Artık bu zindan seslerine paydos!

BERNA ÖZPINAR

Sırf kadın olduğumuz için sokağa çıkmaktan, minibüse binmekten korkmalı mıyız? Herkesin içinde kahkaha atamayacak mıyız? Türkiye, AKP ile iktidara geçen zorbalık zihniyetiyle kadınlara cehenneme dönüştü.  Artık sözün, fikrin bir değeri yok.  Yine bir Özgecan verdik bu kafalara…

İşte tam bugünlerde izlemeniz için sizlere bir tiyatro oyunu önereceğim. Bu oyun Pelin Temur’un başarılı uyarlaması/yeniden yazmasıyla, Ahmet Melih Yılmaz’ın yönetmenliği ve  başarılı oyunculuğuyla sahne alan, Federico Garcia Lorca’nın  ünlü eseri “Bernarda Alba’nın Evi.” 

Oyun, Ankara’da Mek’an Sahne’de seyirci ile buluşuyor. Ayrıca şimdilik bir de İstanbul’da izlemek mümkün. Ankara’nın yeni tiyatrolarından Mek’an Sahne’yi , burada  sahnelenen başarılı ve özgün oyunları, etkinlikleri ile bir başka yazıda ayrıca anlatmak gerek. 

Uyarlama, her türde, başlı başına bir risktir. Örneğin, vurgun olduğunuz bir romandan uyarlanan filmden nefret edebilirsiniz. Gerçekte asıl eserin yeniden yorumu, günümüze ve hitap edilmek üzere  seçilen, hedef kitlenin  özelliklerine göre uyarlaması türlü zorluklar içerir ve incelik ister. Hele ki, çok tanınan bir metnin uyarlaması başlı başına cesaret gerektirir. İzleyici,  vasat bir yorumla hayal kırıklığına uğrayabilir. Pelin Temur, bunları göze alarak çıktığı yolda, son derece dinamik bir yorumla izleyeni çepeçevre yakalıyor.

Oyunun öyküsü çok tanıdık: Sert ve varlıklı bir kadın olan Bernarda ikinci kocasını henüz gömmüştür, yas tutan kadınları savdıktan sonra, hepsi de evlenme çağında olan kızlarına;  sekiz yıllık yas boyunca , pencereler tuğlayla örülmüş gibi davranılacağını, dışarıdan içeri havanın sızmayacağını tembihler. Ve ekler; “Babamın evinde de böyle olmuştur, dedemin evinde de…” Ancak kızların en küçüğü Adela, “Beni kapatamazlar” der, ayrıca  Bernarda’nın ilk kocasından olan ve babasından kalan miras sebebiyle zengin durumda olan Angustias’ın nişanlısı Pepe ile bu zorbalığın arasında bir aşk yaşar. Ancak Pepe’ye aşık olan sadece Adela değildir, kızlar arasında bir gerilim tırmanır. Pelin Temur’un yorumunda; olayları Bernarda’ya karşı olan, konuşkan, nükteci seksenlik annesi Maria Jozefa’dan dinleriz. Martirio, Bernarda’ya Adela’nın samanlıkta Pepe ile olduğunu haber verir. Bernarda tüfeğine davranır. Bundan sonra olanlar bir trajedidir. Oyunun son sahnesinde zorba Bernarda’nın sesi titrese de hâlâ zehir saçmaktadır.  

Pelin Temur, kısa ve çarpıcı diyologlarla kadınlar arasındaki gerilimi ve Bernarda karakterinde tutuculuğu, kadına zulmü net olarak ortaya koymuş. Tek perdelik oyunda giderek tırmanan bir tempo hakim. Asıl metne göre olay ve kişilerin azaltılması,  eserin anlaşılması için basit, yerinde ve yeterli bilgilere yer verilmesi  de ayrıca metnin bir başarısı.

Oyunun yönetmeni ve tek oyuncusu Ahmet Melih Yılmaz’ın oyunculuğu için  ne söylesek az. Yılmaz’ın bu izlediğim dördüncü oyunu, hepsinde de  çok çok başarılı. Bu oyunda, sandalye ve ip dışında hiçbir dekorun olmadığı, karanlık ve sarı ışık dışında ışığın kullanılmadığı bir sahnede, bütün kadınları oynuyor. Dekor, kostüm, ışık değişmese de içeri girenin , konuşmaya başlayanın kim olduğunu hemen anlıyor izleyici. Tüm karakterleri hakkını vererek oynuyor.  Oyuncunun erkek olmasına hiç takılmıyorsunuz. Bir anda Ahmet Melih Yılmaz’ın     sesi, bedeni, yüzü ayrı ayrı bu beş kadına; Bernarda, Maria Jozefa, Adela, Martirio ve Angustıas’a dönüşüyor. Dimdik, gururlu, sert Bernarda konuştuğunda tüm salon  gerilip sessizliğe gömülürken,  nüktedan ihtiyar Mario Jozefa’yla birlikte kıkırdama yayılıyor. Aslında gerilimli bir trajedi izlerken, başarılı oyunculuk birden dozunda bir mizahla seyirciyi yakalıyor.  Karakter geçişlerindeki ritim mükemmel,  çünkü oyuncu her karakterin fiziksel yapısına, ruh dünyasına ilişkin, insani ve ışıl ışıl detayları sunuyor. Bu ise izleyici de zihinsel olduğu kadar görsel de bir hafıza oluşturuyor.

Tiyatronun, en bilinen tanımında, “İnsanı, insana, insanla ve insanca anlatma sanatıdır” denir. Bu oyun, bu klasik tanımın iyi bir örneği. İnsanla anlatmak ve insanca anlatmak sanatın ayrıcalığıdır.  Zamanın tanıklığı yer farkı da gözetmiyor  aslında.  Artık Türkiye’de kadınlar için, neredeyse Bernarda’nın tarif ettiği şekilde “kapılar, pencereler tuğlayla örülmüş” durumda. Onun babasının evinde hatta dedesinin evinde kadına biçilen rol bize çok tanıdık. Çünkü bu ülkede kahkaka atan, gece sokağa yalnız çıkan,  mini etek giyen, kocasından, sevgilisinden ayrılmak isteyen, tecavüzcüsünden çocuk doğurmak istemeyen kadınlar hep öldü. Bu geleneğin kurbanları  Güldünya, Meryem, Özgecan, oyunda ise  Adela.  Oysa bu acılar sona ermeli. İşte bu yüzden oyunda Adela haykırıyor; “Artık Bu Zindan Seslerine Paydos !”