Arı büyücüsü

ZEYNEP TUNA

“Anne konuş benimle!.." Son yılların en tekrarlanan cümlesi. Günde bir kaç kez söyleyip, içimden milyon kez tekrarladığım cümle "ne olur konuş be kadın." Kuş sesi, kedi miyavlaması, ses olsun diye bile isteye kırdığım tabak çanak şıngırtısı ve gün boyu aynı görüntünün olduğu kutudan gelen dışında, duymak istediğim tek ses...

Bu suskunluk ne zaman başlamıştı, dün mü, bir yıl önce mi, yıllar önce mi? Yoksa hep mi böyleydi de ben mi kuruyordum? Konuşmaya başlayınca, gamzelerine güller konar, konuştukça coşar, coştukça güzelleşirdi. Güzel annem

Yıllarca aynı evin, hatta odanın içinde yaşayınca birbirine benziyor insan. Dubleks evin ikinci katını, geniş terasında çamaşır kurutmanın dışında kullanmaz olmuştum. Odalarda eşyaların üstünü örtmüş kapılarına kilit vurmuştum, bir zamanlar benim olan, kapısı terasa açılan oda hariç. Haftada üç gün kirlenmeden yıkanan çamaşırları asmak için çıkar, inişi biraz geciktiririm. Odada oyalanır, yatağa uzanıp, tavanda çocukluğumdan kalma süslemelere bakar, yan odadan gelecek sesleri duymak için duvara dayardım kulağımı. Çocukluğumda olduğu gibi. Çocukluk… Hep orada kalsaydım annem hala konuşuyor olur muydu?

Tıp Fakültesinin üçüncü yılında, Nevi Zade'de gittikleri meyhanede görmüş. Fakültede etrafında fır dönen tek bir adama yüz vermeyip, daha önce hiç görmediği biri yüzünden soluğunun kesilmesi de neydi? Kesilen sadece soluğu değildi, aile bağları da kesilmişti. Okulu bırakıp evlenmişler. İkisi de varlıklı ailelerin tek çocuğu. Dedem, anneannem bir kaç yıl onlarla konuşmamış, sonra ben doğunca yelkenleri suya indirmişler.

Babam, Güzel Sanatlar Heykel mezunu. Satmayan heykellerin yaratıcısı. Kıymetinin bilinmediğinden dem vurup, evin yan tarafındaki atölyede heykellerini kendine yapardı. Şimdi kapısındaki koca bir asma kilitle atölye de heykeller de suskun...

Benzer eş dostla bahçe partileri, şen şahane eğlenceler, Avrupa gezileri... Mutlu, ayrıcalıklı bir çocukluk, ergenlik.. Yok, yok. Gözleri birbirine değince ışık saçardı ikisi de. Adının aşk olduğunu öğrenmiştim. Aşk...

Salonun, yaseminlere bakan köşesindeki koltukta oturuyor. Gerçi tuvalete ve yatmaya gitme dışında kalktığı söylenemez. Saçlarına ak düştü o koltukta, çizgiler oluştu bakmaya doyamadığım yüzünde. Hâlâ incecik, zarif, şık. Gözleri hariç, onların ışığı yok. Bu yüzden perdeleri kapatmam, gece tüm ışıkları açarım. Hem suskun, hem ışıksız, "Anne konuş benimle."

Bunca yıl tek kelime etsin diye verdiğim çabayı, duvara versem dile gelirdi. Direnmesine rağmen gitmediğimiz doktor kalmadı. Çaresizlikten hacı hoca, her yol. Tüm yollar suskunluğa çıktı. Kapımızı gelen gidene çoktan kapattık. Kuşu da kediyi de istemedi. Pisi bunu biliyor olmalı ki hiç uğramaz tarafına. Anneannemi de istemedi. Dedem ölünce, mutlu yaşlıların! olduğu bir bakımevine yerleşti. Haftada bir telefonla konuşuyoruz. Kaybetmediği umutla, aynı soruyla başlayıp, aynı inançla kapatıyor telefonu. "Gülperi'm konuştu mu Ayperi'm." Nerdeyse konuşmayı unutan benden ses gelmeyince "Umudunu kaybetme kuzumun kuzusu. Filmlerde de olmuyor mu? Bize niye olmasın. Mucizelere inanmak lazım." Bilime inanan kadın mucizeye kaldı. "İnanıyorum anaanecim, inanıyorum. Çok özledim seni çok ama biliyorsun..." "Biliyorum kuzum, kocaman öpüyorum seni. Gülperi'min de gamzelerinden öper misin? Hadi bak işine sen, kapatıyorum." Nasıl da dik duruyor, acısı bana da geçmesin, sesinin titrediğini anlamayayım diye uzatmıyor konuşmayı.

Kahkahalarla güler " Ben bu insanları anlamıyorum, yan yana oturup, tek kelime etmeden hatta birbirlerine bakmadan telefonlarıyla oynuyor genci yaşlısı." "Aşk yok Peri'm" derdi babam. "Tüketmişler, beslendikleri bir şey kalmamış. Adı iletişim çağı, tık yok." Bahçedeki koltukta, annem göğsünde yatar, kızıl saçlarında dolanırdı babamın ince biçimli elleri. İkisi de uzun boylu, anneanneme çekmişim!...

"Anne konuş..." Canım Gülperi'm gamzelerinden öpme günü." İki yanından öpüyorum usulca, bir de burun ucundan. "Elimde, şu hoşlanmadığın akıllılardan olsa, anneannemin sesini duyardın o da nefesini duyardı." Onca varlık içinde, arkadaşlarının arada burun kıvırmalarına rağmen, almadılar. Armut dibine düşermiş benim de yok. İhtiyaç da yok, arkadaş da. Kuş, kedi, suskun Gülperi...

Ara ara ayna karşısında kahkaha atmayı deniyorum, denemekten ne çıkar diye diye... Bu suskunlar evinde gömülüp gitme düşüncesi, pisinin bacaklarıma sürtünmesiyle, evin bir yerlerinde kayboluyor.

İyi okullarda okudum. Lise bitti. Her ikisi de geleceğime dair plan yapmış olsalar da bana bıraktılar bölüm seçmeyi. Güzel Sanatlar Dramatik Yazarlık. Annem " sen nasıl istersen Peri'cim, hayat senin aslolan mutlu olman." Babam da "Heykel olsaydı, sayende ben de başlardım." deyip kucakladılar.

"Aslolan mutlu olman demiştin, hatırlıyor musun anne." "A unutmuşum sen konuşmuyordun ama duyuyor ve hatırlıyorsun. Babam gittiği gün, sen noktayı koydun, parantezi kapattın her şeye , içinde ben de varım. Bu ev bizim noktamız, büyük köşeli parantezimiz. Giriş çıkış yok." "Bakma bana öyle, on yıl oldu." Işıksız gözlerle bakmasına dayanamıyorum. "Gözlerindeki parıltıyı, gamzelerindeki gülleri, benim mutluluğumu da alıp gitti."

"Bir zamanlar ışık yayılan bu evden, neyse anne aynı şeyleri tekrar etmenin aptallık olduğunu söylerdin..."

En ufak nesnenin bile yeri değişmemişti. Gittiği/yittiği gün nasılsa öyle kalmıştı. Eve gelen yardımcı, gelemez olunca - iyi de oldu- her şey bende. Hayatta tutuyor her gün tekrarlanan işler. İzimin üstüne geri döndüğüm alışverişler.

"Filmin sonunu çok merak ediyorum. Sen etmiyor musun? Arı büyücüsüne ne olmuş? Ha anne!..." Kızarmış Yeşil Domatesleri, her gün, donmuş gölü, üstüne konan yüzlerce göçmen kuşun yanında götürdüğü anlatıya kadar, yüzünden kuşlar geçercesine izler, görüntü orada donar. "Babamı da kuşlar mı götürdü!..."

Telefon çalıyor, anneanne saati değil. Bakımevinin müdürü, "Başınız sağolsun..." diyor ve bir şeyler sıralıyor arka arkaya duymuyorum. Kuşlar geçiyor, ayaklarında donmuş gölle...

"Gitmeye meyledeni durduramazsın." Anne!..