Google Play Store
App Store
Arkadaşım Hüseyin Hasançebi

Çağatay Anadol

1979’un Eylül’ünde Cağaloğlu’nda Başmusahip (musahip=sohbet arkadaşı) Sokak, Tan Apartmanı No 10/11’deki yeşil çuha kaplı toplantı masasına yerleştirilmiş daktiloların sesi odayı kaplıyordu. Orada hummalı bir çalışma içinde olanlar 17 Eylül’den itibaren günlük olarak yayımlanacak Gerçek gazetesinin yazılarını hazırlıyorlardı. İlk sayısı 14 Haziran 1975’te yayımlanan Gerçek, 108 sayı haftalık olarak yayımlandıktan sonra bu tarihte günlük olarak yayımlanacaktı. Bunun nedeni ise 14 Ekim 1979’daki yapılacak ara seçimlerdi. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) için bir kader seçimiydi bu. Bu seçimler bizim için burjuva partileri ile işçi sınıfı partileri arasında yapılan bir seçimden daha öte bir anlam taşıyordu.

Çünkü seçimlere katılma hakkını kazanan işçi partilerinden biri sosyalist hareketin birliğini savunan ve bunun için Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Komünist Partisi ile birleşerek yeni bir parti, yeni bir alaşım yaratmayı savunan TSİP, diğeri ise kendisinin Türkiye işçi sınıfının öncü partisi olduğunu, birlik isteyenlerin gelip ona katılmaları gerektiğini savunan, Behice Boran önderliğindeki Türkiye İşçi Partisi (TİP) idi. Yani bu seçimlerde işçi sınıfı siyasi hareketi için farklı perspektifler sunan iki işçi partisi de yarışacaktı. TİP’in belirgin bir üstünlük sağlaması bu partinin birlik konusundaki tezine güç kazandıracak, birlik ihtiyacının ideolojik birlik temelinde siyasi birleşmelerle sağlanmasını savunan TSİP’in tezini zayıflatacaktı. Bu nedenle olanca gücümüzle bu seçimlere asılıyorduk. Tüm parti üyeleri seçimler için kaynak bulma seferberliğine girmiş, alyanslarını bağışlamış ve elde edilen fon seçim kampanyasının giderleri (kapalı salon toplantıları, yol giderleri, Gerçek’in günlük çıkarılması, afiş ve bildiriler basılması) için kullanılmıştı.

Gerçek gazete formatında altı büyük sayfa olarak yayımlanıyordu. Bu da her gün 20-25 bin kelime, ya da 120 daktilo sayfası tutarında yazı yazmayı gerektiriyordu. Yeşil çuha kaplı masanın çevresinde Tektaş, Yalçın, Hüseyin, Bulend Tuna, Gülgün Tezgider, Ekrem Çakıroğlu ve ben oturuyorduk. Çıkan yazıları Ekrem okuyor, imla hatalarının yanında bazı ilkesel noktalara da dikkat çekiyordu. Hüseyin imzasız yazılarının yanı sıra imzalı olarak da yazıyordu ve altıncı sayfada bir köşesi vardı.

Yanlış hatırlamıyorsam 1977’de İstanbul’a gelmiş ve o vakte kadar sınırlı sayıda arkadaşımızın altından kalktığı yazı-çizi işine omuz vererek hepimize bir soluk aldırmıştı. Bu Trabzonlu yaşıtımın derin bilgisi, bunları sayfaya aktarmadaki kendine özgü üslubunun zenginliği beni şaşırtmıştı. Üstelik iddiayla söylüyorum ki yenilikçi bir bakış açısı vardı. Bizler güvenli çizgilerden ayrılmamaya çalışırken, o bir yandan ayağını sağlamca bu çizgilere dayıyor ama çözümleme derinliğini daha geniş ufuklara eriştiriyordu.

Hüseyin aramızda üslup sahibi bir yazar olarak sivrildi. İmzası kapatılmış yazıları okumaya ve yazarının kim olduğunu tahmin etmeye çalışacağımız bir oyun oynasak en kolaylıkla onun yazılarını teşhis ederiz. Yazılarında hüküm bildirmekle yetinmeyip can alıcı sorular sormaya dikkat ediyor, sert polemikçilikle pedagojik dikkati yan yana getiriyor ve daha da önemlisi bunu belirgin bir lezzetle okura aktarıyordu. Şimdi ne dediğimi daha iyi anlatmak için onun 2010’da Bianet’e yazdığı “Cumhuriyet Değerleri ve Türkiye Solu” başlıklı yazısını okumanızı önereceğim.

Gerçek gazetesini seçim sonuçları alınana kadar, sanırım 45 gün süreyle günlük olarak yayımladık. Kürt devrimci demokratlarıyla ittifak halinde girdiğimiz bu seçimde Türkiye siyasetini etkileyemeyecek kadar küçük, ama parçalanmış sosyalist hareketi etkileyecek kadar önemli bir sonuç aldık.

Hüseyin, 1978 Aralık ayındaki ikinci genel kongrede genel yönetim kurulu üyesi olmuştu. 12 Eylül sonrasında da yeni düzenleme çerçevesinde merkez komite üyesi olarak devam etti. 1984 sonuna kadar Türkiye’deki illegal faaliyete katıldı ve yayın kurulu üyesi olarak doğrudan benimle ilişki içinde görev yaptı.

1984 sonunda MK Politbürosu kararıyla Almanya’ya yollandı. Yurtdışındaki yayın faaliyetlerimizde, başka siyasi partilerle ve kardeş partilerle sürdürdüğümüz ilişkilerde önemli bir rol oynadı. Ama sanırım “keşke gördüklerimi görmeyeydim de rol filan oynamasam olurdu” diyeceği bir şeye de tanıklık etti.

Moskova’daki bir kardeş partiler toplantısında sosyalizmin çöktüğünün resmen kabul edilişiydi bu. 1989 sonunda partimizin yurda dönüş kararıyla birlikte Ekrem Çakıroğlu ve Tektaş Ağaoğlu ile birlikte döndü. Görüş dergisinde, namı müstearı olan Ömer Bedri Canatan ve Hüseyin Hasançebi imzalarıyla yer aldı. Daha sonra harcında büyük emeğimiz bulunan Sosyalist Birlik Partisi yayın organı Birlik dergisinde, bizzat yayımladığı Kızılcık’ta ve Bianet’te yazmaya devam etti.

TSİP’İN TEK FİLOZOFU

Bu yazıyı Hüseyin hastayken yazdım. Doktorlar umut olmadığını söylüyorlardı. Elimi çabuk tuttum ki arkadaşlarının kendisini nasıl gördüklerini, ne kadar çok sevdiklerini kendisi de okusun, bilsin. Bu yazıyı ona sağlık dileklerimi ileterek bitiriyordum. 12 Mayıs’ta öldüğünü büyük bir üzüntüyle haber aldık. Ne yazık ki onun için yazdığım son cümleleri yeniden kaleme almam lazım.

Hüseyin, TSİP’in tek filozofuydu. Hem bu kelimenin klasik anlamına uygun olarak bir münzevi gibi bir lokma-bir hırka yaşar, hem de modern anlamındaki gibi birden fazla felsefe dalına ve beşeri ilimlere değinen yazılar yazardı. Bir halk ermişi, bir Nasreddin Hoca yanı da vardı. Kırmadan, dökmeden alaycı olmayı bilirdi. Pusulası sınıfsız bir topluma ulaşmaya ayarlıydı daima. 2002 Haziran’ında Kızılcık’ta yazdığı “Sosyalist Sol Açmazda ne demek?” yazısını şöyle bitiriyordu örneğin: “Biraz başa dönelim. ‘Dünyanın sosyalist sola ve sosyalizm için mücadeleye hayat veren bir dünya olmaktan çıkmış olması için bu mücadelenin dayandığı sınıf çelişkilerini kapitalizmin çözmüş ve aşmış olması gerekir,’ dedik. Sosyalist solun açmazından sözedenlerin, aslında, kapitalizmin böyle bir çözümü gerçekleştirmiş olduğu, hatta, gerçekleştirebilecek olduğu gibi bir iddiaları da yok. Bir zamanlar vardı; artık hiç yok. Onlara göre, böyle bir çözüm hiç gerekmiyor. Söz konusu çelişkiler hayatın kendisinde mündemiçtir. Gücü gücüne yetene!

Yani, ‘Ne özgürlük olacak, ne de eşitlik!’ diyorlar. ‘Kimse boşuna umutlanmasın...’

Biz de aksini söylüyoruz!”

Seni daima hatırlayacak ve daima seveceğiz!