Farklı yazarların makalelerinden derlenen Arabesk Yeniden kitabının hazırlayanları Sibel Öz ve İsmail Afacan arabeskin edebiyatta yarattığı tahribata, “Arabesk basit ve şiddete yatkın erkek dilini edebiyatta meşrulaştırırken dili de yoksullaştırıyor” diyerek dikkat çekti.

Arabesk dili yoksullaştırıyor

Emre Ceren

Arabesk kültür Türkiye’de yıllardır tartışıyor. Arabesk üzerinden pek çok popüler tartışma da yapıldı. Sibel Öz ve İsmail Afacan’ın hazırladığı Arabesk Yeniden kitabı ise popüler tartışmalara sıkışmadan içindeki yazılarla arabeskin teorik altyapısını okurla buluşturuyor. Üstelik kitap içindeki makalelerin güçlü eleştirel duruşuyla arabesk hakkında sözünü de sakınmıyor.

Sibel Öz ve İsmail Afacan ile arabesk kültürünü konuştuk.

Günümüz popüler edebiyat dergileri arabeski yeniden üretiyor mu?

İsmail Afacan: Tam olarak arabesk yeniden üretilmiyor. Sıfırdan bir üretim söz konusu değil çünkü. Var olanın restore edilmesi, yeniden kurgulanması söz konusu… Arabesk kültürün edebiyat alanındaki en önemli duraklarının başında popüler kültür dergileri geliyor. Sadece kapaklarına ve manşet sözlerine bakmak yeterli diye düşünüyorum. Bu dergilerde arabesk “isyanın dili” olarak görülüyor. Aslında yapılan yenilgi güzellemesinden ötesi değil. Döne döne “Yenil, yine yenil, daha iyi yenil” hikayeleri anlatılıyor…Bu dergilerdeki arabesk ve nostaljik dili 2010’ların siyasal atmosferi ve toplumsal alt üst oluşlarıyla birlikte düşündüğümüzde daha iyi anlayabiliriz.

Türkçe edebiyatta Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay’ın anti-kahramanlarını düşünecek olursak, günümüz edebiyatında karşılaştığımız anti-kahramanları nasıl yorumluyorsunuz? Anti-kahramanlığa ne oldu?

Sibel Öz:Örnek verdiğiniz Atılgan ve Atay’ın anti kahramanları, pasif direniş niteliğindeki itirazlarıyla topluma ve dış dünyaya uyum sağlamayı reddederler. Benlik arayışları onları toplumun kıyısında kalmaya, yabancılaşmaya ve başarısızlığa mahkûm etse de,‘yapmama/katılmama’ tutumları aslında metalaşmış dünyanın ikiyüzlü ilişkilerini açığa çıkartır. Günümüzde yayınlanan edebi metinlere bakıldığında ise yine anti-kahraman karakterlerin yoğunluğu dikkat çekiyor. Bu karakterlerin, çoğunlukla büyük kentlerde yaşayan, yalnız, bunalımlı, kırgın/küskün ve neredeyse tamamen erkek bireylerden oluştukları belirtilebilir. Topluma uyum sağlayamayan, yer yer uyumsuzluğuyla barışık görünen bu anti-kahramanlar genellikle yalnızlıklarıyla barışık yaşayıp çözümsüz kalırlar. Karakter ve mekân seçimlerindeki kısıtlılık, metnin zamanla bağını koparması ve olay ya da eylemden kaçması gibi unsurlar, günümüz metinlerinde göze çarpan önemli veriler. Ancak burada asıl belirleyici sorun güncel edebiyatın, modernizmi sorgulayan ve kenti keşfeden öncüllerinin aksine, günümüzde orta sınıf ufku ve konforuyla, kendine kapanmış kentli bireyin bunalımlarında takılıp kalmış olması.

KADIN İTİBARSIZLAŞTIRILIYOR

Bu yeni arabesk anti-kahramanların erkek egemen kültürle ilişkisi nedir?

S.Ö: Geleneksel anlatılarda kahraman, toplumun muhtaç olduğu güçlü, korkusuz, yakışıklı, kurtarıcı figürü simgeler ve ideal erkeklik olgusuyla tam olarak örtüşür. Kahraman ile erkeğin gücü ve iktidarı yeniden üretilip kutsanırken, toplumsal cinsiyet rollerinin vazgeçilmezliği de pekiştirilmiş olur. Postmodern anlatıda ise artık kahraman yerine, anti-kahraman sahnededir. Kahraman, artık toplum uğruna her zorluğa katlanan, mücadeleci ve idealist bir kişilik olmaktan çıkmış, bir losergörünümüne bürünmüştür. Bu loser, tabii ki erkektir; kadınların böyle bir lüksü yoktur. Ergen erkeklik dünyasını, baba-oğul ilişkisini, erkekliğin türlü hallerini didikleyen, genellikle aforizmalarla, afili cümlelerle konuşan, altı boş olsa da okuru ‘derin’ adamların dünyasına buyur eden bu metinler, uyumsuzluğu ya da reddi bir tavır olarak değil, bir imaj olarak giyinmiş durumdadırlar. Kaybedenler Kulübü ya da Issız Adam havasındaki bu erkeklerin imkânsız aşkları, egosal patlamaları, polisiye tadındaki maceralı yaşamları, şiddete yatkınlıkları ya da hiç olmayı kutsayan ancak hiç olmanın dayanılmaz ağırlığıyla sağa sola saldıran müzmin hatta keş muhaliflikleri üzerine hikâyeler yazılıp filmler çekilerek, 2000 sonrası edebiyatımızda kalburüstü arabesk anti-kahramanlar yaratıldı. Her açıdan kadını nesneleştiren, itibarsızlaştıran bu tutunamayan/kaybeden erkek edebiyatı tabii ki erkek egemen kültürü besliyor.

Sibel Öz kitaptakiyazısının bir bölümünde arabeskin etkisi altındaki 2000 sonrası bazı üretimler için, “Edebiyatın aynı zamanda bir dil işçiliği olduğu gerçeği gölgelenmiştir” diyor. Burayı biraz açar mısınız?

S.Ö:Son dönemlerde bazı metinlerde revaçta olan sokak Türkçesi, özellikle ortalama okur tarafından olumlu karşılansa da dildeki bu dejenerasyon etkisini uzun yıllar hissettirecek gibi görünüyor. Bu dil sokağın dili, doğal, samimi, dolaysız, duru bir dil olarak pompalandı. Oysa edebiyat aynı zamanda bir dil işçiliğidir. Yani ne anlatıldığından çok nasıl anlatıldığı önemlidir edebi metinde. Yoksa milyonlarca yıllık insanlık tarihinde yeni konu yoktur. Meselesi sadece kendisi olan, sorunları aforizmalar düzeyinde ele alan, bir ucundan isyana diğer ucundansa arabesk bir dünyaya kolayca savrulan bahsettiğimiz bu furya, basit ve şiddete yatkın erkek dilini edebiyatta meşrulaştırırken dili de yoksullaştırıyor. Vasatlık sınırındaki metinler popüler kültürün bir alanı olarak el üstünde tutuluyor, çok satıyor, okuru da oldukça kuşatıyor.

Arabesk kültür tartışmasında, kitle hareketleri ve kültürel üretim açısından, 1980’ler ve 2000’ler arasında nasıl bir bağ var? 1980’lerde başlayan dönüşüm 2000’lerde nasıl bir yere evirildi?

İ.A: Arabesk kültür 1960-1990 arası dönemde önemli bir karşılık buldu. Köyden kente göç eden, gecekondu mahallerinde yaşayan, kent hayatına uyum sağlayamayan emekçiler içinde yaygınlık kazandı. İlk başlarda arabeske mesafeli duran devlet erkanı 12 Eylül ve Turgut Özal iktidarı döneminde arabesk el üstünde tuttu. Sol-entelektüel çevreler arabesk kültürün “kaderci”, “bireyci” ve “çıkışsızlık” içeren ruh haline itirazlar yaptı. Kültürel anlamda önemli bir mücadele yürüttü.

1990’larla birlikte arabesk duygu dünyası ve sanatsal üretim güç kaybetmeye başladı. Bu süreçte pop kültür baskınlaştı. 90’ların ikinci yarısından sonra rock müzik büyük bir atılım yaptı. Arabesk müzisyenler son temsilcilerini bu dönemde çıkarsa da tarihsel ve sosyolojik zeminini hızla kaybetti… 2000’lere geldiğimizde arabesk üretimler görmesek de 1960-1990 arası dönemdeki arabesk müziğin “babaları” yeniden restore edildi. Müslüm Gürses figürü burada oldukça önemli… Ya da rock ve rap müzikle melezlenmiş bir arabesk sıklıkla karşımıza çıkar oldu. Sadece müzikte değil, edebiyatta ve sinemada da… İşin ilginç yanıysa bu restorasyon ve modernizasyon sürecinde sol-entelektüel çevrelerin görev almasıydı.

AKP iktidarının yarattığı ekonomik ve kültürel yıkım yeniden arabeskleşme sürecini hızlandırdı. Arabeskin klasik üreticileri her zamanki gibi iktidarın yanında konuşlanırken; dinleyici kitlesinde büyük bir genişleme yaşandı. Üniversite gençliği, beyaz yakalılar ve sol çevrelerde yoğun bir karşılık buldu. Bunda AKP iktidarı döneminde küçük burjuva kesimlerin yaşam tarzlarına yapılan müdahaleler ve siyasal olarak değişmezlik hissine kapılması onları arabesk kültürle yakınlaştırdı, barıştırdı. Arabesk 2000’li yıllarda, popüler kültür tarafından nostaljiyle harmanlanarak soylulaştırıldı.