"Ama bu kadınlar da..."

BANU BÜLBÜL

Türkiye yakın tarihini 1960 Darbesi’nden başlayarak anlatan Hatırla Sevgili dizisini izliyorum. Deniz’lerin idam edileceği sahneye geldim. Gece vakti Halit Çelenk’in kapısı çalındı, avukat bu zorlu görev için ne kadar hazır olunabilirse o kadar hazırdı. O gecenin dizideki anlatımını, başka bir vakit izlemeye karar vererek ara verdim. Dondurunca görüntüyü bir düşlemin içinde buldum kendimi... Keşke o günlerde ve benzeyen diğer kötü günlerde, öylece, bir tuşa basar gibi durdurabilseydik olanları. Daldım gittim sonra Kızıldere’ye, 77 1 Mayıs’ına, 10 Ekim’e... Öylece dedim, bir tuşa basar gibi...

Sonra devam ettim düşünmeye... Bu felaketler yaşanırken insanların büyük çoğunluğu izlediler. 1980 Anayasası’na “evet” oyu verdiler, komşularını, akrabalarını ele verdiler bazen. Tarihte özne olmak bir iş... Tanıklık etmenin de iyi ve kötü biçimleri vardı. İyi tanıklar, “cinayeti gördüm”, “yalanı duydum” dedi, “sömürüyorsun bari bunu kabul edelim” dedi. Hakikati taşımanın, gün yüzünde tutmanın vicdani rahatlığını yaşadıkları kadar hatta belki daha da fazla bedelini ödediler. Kötü tanıklar zalimlerden, darbelerden yanaydı. Sömürerek lüks içinde yaşayana dualar etmekteyken, kendisinin maruz kaldığı haksızlığa karşı çıkana saldırmaktaydı. Elbette dünyada da durum farklı değildi. Misal 2. Dünya Savaşı’nda tüm dünyanın atlattığı büyük faşizm tehlikesi... Almanya’da, İtalya’da, İspanya’da, Japonya’da faşist ordular işçilerden, köylülerden oluşmuyor muydu? Buralarda zor soruları var insanlığın. Neden bir türlü kurtulamıyoruz bu adaletsizliklerden? Neden eşitlik bunca zor? Neden bunca yalana tahammül ediyor kitleler? Neden bunca akıl dışı bir sistem alternatifi bunca mümkünken sürgit devam ediyor? Neyse ki epey yol aldık bu soruların yanıtlarını aradığımız yolda... Ama işte bazı zamanlar oluyor ki bu yolu birlikte aldığın insanlarla bile her şey silbaştan oluyor...

Bunca insan aslında yanıbaşındakiyle çelişmeyen öz çıkarlarına bu denli aykırı davranırken, kendisinin yakınının başına gelen haksızlığa, güçten düşürülmeye, yoksullaşmaya karşı çıkmazken, ne vakit bir kadın kendisine kötü davranan sevgilisini savunuyor görünse “bu kadınlar da...” diye başlayan kadınların kendi çıkarının ne kadar da farkında olmadığını, ruhsal olarak amma problemli olduklarını anlatan cümleler kuruluyor. “Of ama bu kadınlar da...” diye başlayan cümlelerde büyük bir inkar gizli işte... Bu inkarın altından da elbette kadın düşmanlığı sırıtıyor. “İlk taşı en günahsız olan atsın” hikayesindeki gibi yapsak ve kadınların “yanlış” seçimlerine, “aşk” sandıklarına, “onay”ladıklarına ilişkin atıp tutanlara sorsak... Yanınbaşınızda olan size ya da sevdiklerinize yönelen her haksızlığa karşı çıkabiliyor musunuz? Cinsiyet eşitsizliğini besleyen herhangi bir söyleme ilişkin tahammül düzeyiniz ne seviyede? Cinsiyetçi şakalar sizin dünyanızın egemenlerinden, sizin idealize ettiklerinizden geldiğinde ne yapıyorsunuz? Yanıbaşınızda bir kadın hakkında aşağılayıcı, ahlakçı sözler söylendiğinde neler oluyor? Hiç kızına kötü davranan bir baba görmediniz mi? Görüp de sustuğunuz olmadı mı? Sizin babanız hiç cinsiyetçi davranmadı mı? Hiç küfretmedi mi? Hiç mi şiddet davranışı olmadı annenizin savunduğu? Şimdi neye şaşırıyoruz? Sevgilisine, karısına şiddet uyguladığını bildiğiniz bir adamla hiç tokalaşmadınız mı? Yüzüne hiç gülmediniz mi? Hakkında iyi konuşmadınız mı? Şimdi kızını öldüren kocası hakkında iyi konuşan, kendisine saldıran sevgilisi hakkında güzel şeyler söyleyen kadını barbar görerek steril ve medeni bir duruş kazanmaya çalışmayı bırakalım da gerçek suça odaklanalım. Gündelik hayatın hemen her anına sinmiş olan gerçek suça... Bir hesabımız varsa orada görülecek çünkü...

Büyük çoğunluğun durumu saldırganlara dair olumlu açıklamalar yapan kadınlardan farklı değil oysa. Hatta belki daha kötü çünkü açık tehdit kendisine yönelmeden de kutsuyor katilini, sömürenini... Bunu bir görelim önce... Her şeyden önce...

Saldırgan adamları savunan kadınları görünce "hah bu yüzden sustum" demenin meşru bir yolunu bulduğunu düşünenler, kendi suçluluk duygularını geçici olarak yatıştırabilirler, kimsenin yerine kendini ikame etmeden, herkesin kendi kurtuluşunun öznesi olduğu tanıklık ve karşı çıkma biçimlerini yaratmak mümkün ve sürekli üretiliyor hatta...