Sinéad O’Connor daha önce de söylediği gibi artık kimsenin onu incitemeyeceği bir yerde. Ne yazık ki gidenlerin yeri dolmayacak ama bize kalan teselli, onların dünya üzerinde bıraktığı şarkılar olacak.

Artık incinmeyecek efsane: O’Connor
Sinéad O'Connor 56 yaşında hayatını kaybetti. (Fotoğraf: Depo Photos)

Batıkan BAKSI 

Acaba efsane olmak için erken mi göçmek gerek dünyadan? Bazı insanların erken gidişi, evrende pek de onarılamayacak boşluklar açıyor. Yerinin doldurulmasını istemiyoruzdur belki de kim bilir? Temmuz başında kaybettiğimiz Özkan Uğur ile başlayan süreç Tanju Tuncel, Baha Boduroğlu ve geçtiğimiz günlerde hayata gözlerini yuman Yılmaz Gruda ile birlikte devam etti, eksildik. 26 Temmuz akşamı ise kara haber bu sefer de uzaklardan geldi. Alternatif sahnenin en kendine has isimlerinden Sinéad O’Connor da aramızdan ayrıldı. Biz onu kadife gibi sesiyle söylediği şarkılarla ve neredeyse 40 yıla yakın süren kariyeriyle Sinéad O’Connor olarak tanıyoruz. Tabii hayatını 3 farklı isimle geçirmiş birisini yalnızca bu isimle anmak ne kadar doğru onu bilmiyorum. 

DUYGUSAL BUHRANLAR

İngiltere’ye karşı verilen bağımsızlık mücadelesiyle bilinen İrlanda Cumhurbaşkanı’nın eşinden ilk ismini alan O’ Connor, çok da renkli sayılamayacak bir çocukluk geçirmiş; küçük yaşta annesiyle babasının ayrılmasının ardından şiddet eğilimli annesi sebebiyle babasıyla yaşamaya başlamıştı. 15 yaşındayken evden kaçıp, bazı suçlar işlediğinde ise Magdalene Rehabilitasyon Merkezi’ne yerleştirilmişti. Ona göre yazarlığını da burada geliştirme şansı bulmuştu. Sanatın duygusal buhranlarına çözüm olacağını düşünen genç O’ Connor’un müzik yolculuğundaki ilk kırılımı da Barbra Streisand’ın “Evergreen” şarkısıyla dikkatleri çekmesi ve “In Tua Nua” adlı bir müzik topluluğunda şarkı söylemeye başlaması olmuştu.

1987 yılında çıkardığı ilk albümü “The Lion and the Cobra” ile geniş kitlelerle tanışan O’ Connor asıl büyük sıçramasını ise içerisinde Prince’in ‘Nothing Compares 2 U’ şarkısını barındıran “I Do Not Kant What I Haven’t Got” albümüyle yaptı. Bahsi geçen bu şarkı, tam 10 ödüle aday gösterilmesine ve bir anda zirveye oturmasına sebep olmuştu ki bu şaşırılacak şey değildi. Bu albümle birlikte Sinéad O’ Connor, sesi ve tarzı bakımından övgülere boğulurken aynı zamanda 3 numaraya vurduğu saçları, salaş diyebileceğimiz kıyafetleri ve aynı zamanda kızgın tavrıyla da sıradışı bakışları üzerine çekiyordu. “Birilerini” rahatsız etmeye başladığı dönem de zaten bu zaman dilimine denk gelmişti. O’ Connor; artık daha fazla aktivist davranıyor, gündem olacak açıklamalar yapıyor ve ayrıca birçok konuda elini taşın altına sokuyordu. Örneğin, saçını kazıtması konusunda soru soranlara güzelliğin genel geçer ölçütlerle belirlenemeyeceğini ve kadınların bu tarz metalaştırmalara yakıştırılmaması gerektiğini söylüyor; ayrıca saçını kazıtmadığında kendisi gibi hissetmediğini düşündüğünü belirtiyordu. 

NBC’DEN VETO YEDİ

Farklı alanlardan zaman zaman farklı kişileri de kendisine hedef alan O’ Connor, 1992 yılında kariyerinin zirvesindeyken Roma Katolik Kilisesi’ndeki cinsel taciz iddialarına karşı olarak Papa II. John Paul’un fotoğrafını canlı yayında parçalayarak NBC ekranlarından büyük bir veto yedi. Özellikle kadın hakları konusunda verdiği demeçlerden birinde Miley Cyrus’u kadınları aşağıladığı yönünde eleştirdi. 2018 yılında Müslümanlığı seçerek adını Shuhada’ Sadaqat (Şüheda Sadakat) olarak değiştirdi. Geçtiğimiz yıl 17 yaşındaki oğlunun intihar etmesinin ardından oldukça zor günler geçiren O’ Connor’un ailesi 26 Temmuz akşamı ölüm haberini duyurdu.

Sinéad O’ Connor daha önce de söylediği gibi artık kimsenin onu incitemeyeceği bir yerde. Ne yazık ki gidenlerin yeri dolmayacak ama bize kalan teselli, onların dünya üzerinde bıraktığı şarkılar olacak.