‘Kıbrıs Türk toplumunu AB’de daha görünür kılmak istiyorum. Kıbrıs’ın bütün yurttaşları AB yurttaşıdır. Tanınmamış bir toplumdan gelen biri olarak AB parlamenteri olmanın getirdiği zorunluluklar söz konusu’

AP Milletvekili Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek: Tanınmamış bir toplumu görünür kılmak istiyorum

Dr. Mine Yıldız / Brüksel

Kıbrıs halklarının barış içinde yaşaması için mücadele eden Avrupa Paralamentosu milletvekili Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek ile Doğu Akdeniz’deki enerji krizi, Türkiye-Kıbrıs ilişkilerinin geleceği, Türkçe’nin AB’nin resmi dilleri arasında yer alması konusunda başlattığı girişim ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini konuştuk.

Kıbrıslı Türk akademisyen ve yazar Niyazi Kızılyürek 1959’da Kıbrıs’ın Bodamya köyünde doğdu. Uzun yıllar adanın güneyindeki Kıbrıs Üniversitesi’nde çalıştı. 2019’da Emekçi Halkın İlerici Partisi-AKEL tarafından Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aday gösterildi. AP’ye giren ilk Kıbrıslı Türk oldu. Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, Doğmamış Bir Devletin Tarihi; Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler gibi pek çok yayımlanmış eseri var.

AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sondaj çalışmaları nedeniyle Ankara’ya yaptırım kararı aldı. Doğu Akdeniz enerji denkleminde Türkiye ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin rolü nedir?
Öncelikle şunu söyleyeyim. AB, Türkiye’ye bu konuda ciddi bir yaptırım uygulama niyetinde değil. Nitekim yapılan göndermeler ve yaptırımla ilgili konular Kıbrıs Rum tarafını asla tatmin etmedi. Rum tarafından bir hayli şikayet var. AB, Türkiye’ye çok ciddi yaptırım uygulama niyetinde olmadığını belli etti zaten. Öte yandan tabiki bir şey yapmak zorundaydı. Çünkü, Türkiye Doğu Akdeniz’de bir kuvvet politikası uyguluyor ve orada Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaptığı sondaj çalışmalarını sekteye uğratmaya çalışıyor. Konuyu başka bir açıdan görürsek, öbür yandan Kıbrıs Rum tarafının çok ciddi bir yanlışı olduğunu görürsünüz. Çünkü Doğu Akdeniz’de enerji politikası üzerinden kurulan jeopolitik oyun Türkiye’yi dışlayan bir jeopolitik oyun. Yani, Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail, Mısır gibi ülkelerin işbirliği ve başta İsrail olmak üzere (bunun da mimarı bence İsrail’dir) Türkiye’yi dışarıda bırakan bir politika uygulamaya çalışıyorlar. Türkiye buna itiraz edecektir. Türkiye diplomasi alanında yapamadığını kuvvetle yapmaya çalışıyor, kuvvet gösterisiyle yapıyor. İster istemez de uluslararası hukukun bazı unsurları çiğneniyor. Öyle olunca da Avrupa Birliği (AB) gelip, ‘Yaptırımda bulunurum’ diyebiliyor. Ama ciddi değil.

‘Kıbrıs’ın iki resmi dili var’

Avrupa Komisyonu’na Türkçenin AB’nin resmi dilleri arasında yer alması talebinde bulundunuz...
Öncelikle şunu söylemeliyim, Türkçenin AB’nin resmi dillerinden birisi olmasıyla ilgili ilgili başlattığım çalışmanın dayandığı nokta, yani, neden ‘Türkçe’nin AB resmi dillerinden birisi olmasını istiyorum’ sorusunun yanıtı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki resmi dili olmasıdır. Bu benim Kıbrıslı Türk olmamla ilgili bir durum değil. AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin iki resmi dili var: Biri Yunanca diğeri Türkçe. Dolayısıyla benim hukusal dayanağım bu. AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dillerinden biri olan Yunanca AB’nin resmi dilleri arasında ama diğeri Türkçe ve dışarıda kalmış. Bunu yanlış buluyorum ve bunun düzeltilmesini istiyorum. Başlattığım çalışma bununla ilgili. Şu ana kadar gerek Avrupa Komisyonu’na gerek Avrupa Konseyi’ne yazdığım mektuplarda bu konudaki taleplerimi dile getirdim.

Siz bir ilksiniz, Kıbrıs siyasi tarihinde. Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları için Avrupa Parlamentosu’na seçilmiş olmanız ne anlama geliyor?
Ben Kıbrıslıyım. Bir kere benim içinden çıktığım toplum Kıbrıs Türk toplumu izole bir toplum, dünyada tanınmamış bir toplum. Kıbrıs’ın kuzeyinde izole bir şekilde yaşıyor, bir tek Türkiye’ye bağımlı olarak hayatını sürdürmek durumunda kalıyor. Kıbrıs sorunu çözülmediği için bu “de facto” durum devam ediyor. Çünkü bir tarafta hükümet olarak tanınmış Kıbrıslı Rumlar var Kıbrıs Cumhuriyeti adına, diğer tarafta tanınmayan bir Kıbrıs Türk toplumu ve onun ilan ettiği bir devlet var, tanınmayan. Dolayısıyla tanınmamış bir toplumdan gelen biri olarak Avrupa parlamenteri olmanın getirdiği birtakım beklentiler ve zorunluluklar var.

Nedir o beklentiler?
Beklentiler şöyle, ben Kıbrıs Türk toplumunu AB kurumları içinde daha görünür kılmak isterim. AB’nin Kıbrıslı Türklere de daha yakınlaşmasını istiyorum çünkü Kıbrıslı Türkler AB yurttaşıdırlar, bunu iyi anlamak lazım, burası Türkiye’de çok az biliniyor. Kıbrıs’ın bütünü AB toprağı, Kıbrıs’ın bütün yurttaşları da AB yurttaşıdır. O nedenle Kıbrıslı Türkler AB seçimlerinde oy kullanabiliyorlar. Dolayısıyla AB’nin bu en küçük topluluğu Kıbrıslı Türklerin, birtakım beklenti ve sıkıntıları var. Benim derdim bunlarla uğraşmaktır. Türkçe dilini de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dillerinden biri olması hasebiyle gündeme taşımamın asıl nedeni de Kıbrıslı Türklerin AB içinde daha iyi bir yere girmeleridir. Ticaret yapma imkanlarını zorlamaya çalışıyorum. Daha görünür olmalarını sağlamaya çalışıyorum. Dolayısıyla AB’yi Kıbrıslı Türklere yakınlaştırmak, Kıbrıslı Türkleri AB ye yakınlaştırmak gibi bir derdimiz var. Bu -tabi- hiçbir siyasi ağırlığı olmayan Kıbrıs Türk toplumu adına bu işleri yaparken arkamda bir hükümet desteği yok, çünkü burada beni temsil eden, bana destek verecek bir AB üyesi devlet yok. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin konumu malum, Kıbrıslı Türklerle bir gerilim ortamında ve etnik huzursuzluk içinde yaşıyor ve bu işleri kotarmak oldukça zor oluyor.

‘Türkiye, kuzeye hükmediyor'

Türkiye’de yerel siyaset, Kıbrıs siyasetini ne ölçüde etkilemekte, yansımaları ne olmaktadır?
Burada çok net ve açık olan, Türkiye hükümetlerinin Kıbrıs’ın kuzeyinde son derece ağırlığı olduğudur. Hükümetler, orayı yönlendiriyor. Kuzey Kıbrıs çok doğru bir şekilde bazı uluslararası kurumlarda adlandırıldığı gibi Türkiye’nin bir alt birimidir. Türkiye’nin hükmettiği bir alan. Ordusuyla, bürokrasisiyle, mali gücüyle… Dolayısıyla etkileme bir yana, doğrudan hayatı şekillendirip yönlendiriyor.

Türkiye’de iktidar değiştiğinde Kıbrıs’a yönelik perspektif değişiyor mu?
Yöntem çok değişmiyor. Kıbrıslı Türklerin iradesini ciddiye almayan, yönlendirici bir güç olarak o noktada çok ayrı bir siyaset görmüyorsunuz. Ama tabii ki örneğin, laik kesimler iktidar olduğu zaman Kıbrıs’ın kuzeyine cami doldurmaya meraklı değiller. Ama AKP oraya cami doldurmaya meraklı, din derslerini okullara sokmaya, imam hatip okulları açmaya meraklı mesela. Böyle bir fark görebilirsiniz. Ama Türkiye Kıbrıs ilişkilerinde Türkiye’nin kuşatıcı bir güç olduğu gerçeği ortadan kalkmıyor.

‘Federal kıbrıs devleti fikri’

Türkiye-AB ilişkilerini ve üyelik sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye-AB ilişkileri bütün tarihinin en zor dönemlerinden birinden geçiyor. Süreç neredeyse donmuş vaziyette. TR-AB ile üyelik müzakerelerine 2005’te başladı. 2005’te başlamasının temel nedenlerinden bir tanesi de Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda irade sergilemiş olmasıydı. Yani, Türkiye Annan Planı’na, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüme ‘evet’ dediği için ve Kıbrıslı Türkler de bu konuda bir irade beyan ettikleri için Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin önü açıldı. Bu ayrıntıyı anlamakta yarar var. Türkiye’de maalesef çok az konuşulan bir şeydir, sanki Türkiye böyle durduk yerde birden bire müzakerelere başladı. Hayır, Türkiye 1999 Helsinki Zirvesi ve daha sonraki zirvelerdeki kararlarla müzakerelere başladı ve hepsinde de Kıbrıs sorununun çözümüne katkı koymak şartı vardı zaten. Dolayısıyla 2004’te AKP hükümeti Annan Planı’na ‘evet’ dedi ve çözümü destekledi. Bunu böyle yaptığı için 2005’te Konsey görüşmeleri, müzakereleri başlatmaya karar verdi. Dolayısıyla, Türkiye’nin kendi yaptığı uzun yıllara yayılan çalışmaları vardı ama burada dönüm noktası Kıbrıs sorunudur. Türkiye’nin ilk defa o dönemde federal bir Kıbrıs devleti fikrini desteklemiş olmasıdır. Ondan önceki zamanlarda Rauf Denktaş’ın hükmettiği ortamlarda Türkiye hiçbir zaman bu tür bir çözüme ‘evet’ demiyordu, iki ayrı devlet, konfederasyon talep ediyordu. Dolayısıyla BM parametrelerinin dışında bir Kıbrıs politikası uyguluyordu. AKP hükümeti, AB sürecine ihtiyaç duyduğu için o dönemde bir esneklik sergileyip Kıbrıs’ta federasyon fikrine, Annan Planı’na ‘evet’ dedi. Karşılığında da müzakereler başladı. Ancak başlar başlamaz da süreç tıkandı. Tıkanma noktasına baktığınız zaman yine Kıbrıs’ı göreceksiniz. Çünkü üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye, ‘Protokol 10’u imzaladı ama yerine getirmedi. O ne diyor: ‘Türkiye AB üyesi bütün ülkelerle Gümrük Birliği uygulamak zorundadır.’ Türkiye, ‘Ben Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımıyorum, limanlarımı Kıbrıslı gemilere açmıyorum’ dediği için bu defa süreç yeniden tıkanmaya başladı. Peş peşe dosyalar kapatıldı. Yani hem üyelik müzakerelerinin başlamasında Kıbrıs Sorunu vardır, hem sürecin yavaşlayıp donmasında Kıbrıs sorunu var.

Sonra ne oldu?
O dönemde Hıristiyan demokratlar ve Nicolas Sarkozy (dönemin Fransa Cumhurbaşkanı) Türkiye’nin tam üye olamayacağını söylemeye başlamışlardı. Dolayısıyla bir bakıma da Kıbrıs sorununu kullanmış oldular. Ama öte yandan şu da bir gerçektir ki, Türkiye üzerine düşen ev ödevini Kıbrıs konusunda yapmadı. Limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti’ne açmadı. Dolayısıyla Türkiye karşıtı olan bazı güçlere de resmen fırsat vermiş oldu. O gün bugündür giderek dosyalar dolduruldu. Daha sonra Türkiye’nin kendisinin demokratikleşme süreci rayından çıktı. Aşağı yukarı 2010’dan sonra ve Gezi’den sonra, Türkiye-AB ilişkileri durma noktasına kadar geldi. Buradan çıkaracağımız bir sonuç var. Kıbrıs sorununun çözümü demek Türkiye açısından da, AB-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlandırılması demek. Bir anda bütün kapalı olan dosyalar, başlıklar açılır ve yeniden müzakere süreci ivme kazanır. Türkiye karşıtı hiçbir Avrupalı da Kıbrısı bir bahane olarak kullanamaz.

AB’nin geleceği ne olacak?

AB’nin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Brexit’le önemli bir kopuş yaşandı.
AB’nin geleceğini çok tatışacağız. İçinden geçen dönem AB için bir geçiş süreci, Brexit bunu daha da açığa çıkardı. Dolayısıyla AB’nin ciddi kararlar alması gerekiyor. Öncelikle, yoluna nasıl devam edecek? 1950’lerden beri kurduğu yapıyla devam edebileceğini çok zannetmiyorum. AB’nin ciddi siyasi reformlara ihtiyacı vardır. Ursula von der Leyen komisyon başkanı seçildikten sonra AB’nin geleceğine dönük bir konferans örgütlüyor, iki yıl sürecek olan bir konferans. Oradan bir takım sonuçlar çıkması bekleniyor.