Bir yayınevinin takipçisi olabilmek; kişiyi düşüncenin dehlizlerinde dolaştırırken, gündelik hayattan da çekip çıkarır

Bir yayınevinin takipçisi olabilmek; kişiyi düşüncenin dehlizlerinde dolaştırırken, gündelik hayattan da çekip çıkarır. Düşlerin yolculuğunda, gerçek-yanılsama salınışında…
Norgunk yayınevi, kültür başkenti ilan edilen kentte ‘Sanat ve Arzu’ seminerleri çerçevesinde, değeri yüksek bir buluşmayı, bir an’ı yarattı. Arzunun Halleri, Sanat ve Biyopolitika, Sanat ve Otonomi, İmgenin Halleri başlıklarında.
Gilles Deleuze düşüncesinin peşinde, kıymetli dost Ulus Baker’in izinde. Hiç bitmeyecek, başı ya da sonu olmayan bir dil içinde. Modernden beslenen, kentte üretilebilen… 
Özellikle benim neslim; çağını, ilişkilerini açıklarken muazzam çetrefil durumlardan bahsediyordu ve G.Deleuze’de soluklanabiliyordu. Rastlantısal olarak dolandığımız harita (yerküre)da ‘karşılaşma’-bir ‘olay’ olmaktaydı ve filozofun önerisi de bu karşılaşmaların önünü açan alabildiğine özgür bir düşünce hattını yaratmaktı.
Felsefe, kavram yaratma sanatıdır diyordu G.Deleuze; Bu noktada kendisini “felsefe yapmak için –olabildiğince suçluluk duygusundan yoksun- alabildiğine masum” olarak görmekteydi(Müzakereler). Bu durum, bu çağın felsefesi içinde, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Deleuze’ün izini bırakmıştır.
Filozofun okumaları daima haz dolu ve maceraya açıktır. Her ‘tekrar’ okumada ‘fark’ belirir. Ya içine girer dolaşıma başlarsın bir tür salınımla ya da hiçbir zaman ilişki kuramazsın.
Galata’da, kule dibindeki o kahvede karşılaşmıştık Ulus’la. Bir Pazar günü, ilk defa sohbete başlamıştık. Yıl boyu süren uzun (aslında çok kısa demeliyim) bir konuşma oldu bu. Ben senaryolarımla uğraşırken, o da Norgunk yayınları için yaptığı çeviriler üzerine çalışırdı. Bir süre sonra iki eylem birbirine girer; zaman mı bilemiyorum, an’lar geçerdi… 
Belleklerden silinen mücadeleyi keskinleştiriyordu, filozof. ‘Güçler, dışımızda kalmayıp aynı zamanda her birimizi katettiğinden, her birimiz, kendimizi kendimizle sürekli müzakere ve gerilla mücadelesi halinde buluruz, felsefe sayesinde’(Müzakereler).    
Seminerler, ‘Kolektif hayal gücü’nün fragmanter geçişiydi. Bizleri ‘İçkinlik’ üzerine düşündürterek kısırlaşmış, yozlaşmış ana karalardan kurtarıyordu.
Bizler bu tuhaf zamanlarda; öfkeler, redler inşa ederek. Yorulmadan, bıkmadan, biteviye… Bir suçlu bularak, bir cezalandırıcı ve masum yaratarak hep aynı oyunun içinde; yaşam koridorunda karşılaşmaları (Yazgı mıdır nedir bilmiyorum!)bekleriz. Ve bazen o Karşılaşma-olay an’ında mercanlardan ya da patlamalardan meydana gelen derinlerdeki bir hareketi hissederiz.
Bu yazı, ‘Sanat ve Arzu’ seminerlerine bir giriş, konuşmacıların sunumlarını, yukarıda belirttiğim başlıkları gelecek yazılarda aktarmaya çalışacağım.
NOT: 21 Aralık/ Georges Didi-Huberman’ın konuşması, hava muhalefetinden dolayı, Nisan 2011’e ertelenmiştir.