Bazen, özellikle de evdeki eski futbol dergilerini, kitaplarını, posterleri karıştırırken, futbolun mazisine girerken duygularım allak bullak olur. Zamanında efsane olan belki de şimdi zor hatırladığımız futbolcular, şimdi futbolu bırakmış ve belki teknik direktörlük yapan oyuncunun gençlik halleri, asla tutulamamış sözler, büyük laflar, sakatlıklar, kavgalar... Gözümüzün önünde olan bazısını önemsediğimiz bazısını hiç duymadığımız bir sürü olay...

Bir futbolcunun jübile yapması da her zaman bende ve muhtemelen her futbolseverde hüzün yaratır. Onca yaşanmışlık, hatıralar ve biten bir devir. Fakat bana jübileden daha hüzünlü gelen oyuncunun Amerika, Katar ya da Japonya gibi bir ülkede oynamaya gitmesi.


Diyeceksiniz ki adam gidip normalde gösterdiği performansın onda biri ile oynayıp para kazanmaya devam ediyor, derdi sana mı düştü? Bu açıdan bakarsak hak vermemek elde değil. Fakat dağ gibi oyuncuların futbolun beşiğinden kalkıp, neredeyse oyunun kurallarını bilmeyen bir seyirci karşısına çıkması da benim yüreğimi burkuyor.

Bilenler bilir Steven Gerrard’ın gönlümdeki yeri ayrıdır. Milli takımı ve Liverpool’u bırakmasının şokunu atlatamamışken bir de Amerika’nın Los Angales Galaxy takımına transfer olması daha da derin bir yara açtı.

Ah be Stevie G.! Sezonu bile tersinden oynayan, hem el hem ayak karıştırarak oynadıkları oyuna futbol, futbola “soccer” diyen, erkek değil kız çocuklarını futbol kursuna yollayan memlekette kim sana “asla yalnız yürümeyeceksin” diyecek? Sen ki sırtına başka forma değmemiş ender futbolculardansın, nasıl giyeceksin farklı renkleri.  Kim “Gerçek olamayacak kadar iyisin / Souness’ın Rush’a verdiği paslar gibisin” diyecek? Gördüm yeni 8 numaralı formanı, pek bakamadım. Gitmeyeydin iyiydi.


FUTBOL SAVAŞI
Neredeyse her hafta sahalarda bir olay çıkıyor. Bu hafta da Bursaspor ve Karagümrük arasında oynanan Ziraat Kupası maçı kavgaya sahne oldu. Teknik direktör Şenol Güneş’in de karıştığı itiş kakış bie pes dedirtirken Afrika Uluslar Kupası’nda Gana ve Ekvador Ginesi arasındaki maçta yaşananlar bizi bastırdı. Sahada olaylar devam ederken dışarıda da olaylar devam edince maç durdurulup moda tabirle “müdahale” başladı. Biber gazı, cop, tazyikli su gibi yakından tanıdığımız yöntemler uygulanıp sonuç alınamayınca sahneye helikopter çıkıyor. Evet caydırıcı güç olarak helikopter! Medeniyet olarak pek ileri seviyelere öykünmediğimize göre bizim statlara da helikopter inmesi yakındır diye düşünüyorum.

ATIP TUTMAK
Olaylar bu kadar yoğunken ve elbette ister istemez seyirciler de olayların bir parçası olurken sahaya atılan maddelerle ilgili bir bakayım dedim.

Her zaman söylüyorum Avrupa seyircisinin de medeni olmayanı çoktur. Fakat iş sahaya madde atmaya gelince bizler kadar cesur (!) değillerdir zira verilen cezalar futboldan mene kadar gider. Onların sahaya attığı maddeler genellikle planlı, beraberce ve çoğunlukla protesto amaçlıdır. En son İngiltere’de izlediğim maçta Türk ve İngiliz taraftarları sözlü olarak birbirlerine tehditler savururken, elle kolla evrensel hareketler yaparken olay Türk seyircisinin karşı tarafa su şişesi fırlatmasıyla sona erdi. İngiliz, hayatında su şişesi görmemiş gibi şaşırıp ne yapacağını bilemedi. Ultras’a göre Avrupa’da şimdiye dek protesto amaçlı birçok şey fırlatılmış. Futbol yerine tenis maçı vermek isteyen televizyon kanalını protesto için binlerce tenis topu atanlar olmuş, aynı zamanda pastane zinciri olan başkanlarını protesto etmek için tüm sahayı donut ile donatanlar olmuş. Onun dışında sahaya domuz, tavşan ve hatta motosiklet atanlar bile olmuş. Bunlara bakınca pek medeniyetsiz sayılmayız. Hatta merak edenler için biz de listeye bir Galatasaray - Fenerbahçe maçında sahaya atılan plastik su bardaklarıyla girip nispeten uysal ve bir o kadar da amaçsız gözükmüşüz.