“O dönemde genelde gençler okur, okulu bitirince normal işler yapardı. Müzik yapmak Çingene işiydi… Bedavaya yapmayı sevdiğin bir şeyden para kazanmak çok güzel. Özgürlük bu”

"Artık müzik dinlemiyorum"

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF

Balkan müziğinin en tanınan isimlerinden Goran Bregoviç 10 Eylül’de ODTÜ Vişnelik Tesisleri’nde olacak. Konser öncesi sorularımızı yazılı ilettiğimiz sanatçı, bize samimi bir ses kaydı gönderdi. Açıkhavada kaydettiği yanıtlarınarkasında duyulan çocuk rabarbaları, 1950 doğumlu adamın hayatı yalnızca gerektiği kadar ciddiye aldığını hissettiren sesini tamamlıyordu. ‘Vaktiyle felsefe okurken, her şeyi ciddiye alamayanlardandım’ diyen Bregoviç, bugün de müziğini ‘biraz içip, biraz eğleniyoruz işte’ diyerek tanımlıyor, ‘Çingene kültürünün Avrupa’da bıraktığı izleri anlatmak istiyorum’ derken politik bir vurgu yapsa da politikayla arasına ‘gerçekte ne olduğunu asla bilemeyiz’ diyerek mesafe koyuyor.

»Bir söyleşinizde insanlara Çingene kültürünün onlara verdiklerini hatırlatmak istiyorum” demişsiniz. Bu kültürü nasıl tarif ediyorsunuz?
Son albümüm ‘Champagne for Gypsies elbette’ politik bir albüm değil, dans etme içki içme albümü. Fakat bir yandan benim amacım insanlara Çingenelerin Avrupa’da popüler kültürde nasıl izler bırakmış olduğunu göstermek. Kendi neslimden Çingeneler, son Çingene yıldızları olarak Gypsy King ve Gogol Bordello’yu da bu albüme davet etmiş olmamın nedeni de bu. Albümde benim en sevdiğim bazı Rumen yıldızları hatta İsviçreli bir Çingene bile dinleyebilirsiniz. Hatta büyük sanatçıların yanında İrlanda’dan yeni başlayan bir kadın sanatçı da var, bence muhtemelen kısa sürede büyük bir yıldız olacak.
Bu kültürü anlatmak önemli çünkü hatırlarsanız Çingeneler Avrupa’nın her yerinde iz bırakmışlar, çünkü her yere savrulmuşlar. Ve bu kaydı alıp bu müziği dinleyen insanların, Çingenelerin Avrupa’da birer sorun olduğunu düşünmeden önce, ki bu çok yanlış bir kanı, tarih boyunca oldukları gibi bugün de Avrupa’nın büyük yetenekleri olduğunu düşünmelerini istiyorum.
 

MÜZİĞİM TÜRKİYE KOKMALI
»Sulukule yıkılmadan önce ziyaret etme fırsatınız olmuş muydu?
Hayır Sulukule’yi görmedim ama elbette, Çingeneler Türkiye kültüründe de önemli izler bırakmışlardır, elbette Balkan kültürünü Türkiye etkisi olmaksızın düşünmek mümkün değil. Türkiye Osmanlı döneminden beri Balkan kültürünün simgelerinden biridir. Benim ülkemde yaptığımız müzik biraz da Türkiye kokmak zorunda. Bu yüzden müziğim Türkiye’de çok seviliyor, ben de Türkiye’de verdiğim konserlerde, kendimi müziğimin ülkesinde hissediyorum. Çünkü sizin müziğinizin bizim müziğimiz üzerinde izleri var.

»İstanbul’daki kültürle Balkanlar arasında nasıl bir bağ var?
Türkiye Avrupa’daki en hareketli ülke. Türkiye’de bütün süreçler çok hızlı ilerliyor. Sokaklara çıktığınızda insanların ne kadar genç ve güçlü olduğunu görüyorsunuz. Sanırım benim gibi başkaları da ülkenin bu karakterinden etkileniyordur. Özellikle Osmanlı Devleti’nin küçük bir bölgesinden olan benim için Türkiye gibi büyük bir müzikal kültür çok etkileyici.

GERÇEKTEN UZAKTAYIZ
»Gezi Direnişi’ni takip etme fırsatınız oldu mu? Türkiye’yi bilen biri olarak nasıl değerlendirdiniz?
Politika söz konusu olduğunda; görünenin arkasında, gerçekte ne olduğunu asla bilmiyoruz. Türkiye politikası bundan 50 ya da 100 yıl sonra hiç önemli olmayacak, önemli olan bugünkü politikanın ardında neler olduğu. Bildiklerimiz ise gazetelerde okuyup televizyonlarda izlediklerimizden ibaret, bu nedenle gerçekte olan şeyden çok uzağız.

»Felsefe okudunuz. Bir söyleşinizde, müziğin sizi “Marksizm öğretmekten kurtardığını” söylemişsiniz. Marksizm öğretmeyi neden istemezdiniz?
Elbette her zaman hayatımdaki en büyük şansın çocuklara o kadar erken yaşta felsefe öğretmek zorunda kalmamak, bu kaderden kurtulmak olduğunu düşündüm. Lisede felsefe öğretmeni olursanız 16-17 yaşında çocuklarınız olur, bence onlara felsefe öğretmek için çok erken. Tabii hepsine değil ama... Felsefe okurken her şeyi çok ciddiye alamayan, ciddi şeyler okuyamayan çocuklar vardı, ben de onlardan biriydim. Felsefeyle çok erken ilgilenmeye başladım, çok fazla sorunuz oluyor hepsinin cevaplanmasını umuyorsunuz ve daha sonra okulu bitirdiğinizde kafanızda çok daha fazla soru oluyor…

»Artık müzik dinlemediğiniz söylüyorsunuz. Müzik dinlemeden nasıl beste yapıyorsunuz?
Bugün içinde bulunduğum durum muhtemelen yaşlı bir jinekoloğunkine çok benziyor. Onlar da eve gittiklerinde işlerine devam etmek istemezler, gün boyu yeterince bu işi yapmışlardır… Gerçek şu ki artık müzik dinlemiyorum. Elbette dinlemeden nasıl müzik yaptığımı sormanız çok mantıklı. Ama bilmiyorum, bir şekilde bunu başarabiliyorum.

ÖZGÜRLÜKTEN ANLADIĞIM BU
»İlk albümünüzü 1976’da kaydettiniz. Bunca yıl içinde hayalleriniz gerçek oldu mu? Müzikten istediğinizi aldınız mı?
Profesyonel olarak müzik yapmaya striptiz kulüplerinde başladım. Müzikte ilk işim buydu yani. Striptiz kulüp müziği yaptım. O dönemde, genelde gençler okurdu ve okulu bitirince normal işler yapardı, yani yaptıkları iş müzik olmazdı. Benim ülkemde müzikle hayatını kazanabileceğini gösteren ilk grup benim rock’n roll grubumdu. Elbette komünist dönemdeki resmi müzikten bahsetmiyorum, fakat benim için müzik yapmak bir iş olarak değerlendirilmezdi. Müzik yapmak Çingene işiydi, Çingene olmayan birinin işi değil. Sanırım şanslıydım, beni mutlu eden zevk aldığım şeyi yaptım. Bedavaya yapmayı sevdiğin bir şeyden para kazanmak çok güzel. Özgürlük bu. Benim özgürlükten anladığım şey bu.

DİŞ MACUNU SIKMAK GİBİ
»Size ne ilham verir? Derinleşmek için neye ihtiyaç duyarsınız?
Biliyorum ki insanların bestecinin nasıl beste yaptığıyla ilgili değişik hayalleri var. Besteci piyanonun başına geçer, güneş doğuyordur, vs gibi... Ama aslında işler pek de öyle olmuyor, farklı şekillerde gerçekleşiyor. Diş macununu sıkmak gibi, istediğin kadar malzemenin dışarı çıkması için yeterince bastırmalısın. Sanat tarihine baktığınızda da görürsünüz,  bir ressam, besteci ya da yazar, hepsi günde en az sekiz saat çalışıyor, tıpkı başka işlerde çalışan diğer insanlar gibi. O yüzden besteci olmakta çok da özel bir şey yok.

EĞER ANAAKIM OLSAYDIM…
»Bir söyleşinizde, yeni albümünüzde müziğinizin daha olgun olduğunu söylemiştiniz. Müzikte ‘olgunlaşmak’ nedir?
Elbette siz büyüdükçe müziğiniz de büyüyor. Sanatçıya bir şekilde doğuştan bir yetenek veriliyor. Bu yetenek hayatınız boyunca aynı miktarda devam ediyor. Fakat yıllar geçtikçe, siz müzik zevkinizi de büyütüyorsunuz. Eğer zevkiniz yeteneğiniz ve müziğinizden farklı bir doğrultuda büyürse, bu belli zaman sonra sorun yaratabilir. Bu konuda benim için bir denge söz konusu. Çünkü benim müziğim bugün anaakım denilen müzikten çok uzakta. O yüzden her şey normal. Eğer anaakım müzik yapıyor olsaydım, üzülmeye başlardım, çünkü büyük ihtimalle yaptığım müzikle, müzik zevkimden uzaklaşırdım.

TÜRKİYE’DE HUZURLUYUM
»Sezen Aksu’yla birlikte bir albümde çalışmıştınız. Türkiye’den beraber çalışmak istediğiniz başka isimler var mı?
Sezen Aksu’yla birlikte çalışma şansım oldu. Bu bana sadece çok büyük bir yetenekle zaman geçirme şansı vermedi aynı zamanda Türkiye’den çok iyi  enstrümantalistlerle çalışma şansı yakaladım. Bunu gerçekten çok büyük bir şans olarak görüyorum. Bundan sonra başka sanatçılarla çalışma şansı yakalar mıyım bilmiyorum ama, her zaman kendimi Türkiye’de çok huzurlu hissediyorum.

»Ankara konserinde neler çalacaksınız?
Ankara konserinde, hem yeni hem de eski şarkılarımdan çalacağım. Kendi orkestram  olacak, onların şarkılarını çalacağım. Filmler için bestelediğim müziklerden, bestelediğim opera ‘Carmen with Happy End’den (Mutlu sonlu Carmen) ve elbette Champagne for Gypsies’ten yeni şarkılar çalacağım. Benim için bu albümü tanıtma fırsatı olacak.

»2008’de Can Dündar’ın Mustafa filmine müzik yapmıştınız. Yeniden bir projede çalışmak ister misiniz?
Uzun zamandır film müzikleriyle ilgilenmiyorum aslında. Ama Can Dündar bana bu projede çalışmamı önerdiğinde bu projenin bir parçası olmanın önemli olduğunu düşündüm. Çünkü sanırım bugün Atatürk’ü anlatmak önemli. Çünkü o duvarlar, kültürler ve medeniyetler arasında köprü olmuş ve bunun mümkün olduğunu göstermiş biri. Bu projenin parçası olmak için bu nedenle çok heveslenmiştim.

»Üzerinde çalıştığınız yeni bir albüm var mı?
Evet, elbette yeni bir albüm üzerinde çalışıyorum, önümüzdeki yıl yayınlayacağım.

***

Tanrı’nın işini yapmıyorum

»“Herkes halihazırda var olan melodilerle başlar… Beste yapak kliptomanik bir iştir” diyorsunuz. Kendinizi müziğinizin sahibi gibi hissetmiyor musunuz?
Bahsettiğimiz şey beste yapmak, ben beste yaparken Tanrı’nın işini yapmıyorum. Yaratmak Tanrı’nın işi.

»Müzikte ‘samimiyet’i nasıl tarif edersiniz?
Dünyanın her yerinde dinleyicimin olmasını şuna bağlıyorum, Küçük bir müzikal kültürden beslenen bir çağdaş müzik yapıyorum, bu samimi ve küçük bir müzik. Konser verirken samimiyet ve basitlik önemli. Bu beni sahnede mutlu yapıyor. Eğer  ben sahnede eğlenirsem, dinleyiciler de eğleniyor. Aslında sahnede dinleyiciyle kurulan bağdan çok grubun, müzisyenlerin arasında kurdukları bağ önemli. Rock’n roll zamanlarımda dinleyiciyle etkileşim önemliydi, ama şimdi benim için sahnedeyken grup elemanları arasındaki daha önemli. Çünkü sahnede görüntüyü, ışığı, sesi çok kolay kuvvetlendirebilirsin ama aramızda olan şeyi müdahale ederek kuvvetlendiremezsin. Müziği müzik yapan şey de budur. Önemli olan bizim sahnede eğleniyor olmamız, ciddi şeyler çalarken bile eğlenmemiz lazım.
 

***

Biraz içip, biraz eğleniyorum

»Ankara’da ‘Wedding and Funeral Band’le birlikte çalacaksınız. Grup üyeleriyle aranız nasıl? İyi bir grup lideri nasıl olur?  
Dürüst olmak gerekirse, sahnede çok büyük bir iş yaptığımı düşünmüyorum. Etrafım çok yetenekli insanlarla sarılı ve bir grup lideri olarak sadece küçük işaretler veriyorum ve biraz içip, biraz eğleniyorum, hepsi bu…

***

NEDEN?

Türkiye’de sık sık konserler veren Goran Bregoviç, 10 Eylül’de Ankara’da olacak. ODTÜ Vişnelik Tesisleri’nde dinleyicisiyle buluşacak Sanatçıya merak ettiklerimizi sorduk.