“En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan
Ne seyyareler, ne de geceleri ışıldayan yıldızlar
En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan,” diye yazmış Can Yücel. Anlam, anlamlandırma, anlama ilişkisi denilen kavramlar; kişisel boyutta da toplumsal katmanda da yaşamsal, politik ya da sanatsal dille kurduğumuz iletişim. TDK’nın sözlüğüne göre anlam; bir önermenin, bir tasarının, bir nesnenin, bir olgunun, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey...

Doğru algılanmak için doğru anlaşılmak, doğru algılamak için de doğru anlamak gerekiyor. Bunu da iletişim kurarak beceriyoruz. Çünkü iletişim anlatma, anlamlandırma veya anlaşılma eylemleriyle oluyor. Anlama tek taraflı, anlaşma karşılıklı iletişim eyleminin sonucu. Yani görsel, yazılı, sessel iletişimin dili.

İçeriksizleştirme ve anlamın yok edilmesi kapitalist düzen anlayışının önemli bir parçası. Bu etkiden bilinçli bireyler olarak daha az etkilenmek için dildeki (görsel, yazılı, ses) anlamı çözebilmek gerekiyor. Görselden başlayacak olursak fotoğraf ve dahası sinema; anlam yapısını oluşturan öğeleri ve imgeleri ile anlamlandırılan ve izlendikçe anlamı genişleyen bir yapıya sahip. O yüzden duyulan veya gösterilenden daha fazlasının sorgulanması gerekiyor. Görüntünün anlamı, onun sunduğu yüzeyin tanımladığından fazlasını içeriyor. Görüntüler zihinsel sürecin bir parçası. Algının, düşüncenin, bilincin ve bilinç dışının sürekli ilişkisi içindeki ürünleri.

Fotoğrafta, sinemada ya da her tür görüntüde anlam-anlama ilişkisi ile ilgili üsteki satırlar bize kısa bir fikir verirken -ki geniş okuma yararlı olacaktır-, sanatta ya da örneğin şiirde nasıl?

Ahmet Haşim’ i, “Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça her okuyan ona kendi hayatının da anlamını verir ve böylelikle şiir herkesin istediği yolda anlayacağı ve bundan ötürü de sonsuz duyarlıkları içine alabilecek bir genişliği olandır,” sözlerinin arkasından Valery’ nin şu sözlerini getiriyor:

“Şiirlerime ne anlam verilirse anlamları odur. Benim onlardan çıkardığım anlam bana göredir, kimsenin onlara başka anlamlar vermesine engel olmaz. Her şiirin, şairin belirli bir düşüncesine uygun, yahut bu düşüncenin tıpkısı, asıl, tek bir anlamı olduğunu söylemek, şiirin yapısına aykırı, şiiri öldürebilecek bir yanılmadır...Şiirin amacı, hiçbir zaman belirli bir şey anlatmak değildir... Şiirin anlamı, şairin içinden geçen anlaşılabilir, olabilir olayları okura aktarmak değildir. İstenilen, okurda bir ruh hali yaratmaktır.”

Oktay Rifat’ın bu konuda yazdığını da görelim : “Bir sözün gözümüzün önüne gelen görüntüsü, olabilecek bir şeyse o söze anlamlı, olamayacak bir şeyse anlamsız deriz. Ahmet düştü sözünün bir anlamı vardır, çünkü Ahmet düşebilir. Lambanın saçları ıslak sözünün bir anlamı yoktur, çünkü lambanın saçı olmaz. Bir kelime sanatı, bu yüzden görüntü sanatı olan şiirin sadece olabilecek görüntülere bağlanması istenemeyeceğinden, anlama da bağlı kalması istenemez.” (Melih Cevdet Anday’ın “Anlamın Anlamı” başlıklı yazısından alıntı)

Okumak “sözcük” denilen göstergelerle düşünmek ise, görüntüleri okumak da görsel imgeler ve anlam arasındaki ilişkiyi okumaktır. Anlam sorunu dile ilişkin bir sorundur, ama yalnız dil içinde kalmaz. Dil ile dil dışı arasındaki bağlantıda kök bulur. Bu hem teorik hem pratik alana ilişkin anlam tartışmaları için geçerlidir. İlişkide dil, dilsel öğeler vardır ama şeyler, nesneler, etkinlikler ya da yaşam da vardır. Yani düşünce ve eylem, teori ve pratiği birbirinden ayırırken aralarında tetiklediği etkileşim sayesinde bu ikisinin aslında birbirlerinden bağımsız olarak var olmalarının zaten mümkün olmadığını ortaya koyar. Deleuze bu işleme ayırıcı-sentez adını verir.

Umberto Eco’nun “Bir anlatımın anlamı nesnenin varlığına bağlı değildir, anlatım bir nesneyi göstermez, kültürel bir içeriği gösterir,” der. Gösteren/gösterilen ilişkisi yerine anlatım/içerik ilişkisini getirir.