1940’lar İstanbulu. Taksimspor’da futbol oynayan Büyükadalı genç Lefter. O dönem Fenerbahçe’nin kalecisi Cihat Arman vatani görevini yapmak için takımdan ayrılır. O dönem askerliğin bedeli ağır. Ordinaryüs de dört yıl yaptı mesela. Kaleci Cihat gidince dönemin yöneticisi Rüştü Dağlaroğlu Taksimspor’un kapısını çalar kalecilerini istemek için. Teknik direktör kaleciyi boş vermesini, yakında askerden gelecek süper bir yetenek olduğundan bahseder. Hatta aynı genç yeteneği Beşiktaş da istemektedir. Hazırlıklar yapılır genç Lefter’i izlemek üzere vatani görevini yaptığı yere gidilir. Elbette yıllar sonra Ordinaryüs diyeceğimiz muhteşem futbolcu herkesi büyüler. Soyunma odasına giden yönetici Dağlaroğlu 25 dakikaya 3 gol sığdıran gence neden maç biter bitmez kaçtığını sorar. Sahadaki herkesin kendisinden büyük olduğunu ve gol attığı kalecinin milli takım kalecisi olduğunu ve bu nedenle utandığını söyler. Yeteneği kadar kişiliğine de hayran kaldığı oyuncuyu Fenerbaçe’ye transfer etmeye karar veren Dağlaroğlu Lefter’e şartlarını sorar. Aynı anda iki büyük kulüp tarafından istenen genç futbolcu balıkçı babasının hasta olduğunu, ilaçlarını alamadığını söyler ve ekler: “Fenerbahçe’yi severim. Babamın ilaçlarını alırsanız gelirim.” Fenerbahçe sadece ilaçları alacağına değil Lefter’in babasına ömür boyu bakacağı sözünü verir ve efsane başlar. Lefter’in transfer ücreti babasının ilaç parasıdır. Beşiktaş’ın efsanesi Hakkı Yeten ise bir takım elbise, bir gömlek bir de siyah-beyaz ipek kravat almıştır transfer için.


1970’ler sonu ve 80’ler. Yavaş yavaş futbolun bir endüstri olabileceği fikri doğmuş, kazanılan paraların yükseleceği öngörülmüş. Futbolda sadakat ve aşk yerini profesyonellik diye bir kelime almış. O güne kadar büyük takımların herhangi bir oyuncusunu rakip takımda görmek akıllardan geçmezken, futbolcu takım tutmaz; işini yapar, parasını alır görüşleri yükselmiş. Kulüpler cephesinde durum buyken bizler hâlâ takımımız futbolcularını demirbaş gibi, kendi içimizden biri gibi görmüşüz. Öyle ki kötü oynayanın evini basmışız, diskoya gideni çıkışta hırpalamışız. İşte bu senelerde transfer dediğimiz olay bambaşka bir boyut almış. Futbolcu kaçırmak ata sporumuz haline gelmiş. Öyle normalleşmiş ki neredeyse ‘kendi rızası’ ile transfer olan futbolcu kalmamış. Fatih Terim Ümit Milli ile Roma dönüşü uçaktan iner inmez “götürülmüş.” diğer tarafta kendi futbolcuları kaçırılmasın diye güvenlik önlemleri alınır olmuş. Fenerbahçe’den Galatasaray’a transferi unutulmayan Hasan Vezir de aynı bu şekilde Ergun Gürsoy ve Yurdaşen Karahasan tarafından arabaya bindirilip “seni kaçırıyoruz” açıklığında getirilmiş. Yıllar sonra o kaçırılmaların taraftarın içine su serpmek için olduğunu; rakibe gitmelerinden dolayı yaşadıkları korku nedeniyle kaçırılma oyunu oynadıklarını söylediler. Rakibe zorla gittim demenin başka yolu olduğunu, ‘kaçırılmadım misafir edildim’ şeklinde dile getirdiler.


Yıl 2000’ler. Milenyuma girildi. Artık transferler de memleket meselesi. Takımlar ‘gelmez’ denilen dünya yıldızlarının peşinde. Rüyamızda göremeyeceğimiz paraların çenemizi yorduğu; forma geliri, kombine satışına etkisi derken takımların sidik yarışına girdiği bir hale geldik. Her alanda olduğu gibi artık transferde de interaktivite çağına geçildi. Üç büyükler bir arama motoru ile anlaşma yaptı. Fakat Fenerbahçe yaptığı bu anlaşma kapsamında yeni bir gelir modeli oluşturdu. Taraftar arama yaptıkça takıma gelen para ile bir dünya yıldızı transfer edilecek. Görüşülen üç dünya yıldızından hangisinin geleceğine ise parayı kulübe kazandıran taraftar oylarıyla karar verecek. Ben diyeyim Survivor Adası siz deyin BBG evi. Taraftarın söz ve erk sahibi olması elbette çok güzel ama 38 yaşında çıktığı bir maç sonrası taraftar tarafından ıslıklanıp futbola veda etmeye karar veren Baba Hakkı, “Bu formayı bana taraftar giydirdi. Şimdi onlar isteyince de çıkarırım” derken tam olarak bunu kastetmemişti sanırım. Kısa mesajla insan kaderi belirlemek arama yaparak takım kaderi belirlemeye kadar geldi. Teknoloji ilerledi, devir değişti tabii buraya kadar güzel ama arama motoruyla transfer edilen futbolcudan, babasının ilaç parasına gelenin ruhunu beklersek de hayal kırıklığı kaçınılmaz.