Ne kimseyi bilmezlikle itham edebilirim ne de bildiği halde gerçekleri eğip büken bir faydacı olmakla…

Bir miktar dikkatsizlik diyebilirim ya da konusuna etrafı göremeyecek kadar fazla kaptırmış olma durumları…

Aslında ülkede bunca can yakıcı sorun yaşanırken bu konulara girmek istemezdim. Ama, önce 22 Aralık 2015 tarihli BirGün’de İzmir Çeşme’de 5 RES projesine karşı çıkan bir dernek yöneticisinin; “RES’ler insanlarımızda rüzgar sendromu gibi sağlık sorunları yaratmasının yanı sıra, yüksek gerilim hatlarıyla da ilçe tehlike yaşayacak. Ayrıca Aktaş Barajı’nın bulunduğu alanda enerji depolanacak, orası da küçük çaplı bir nükleer santrale dönüşecek.” biçiminde açıklaması ve ardından 03 Ocak 2015 tarihli BirGün Pazar ekinde bir milletvekilinin; “RES türbinlerinin yerleşim alanlarının yakınına yerleştirilmesinin insan sağlığı açısından olumsuz etkileri defalarca kanıtlanmıştır.” şeklinde ifadesinden sonra bu sağlık sorunlarını sıralıyor ve devam ederek, “Bu etkiler 5 km. mesafe içinde oluşmaktadır. Bu etkiler tıpta Rüzgâr Türbini Sendromu olarak adlandırılmaktadır.” biçimindeki açıklamasından sonra bir şeyler yazmaya karar verdim.

Açıklamalardaki, “enerji depolanması”, “nükleer santrale dönüşme” gibi absürt saptamalara değinmeyeceğim. Yine bu açıklamalardaki “ etkileri defalarca kanıtlanmıştır”, “bu etkiler 5 km. mesafe içinde oluşmaktadır” gibi kesinlik taşıyan cümlelere de değinmeyeceğim.

Ama her iki açıklamada da adı geçen, ‘Rüzgâr Türbini Sendromu’ ibaresi hakkında birkaç cümle edeceğim. Rüzgâr Türbini Sendromu, Amerikalı Doktor Nina Pierpont’un araştırmalarını içeren kitabının adıdır. Büyük ihtimal açıklamalar da bu kitaba dayandırılmaktadır. Pierpont, bu araştırmasında; ”Bir şeye açıklık getirelim. Türbinlerin yakınında yaşayan herkes bu semptomlara sahip olmuyor. Tek başına, bütçesiz bir araştırmacı olarak, hangi mesafelerde insanların yüzde kaçının bu semptomlara sahip olduklarını hesaplamak için gerekli örnekleri elde edemedim.” diyor.



Anlaşılacağı üzere araştırma önemli sağlık sorunlarına işaret ediyor ancak, yazarının da belirttiği gibi net konuşabilmek için daha pek çok adıma gerek olduğu ortada.

Ülkemizde enerji ve çevre konusunda herkes bir şeyler söylüyor. Ancak fikrimce konu, yüzlerce kez ölçüp bir kez biçmek mantığıyla ele alınmalı. Zira bir kez yanlış yaptınız mı inandırıcılığınızda uçup gider. Oysa sistemin sahtekarları ile mücadelede inandırıcılık en önemli dayanaktır.

Ne yazık ki bu konuya kimse dikkat etmemekte.

Çevremizde olup biten kıyımların en büyük nedeni kartellerin sınırsız kâr hırsı. Bu da emeğin sömürüsü, enerji ile nadir toprak elementlerine sahip olmak ve militarizm üçlemesine dayanmakta…

Sistemin oluştura geldiği dünyada enerjiye ihtiyacımız var. Ama bizden çok daha fazla kapitalistlerin ihtiyacı var. Yer küreyi yok etme pahasına enerji üretme peşindeler.

Salt insan için değil üzerinde tüm yaşayanlar için yer küreyi koruma ve emeğin sömürüsüne karşı verilecek mücadelede kat edilecek daha çok mesafe var. Öte yandan katedilen bu mesafede geçilecek her köprünün sağlam argümanlarla döşenmiş olması da şart olsa gerek…