Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Ali Murat Özdemir: Yeni Anayasa için önce Cumhuriyet projesi lazım

NURCAN GÖKDEMİR- nurcangokdemir@birgun.net

AKP ülkeyi seçimin hemen ardından "Yeni Anayasa" tartışmasına kilitledi. Anayasa hukukçusu Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Murat Özdemir’e göre bu tartışma doğru sonuçlar üretemez. Nedenlerini ve olası seçenekleri kendisi ile konuştuk.

Türkiye’nin yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var mı?
Ben Anayasa’nın şöyle tanımlanmasını öneriyorum: “Anayasa verili bir Cumhuriyet projesinin normatif ifadesidir”. Yani önce bir cumhuriyet projeniz olması lazım. “Cumhuriyet projesi nedir?”, diye sorulabilir. Cumhuriyet projesi, kendisi verili bir şey olmayan toplumsal bütünlüğün, onca çelişkiye, sınıfsal yarıklara, acılara rağmen neden istenilebilir olduğunu bize anlatan bütün bir söylemler, değerler, semboller topluluğudur.

Eğer Anayasa belirli bir Cumhuriyet projesinin normatif ifadesi ise Anayasa yapabilmeniz için önce bir Cumhuriyet projeniz olması lazım. Bu projenin hakim hale gelmesi de lazım. Hakim hale gelebilmenin ön koşulu projenin kendisini kendi muarızlarına dahi ehvenişer kabilinden sunabilmesidir. Türkiye’de bugün en büyük sorun hâkim bir cumhuriyet projesinin bulunmamasıdır. Bu da toplumsal bütünlüğün parçalanma tehlikesini beraberinde getirir. Çünkü projenin eksikliğinde “geleceği neden birlikte üreteceğiz” sorusu açıkta kalır, ikna edici bir yanıtla karşılanmaz.

'GİZLİ MANTIKLA AŞILAMAZ'

Türkiye’nin anayasaya değil, toplumun kahir ekseriyetinin ehvenişer kabilinden de olsa kabul edebileceği bir bütünleştirici cumhuriyet projesine ihtiyacı var. Projenin eksikliğinde akdedilecek yeni anayasa -içinde ne olursa olsun ama ne olursa olsun- önceki Anayasa gibi ciddi meşruiyet problemleri yaşar. Meşru olmayıp da hukuki/yasal olacak olan bir metni üretmenin gizli bir mantığı olabilir. Ancak bu yolla siyasetin krizinin aşılamayacağı aşikârdır.

Yeni anayasa diye birtakım partilerle anlaşarak, birilerini ayartarak, söz vererek yapacağınız Anayasa eskisi kadar gayri meşru olacaktır. Ne olmalı, sorusunun yanıtı burada gizli. Ha, meşru olmayacak olan yeni anayasanın sunacağı şiddet imkânları ilginizi çekiyor ise o başka.

Bütünleştirme projesi diye ifade ettiğiniz nedir?
Bunca sıkıntıya rağmen geleceği neden bir arada kuracağımız sorusuna hepimizi ikna edecek şekilde yanıt verebilecek bir proje. Böyle bir proje bazılarımızı gönülden bazılarımızı da ehvenişer kabilinden ikna eder. Bir şekilde rıza üretmekten bahsediyorum… Yani siz toplumun yarısı ya da üçte biri ya da beşte üçü “Hayır” diye bağırırken usulünü yerine getirip gerekli çoğunluğu tedarik edip bir temel norm çıkarırsanız bu normun hali önceki normun halinden pek de farklı olmaz.

Türkiye’de toplumun çoğunluğuna kendisini kabul ettirmiş bir Cumhuriyet projesinin varlığından söz edemeyiz…
Yok tabii. Ne var peki, çatışma halinde farklı cumhuriyet projeleri var. Her birinin sağlam toplumsal taraftarı var. Hiçbirisi diğerini döverek bastıramaz ama hiçbirisi de diğerlerinin gönlüne taht kurarak, hakim hale gelemez.
Türkiye’de bir hâkim cumhuriyet projesinin bulunmama halinden bahsedebiliriz öyleyse. Ve bu bulunmama hali uzadıkça ileride hakim hale gelecek projenin kendisini kabul ettirme tarzını düşünmek bile istemiyoruz. Toplumsal bütünlük bir ineğin bütünlüğüne benzemediği yani verili olmadığı için hakim bir projenin bulunmaması halinin kendiliğinden telafi edilemeyecek bir hal olduğunu belirtmeme müsaade edin. Bir başka deyişle projelerden birisinin hakim hale gelmesi mukadder değildir. Ülke parçalanabilir. Oluşacak yeni toplumsallıkların kendi hakim projeleri oluşabilir. Oluşmaz ise onlar da dağılabilir vs. Yani mutlaka mevcut projelerden bir tanesi eninde sonunda hakim hale gelir diye beklemeyin. Şimdiki Türkiye kendiliğinden, tesadüfen akıntı ile bir araya gelmiş karton kutulara benziyor. Akıntı yönü değiştiği zaman toplumsal bütünlüğü sağlayan bağların zayıflığı nedeniyle bu kutucuklar ek gayret gerektirmeden farklı yönlere gitmeye kalkabilirler.

Bu çerçevede başkanlık sistemi taleplerini nasıl değerlendirebiliriz?
Başkanlık sistemi dediğimiz şey hakim hale gelememiş birbiri ile çatışma ve yarışma içinde olan mevcut projelerden birisinin önerisi. Başkanlık sistemine iki şekilde yaklaşabiliriz, birincisi soyut olarak. Temsili demokrasilerde bir parlamenter sistem vardır bir de başkanlık sistemi vardır. Son zamanlarda yarı başkanlığı da görüyoruz. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum asla yarı başkanlık değildir. Parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasındaki en temel fark iktidarın yeniden üretildiği mekana referansla düşündüğümüzde ortaya çıkacaktır. Parlamenter sistemlerde, “yürütme iktidarı” kendisini parlamentonun karşısında her gün aynen ve yeniden üretmek zorundadır. Belirleyici özelliği budur. En güçlü hükümet bile “bir sonraki seçimde seçilmeme olasılığı ortaya çıktığında” kendi milletvekillerinin “ihanetine” uğrayabilir, beşinci partiler ortaya çıkabilir. Bir başka ifadeyle parlamenter sistemlerde hükümetler Meclis üstündeki iktidarlarını her gün aynen yeniden üretmek için büyük enerji sarf ederler. Özellikle toplumsal çelişkilerin çok sivrildiği toplumlarda bu böyledir.
Başkanlık sistemine iktidarın yeniden üretimi süreci açısından baktığımızda parlamento politikası çok zayıftır. Bazen bütçe ile ilgili sorunlarda karşımıza çıkar. Onun dışında başkan bir kez seçildi mi bir sonraki seçime kadar kendi iktidarını her gün yeniden aynen üretmek zorunda kalmayacağı için, güven oylaması ile zincirli olarak bağlı olmadığı için “rahatlar”.

Başkanlık sistemi etrafında şekillenecek bir rejim değişikliği Türkiye’yi nereye götürür?
Bir tane Türkiye yok, birden ziyade Türkiye var. Bu, Türkiyelerden birinin arkasında durduğu cumhuriyet projesi açısından bu sorun teşkil etmiyor. Diğerleri için sorun teşkil eder. Mevcut çatışmalar derinleşerek sürer. Şunu söylemek mümkün: Bugün Türkiye’nin hakim bir cumhuriyet projesine ihtiyaç var. Bu emekçileri düşünen bir cumhuriyet projesi olursa ben bundan memnun olurum. Ama her ne olursa olsun Türkiye’nin toplumsal bütünlüğü Türkiye’nin milli menfaatidir diyebiliyorsanız ve bundan hareket ediyorsanız, Türkiye’nin toplumsal bütünlüğü şu anda bir başkanlık sistemi bulunmamasından ötürü tehlikede değil. Başka sebepleri var bunun.
“Türkiye’nin Anayasa’ya dokunarak yapacağı hiçbir hamle Türkiye’de yaşayan insanların bütününün menfaatine olacaktır” diyemeyiz. Çünkü yöntem bu değildir. Buradan oraya (Anayasa’dan cumhuriyet projesine) gidilmez. Anayasa’dan projeye gidilmeyeceği için Anayasa’nın kurumlarına müdahale ederek bir şey yapamazsınız. Ama şu olabilir, bu çatışma sürecinde bir proje kendisini hakim hale getirmek için başkanlık sisteminin sunacağı şiddet araçlarından yararlanmak isteyecektir. Bu kendisini hakim hale getiremeyen projeler arasındaki çatışmada yeni bir aşamayı temsil edeceği için önemlidir. Onun sağladığı şiddet imkânlarını kullanarak o projenin arkasında duranlar kendi projelerini hâkim hale getirmek isterler bu anlaşılır bir şey. Ama verili koşullarda başkanlık dolayımıyla sahip olacağınız şiddet imkanlarının rıza üretmeye yaramayacağını düşünüyorum. Başka koşullarda olabilir belki ama verili koşullarda bu Türkiye’deki gerilimi arttıracaktır. Dışarıdan (Körfez’den) yardım gören ekiplerden birisinin “bir de başkanlık sisteminin sağladığı imkanları kullanarak” kendi projesini diğerlerine dayatmak imkanlarını araması muhtemeldir yani. Buradan bir şey çıkar mı “artan şiddetten başka bir şey çıkmaz”.

AKP dışında kalan çoğunluk, bunun Erdoğan’ın diktatörlüğünün yolunu açacak bir mekanizma olacağı yorumunu yapıyor.
Her proje kendisini hakim hale getirmek için en uygun araçları arar, onun arkasında durmaya çalışır. Bu proje kendisini karşı tarafa rıza üzerinden kabul ettiremiyorsa projede ısrar ilgili projenin taraftarlarını diktatörlük destekçisine çevirir. İstikrarlı toplumlarda bu araçlar Anayasa tarafından belirlenmiş, hukukun güvencesi altında ortaya konulan araçlardır ama Türkiye gibi istikrarın çok bozulduğu, toplumsal bütünlüğün ciddi tehlike altında olduğu, parçalanma emarelerini gösteren bir toplumda hiç kimsenin oyunun kurallarına bağlı kalacağını zannetmiyorum, en başta da tabii hükümetin böyle bir hevesi olduğunu düşünmüyorum.

Erdoğan’ın, AKP zihniyetinin dayatmalarını referanduma sunarak meşrulaştırma peşinde olduğu yorumları yapılıyor. Referandumlar meşrulaşmayı sağlar mı?
Referandum külliyen iyidir ya da kötüdür, demokratiktir ya da değildir gibi tartışmalar anlamlı değil. Hepsini bağlam bağımlı olarak düşünmek lazım. Türkiye’de hâkim bir proje olmamasının neticesinde projeler arasında çatışma var, biri Kürt milliyetçisi projesi, öteki daha Batıcı, bir diğeri de Ortadoğucu proje. Bu projeler havada asılı durmazlar, sınıfsal, nesnel temelleri vardır.

Ümitsizliğe gerek yok
Sosyal bilimlerin maksadı geleceği tahmin etme değildir ama biz şimdiden söyleyelim bu mücadelenin tansiyonu düşecekmiş gibi görünmüyor. Şu tesbiti de ekleyelim: “Körfez etkisi üzerinden siyaset yapan insanların sundukları model Türkiye ‘de sermaye birikimi önünde engel teşkil ediyor”. Yani mevcut düzenek Türkiye’de firmaların hisseleri ile değerli olabilme imkanlarını zayıflatıyor, hatta ortadan kaldırıyor. Körfez tipi, (tırnak içinde) “sermaye ilişkisinin” önünü açıyor ama Türkiye’nin hisse senetleri ile değerli olan belirli üretim ve tüketim normlarına bağlı olarak işlemek üzere kodlanmış çevresel kapitalizmi için orta ve uzun vadede yıkıcı etkiler taşıyor ve bu yıkım sadece toplumun emekçi kesimlerinin değil toplumun güçlü kesimlerinin de menfaatlerini haleldar eden birşey. O nedenle ben burada kartların bir referandumla, bir seçimle sonsuza değiştirilebileceğini zannetmiyorum. Burada çok ciddi bir gerilim var. Bu gerilimi Körfez etkisinin geçiciliği içinde düşündüğünüz zaman o kadar da ümitsizliğe gerek olmadığını düşünüyorum.