Bir çare arıyoruz halimize. Çoğunlukla kişisel bir huzursuzluk gibi başlıyor. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor çareler konusunda.

Bir çare arıyoruz halimize. Çoğunlukla kişisel bir huzursuzluk gibi başlıyor. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor çareler konusunda. Bir takım ipuçları. Bildiğiniz soru işte ne olacak bu memleketin hali? Daha da özüne inelim mi meselenin: ne olacak bu solun hali? Memleketin haline ne demekteyiz yani topluca. İşte sorun da burada başlıyor.

Dolaşıp birbirimize çarpıyoruz bir avuç insan. Durmadan platformlar kuruyoruz. Başı sonu, ucu bucağı olmayan platformlar. nokta nokta ile dayanışma platformu. Kampanyalar örgütlüyoruz. Bugün buna yarın ona. Zaman emek ve enerjimizi koyuyoruz hepsine. Hepsine. Zaten az olan zaman emek ve enerjimizi. Bir mirasyedi gibi davranıyoruz çoğunlukla. Olmasın diye değil bunlar ama. Şu soruyu sormadan edemiyor insan. Bir önceki deneyimden ne kalıyor geriye. Bir başarı? Diğer ezilenlerinde gözünde umut ışığı yakacak bir küçük zafer? Bir sonraki mücadeleye aktarılan biriktirilmiş ilişkiler? Bir sonraki mücadelede kullanabileceğin bir zemin? Farklı politik gruplar arasında birlikte mücadele etmenin getirdiği bir güven ilişkisi? Bir ortaklık duygusu? Ezilenlerle, hayatı değiştirecek öznelerle sürekli, devamlı ve gerçek bir ilişki? Hangisi? Hangisi hepimizin hanesine ezilenlerin ortak bir kazanımı olarak yazılıyor? Cevap hiç biri. Tüm bu eşsiz deneyimler bir kanalık kuyunun içerisinde kaybolup gidiyor.

Kendi Kuyumuzun İçinde

Biz şu şu şu meselede şunu yaptık diyenler elbet var. Verdikleri emekleri görmezden gelmek için söylemiyorum ama kimin haberi var? Hep birlikte geliştirebildiğimiz yanıtlar pek bir kısıtlı, onun deneyimi benim olamıyor bir türlü, arada görünmez duvarlar. Kimi alanlarda ipuçları var elimizde. Kimi yaptıklarından mücadelesinden memnun, umut verici buluyor kendi köşesinden yaptıklarını. Bir partiye, bir siyasi gruba, bir derneğe üye. Kimi sonu gelmeyen ve canımızı yakan dışarıda kanlı canlı duran gerçekle ilişkisi kendinden menkul tartışmalara fazlaca maruz kalmış. Maruziyet maraza dönüşmeden çekilmiş kendi yalnızlığına. Ama bunun kendi kuyusu olduğunun farkında.

İçeriden Bağlanmak Mümkün mü?

Karamsarlık olsun diye yazmıyorum bunları. Kendi kuyumuzdan çıkmak mümkün mü diye sormak için yazıyorum. Zira karşımızdakiler güçlüler ve birlik halindeler. Birlik halinde sömürüyorlar insanı. Onu hep birlikte bir makine parçasına dönüştürmeyi hayatın kuralı sayıyorlar. Dünyayı yaşanmaz bir hale getiriyorlar el birliği ile. Makine başında iş kazası olmazsa ekolojik tahribatla yarattıkları selle boğuyorlar. Uluslara bölüyorlar bizi cinsiyetlere kendilerinden olmayanları aşağılıyor yok sayıyor, olmadı katlediyorlar. Biz kendi kuyumuzda oturuyoruz. Bazen kendi yaptığımız işten memnun bazen huzursuz. Ama kendi kuyumuzda. Kafamızın içerisindeki kompartımanlarda da oturan konuklar var. Ekolojistler feministler sosyalistler ve daha neler. Ah bunları bir araya getirsek?!!! Kendi politik doğrularımızı durmadan kendimize ve kendi kuyumuzun içerisindeki diğerlerine tekrarlamaktan bıkmadık mı? Bu politik doğruları başkalarının da hayata geçirebileceğine ne zaman inanacağız. Bir deri fabrikasında çalışan bir işçi ile hayvan haklarını tartışmanın ancak onun örgütlenme mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğumuzda mümkün olduğu ne zaman kafamıza dank edecek? Aynı işçinin ailesinin fındık üreticisi olduğu mesela? Başka birinin zehir saçan bir nehrin kıyısında yaşadığı, diğerinin ev içi şiddetin mağduru olduğu? Ve tabii bir de bu işçilerin köylülerin ezilenlerin çoğunun kadın olduğu.

Taciz ve Siyaset

Kadın demişken “kadın meselesi” kompartımanından konuşmanın tam sırası belki de. Kendi meselemiz üzerine konuşma hakkını elde etmişken durmayalım bari. KESK Genel Başkanı diğer bir yöneticinin bir çalışanı tacizi “iddiası” sebebiyle istifa etti. Ne yazık ki biz kadınlar açısından sendikalardaki herhangi bir taciz vakası, başka yerlerde olduğundan daha şaşırtıcı değil. Bu son istifanın  “büyük siyaset” komploları ile tartışılması asıl meselenin üstünü örtüyor. Ortada daha büyük bir sorun var. Çünkü taciz “siyaset” tanımın dışında başka bir siyasetin bir aleti imiş gibi ele alınıyor. Kadınları hayatları hakkında karar alınacak mekanizmalardan dışlamanın bir yolu olarak taciz “siyaset” sayılmıyor. Sorarsanız “adi vaka” “küçük siyaset”. Belki de sorular şunlar olmalı: bu sendikada taciz ve ev içi şiddet sorunları için başvurulacak kadınların belirlediği bir mekanizma var mıdır? Bu mekanizma mevcut disiplin süreçleri dışında işletilebilir mi? Yani daha doğrudan ifade edersek mesela tacizcinin imzası gerekmeden. Bu başvuru mekanizmasının başvuru süreçleri üyelere yöneticilere çalışanlara anlatılmış mıdır? Buna kaynak, zaman ve enerji ayrılmış mıdır? Cevabı biliyorsunuz, cevap koskoca bir hayırdır. Akla gelmemiş bile olması muhtemel. Onca yapacak “büyük siyaset” varken sıra gelmemiş olmalı(!) hayatı değiştirecek “küçük siyaseti” ana doğrultumuz yapmaya.