direniş ağının dışına; insanların omuz omuza vererek direndiği sokaksız bir medya da bizim ilgi alanımızın dışına düşerler. Ancak ne otoban ne de sokak yeterince kapsayıcı ifadeler değil. Belki otobanı, çevre yolu, kavşakları, meydanları, caddeleri, sokakları, çıkmaz sokakları, vs. içine alan periferisyle, kenti besleyen kırıyla birlikte bir sosyal uzam perspektifini dâhil etmem gerekiyor cevabımın içine. Ama henüz nasıl yapacağımı tam bilemiyorum. Derelerini savunanlar köylerinde, dağlarını, tepelerini savunanlar yaylalarında direniyor… Ben onların direnişine twit atarak destek olabiliyorum. Benim twitim bir direniş ağının içinde binlerle birbirine eklemleniyor. Yüzlerce köylü istemedikleri yayla yolu için binlerle, on binlerle dijital yollarda, ağlarda bir araya geliyor. Net bir cevap veremiyorum, düşünmeye devam ediyorum…