Aysel Sağır, Sağmalcılar Cezaevi’nde çekilmiş bir fotoğraf karesinde yer alan 68’in eylemci kadınlarının peşine düşer ve onların birçoğuna ulaşır. Kadınların dilinde o dönemi ve Sağmalcılar Cezaevi’nde yaşadıkları süreci anlatan yazılarını Bizi Güneşe Çıkardılar kitabında buluşturur

Anarşik  kızlar

TEKGÜL ARI

BİZİ GÜNEŞE ÇIKARDILAR
YAZAR: AYSEL SAĞIR
YAYINEVİ: AYRINTI,2015

Bir fotoğrafa bakarken, içinde saklı acıları çoğunlukla göz göremez. Fotoğraf çekimleri acıyı gizlemek içindir aslında. Ya da acıya meydan okumak için. Ancak öyle fotoğraflar vardır ki, gülerek verilen o pozlara rağmen, bulunulan mekân ve yaşanan bir dönem söz konusu olduğunda, artık bakış algımız çok derinlere, geçmişte acıyla yoğrulmuş bir döneme doğru kayar. O bir fotoğraf olmaktan artık çıkar. Tarih canlanır, bugüne kapısını açar, geleceğe giden yolun da aynası olur.


Dünya halklarının emperyalizme ve sömürülere karşı homurdanmakta olduğu bir dönemde, ABD, Küba Devrimi’ni yıkmak için uğraşırken Vietnam’a asker çıkarır. Bu olay kendi halkını bile isyan ettirir. Böylece ilk antiemperyalist hareketler de başlamış olur. Fransa’da işçi eylemleri ve öğrenci direnişleri öne çıkar, işçi, öğrenci, öğretmen beraber sloganıyla Paris direnir. Çin’de Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni gerçekleştiren Mao, batılı gençler için umut olur. 1967’de Bolivya dağlarında vurulan Che Guevara, Mao’dan daha etkili bir başka simge olarak yerini alır. Bu antiemperyalist hareketler birçok ülkede kendini eylemlerle göstermeye başlar.


Bu hareketlilik, emperyalizmin ve sistemin sömürüsüne karşı Türkiye’de de karşılık bulur. Devrimci eylemler, öğrenci ve işçi hareketleriyle kendini gösterir. Deniz Gezmiş de Che gibi halkların özgürlük simgesi olur. Ancak Türkiye’deki bu direniş, egemenlerce 12 Mart Muhtırası ile sonlandırılmaya çalışılır. Yeni rejim, hiç vakit kaybetmeden bu mücadelenin içinde yer alan devrimcilerin peşine düşer. Saklananları, saklayanları, dilden çıkan sakıncalı sözcükleri bile yakalar, vurur, hapse tıkar, yetmez idam eder.


Aysel Sağır da, Sağmalcılar Cezaevi’nde çekilmiş bir fotoğraf karesinde yer alan 68’in eylemci kadınlarının peşine düşer ve onların birçoğuna ulaşır. Kadınların dilinde o dönemi ve Sağmalcılar Cezaevi’nde yaşadıkları süreci anlatan yazılarını Bizi Güneşe Çıkardılar kitabında buluşturur.

Geleneksel kadın çizgisinin hâkim olduğu bir dönemde, orta sınıfa mensup ve çoğu üniversiteli bu kadınların, toplumdaki yerini ve döneme bakışını sorgulatır kitap aslında, Türkiye’de 68 Kuşağı kadınlarının feminist akıma öncülük ettiğini de gösterir. Devrim için mücadele edilirken, aşk da sanki bu mücadelenin ışığı olmuştur. Kadının, aile ve toplumun baskısından korunması için, evlilikler de ister istemez mücadelenin içinde dolaylı olarak yerini alır. Ancak öyle aşklar vardır ki o dönem Ülker Akgöl ve Mahir Çayan’ın aşkı. Ve başka başka aşklar... Fakat, aşkın üstü nedense hep kapatılmıştır. Aşk ve devrim nasıl da yakışır oysa birbirine. Bugün bile Akgöl, yaşadığı bu aşkın üzerini sıkıca örtmüştür.

Kadının toplumsal yeri ve mücadelesi aslında 12 Mart rejimiyle ivme kazanmıştır. Çoğunluğu oluşturan devrimci erkekler, rejim tarafından köşe bucak aranmaktadır; kadınlar, onları saklamakta, kılık değiştirmek için gerekli malzemeyi temin etmekte, çalışarak parasal destek ve haberleşmeyi sağlamaktadırlar. Ancak bazı kadınların evlerinde saklanan, simge olmuş devrimcilerle yüz yüze gelmedikleri gibi, onları tanımadıkları da anlaşılır.


68 kuşağı tutuklu kadınlarının birçoğu kocalarına “yardım ve yataklık”tan tutuklanmıştır. İşkence görenler de olmuş, görmeyenler de. Bugüne kadar yaşadıkları ve okudukları kitaplar dışında çoğunun gerçek yaşamla tanışmadıkları, halkı ve devleti tanımadıkları anlaşılır. Öyle ki, bazı kadınların, tutuklanabilecekleri hiç akıllarına gelmemiştir.


68 Kuşağı kadınları, hapishane koşullarında devlete karşı oldukça güçlü duruş sergilerler. Çoğu işkence görmesine rağmen konuşmaz. Bugüne gelindiğinde bile, hâlâ gizli kalmış şeyleri açıklamak istemedikleri hissedilir. Dilek Türkan Şahin’in Paris’e gitmesi ve Gülten Çayan’la buluşması, aldığı peruklar üzerine kitapta söyledikleri, ifade veren bir tutuklunun kendini korumaya çalışması hissini uyandırır. Bu hissi, kitaptaki birçok kadının anlatımlarında da duyarsınız.


Hapishane koşulları farklıdır ve kader birliği vardır. Bu da doğal olarak dayanışmayı beraberinde getirir. Yaşam koşulları zaten ağır ve acıdır. Bunun üzerine daha acıları yüklenir. Güzeller güzeli, Akgül Teyze’nin kızı Hatice Alankuş’u cezaevi yönetimi, tıbbi müdahalesini erteleyerek, bir aspirinle geçiştirerek öldürür. Kadınların onu yaşatmak için yazdıkları dilekçeler dikkate alınmaz. Yine de pes etmez kadınlar. Bolca kitap okurlar. Adli tutuklu kadınların çoğuna okuma yazma öğretirler. Bu arada adlilerce 68 kadınlarının adı ‘Anarşik kızlar‘dır. Hapishanenin verdiği kötü yemeklere itiraz ederler. Sonunda anarşik kızlar Askeri Mahkeme tarafından tutuklandıkları için er sayılırlar ve askerin yediği yemekleri yemeye başlarlar. Türkiye’de böylece ilk kez, 68’in anarşik kızları asker de olurlar!

Aysel Sağır, özellikle kadınlar açısından baktığı Bizi Güneşe Çıkardılar kitabında, daha iyi anlaşılması için dönemle ilgili bize kısa bilgiler vermeyi ihmal etmemiş. Öyle sanıyorum ki, kitap okundukça, her bir kadın karakteriyle, hem o dönem hem de içinde bulunduğumuz dönemi de içine alarak başka soruları da peşi sıra getirecektir. Ancak şu bir gerçek ki, 68’in anarşik kızları, bir devrim gerçekleştirmiştir. Eşlerini kendileri seçmiş, cinsel tabuları yıkmak için uğraş vermiş. Hapishanenin ağır koşullarına rağmen dik ve güçlü duruşlarıyla diğer mâhkumları bile etkilemişlerdir. Kadınların, gelenekçi kadın çizgisini aşmasına öncülük ederek daha bilinçli birazda siyasi hareketlerin içinde yer almasını sağlamışlardır.