Anlık izlenimler üzerine birkaç söz derledim bugün:

1- Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun

aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.

Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik

sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,

iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o

puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin

akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık

izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,

kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,

bizi değişmek çirkinleştirir de.

(Ömür Hanımla Güz Konuşmaları’ndan - Şükrü Erbaş)

2- Attar dükkanından bir kitap ve biraz da anlık izlenimlerle dönselerdi ya! (yn)

“Pek az şair yaşadığı şehre Baudelaire kadar tasarruf etmiştir. Seine Nehri hâlâ onun anlattığı gibi akıyor; can sıkıntısı zaman zaman insana onun duyduğu gibi yokluyor ve muzlim ufuklara çekiyor. Muhakkak ki keskin dikkati ile şehri yakalamış ve ona kendi azabından bir şeyler geçirmiş. Şurası da var ki, Paris’in ve insan şartlarının çok derinden değiştiği bir zamanda gelmişti ve nefsine karşı hiçbir muvazaayı kabul etmeyecek kadar zalimdi. Baudelaire’in öldüğü günlerde bizim Tanzimatçılar, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa Paris’te idiler. Fakat hiçbiri ondan bahsetmez. Zira Tanzimat neden bahseder ki? Onlar Avrupa’ya başları sıkıldıkça uğranılan attar dükkanı gibi bir şey sanıyorlar, alacaklarını aldıktan sonra çabucak kapıyı kapatıyorlardı. Ne çıkar, hâlâ Garp’tan bahsetmeyi kendimize ihanet sayıyoruz. Hâlbuki o devirde Avrupa’dan bahseden tek bir kitap, bütün o üstünkörü terkip ve adaptasyonlardan ne kadar fazla yolumuzu kısaltırdı.”

(Ahmet Hamdi Tanpınar, “Notre-Dame’dan Başıboş Düşünceler”)

3- Baudelaire’ın flâneur için söylediği kalabalıklar arasında olmak tutkusunun içinde, anlık izlenimleri kaçırmamak da yok mudur? (yn)

Baudelaire, “Modern Hayatın Ressamı” adlı yazısında, modern sanatçının ideal tipinin çizgilerini biraz daha belirginleştirir: “Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda yaşar. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flâneur için, tutkulu gözlemci için, ahalinin orta yerini, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir (…) Evrensel hayat âşığı, dipsiz bir elektrik sarnıcına girer gibi dalar kalabalığın içine. O, kalabalığın kendisi kadar büyük bir aynaya, bilinçle donatılmış bir kaleydoskopa benzetilebilir. Hayatın çeşitliliğini, tüm öğelerinin uçarı zarafetini yeniden üreten bir kaleydoskop. Kendi dışındakine bir türlü doymayan bir ben’dir o: Dışındakileri, daima istikrarsız, ele avuca sığmaz olan hayattan daha canlı imgelerle ifade eden bir ben”dir ve “modern hayatın ressamı” olan Constantin Guys’ın deyişiyle “kalabalığın içinde sıkılan insan aptalın tekidir!”. Yani, sanatçı, Simmel’in sosyolojinin çalışma alanını saptarken söylediği üzere, kent hayatındaki gündelik, geçici izlenimlerden ve anlık görüntülerden güzellik damıtmak için kentin kamusal alanını yuva olarak benimsemiştir. Bunun gibi, “kusursuz flâneur” sıradan bir gezginden farklı olarak, “yüce” bir amaca, modernliğin izini sürmek ve/ya “geçici olandan ebedi olanı damıtmak” gibi bir ideale sahiptir: “İşte gidiyor, koşuyor, arıyor. Peki ne arıyor? Benim resmettiğim şekliyle bu adamın, büyük insan çölünün ortasında durmaksızın gezen, canlı imgelem gücüne sahip bu yalnız adamın, basit bir flâneur’den daha yüksek bir amacı, rastlantıların getirdiği uçucu zevklerden daha genel bir hedefi vardır kuşkusuz. O, modernite adını vereceğim şeyi aramaktadır […] Bu adam, modadan tarih içerisinde barındırabileceği her türlü şiirselliği devşirmekte, geçici olandan ebedi olanı damıtmaktadır”. O halde, modernite ile kastedilen “bir yarısı sonsuz ve değişmez olan sanatın, gelip geçici, ele avuca sığmaz, koşullara bağlı olan diğer yarısıdır”.

(Baudelaire’in Modernlik Kehanetleri: Modernleşmeye Karşı Estetik Modernizm- skopbülten / Fırat Mollaer)