Arzu Okay: Devrimci arkadaşlarım beni daha iyi anladı

TÜREY KÖSE / @koseturey

Arzu Okay sinema oyuncusu, iş kadını ve bugünlerde “İran’daki durumu anlatan Persepolis filminin aynısını yaşıyoruz, göstere göstere geliyorlar” diye ülkesinin gidişatından kaygı duyan bir yurttaş. 1977 1 Mayıs’ında Taksim meydanında olan, bu yıl başında da “Tepki göstermek için illa benim ölü çocuğumun mu buzdolabının içinde olması lazım” diyerek gittiği Diyarbakır’da plastik mermi yiyen bir kadın. Ancak ne yaparsa yapsın, ne derse desin 70’lerde çevirdiği 24 film peşini bırakmıyor. Oysa, 15 yaşında başlayan sinema hayatı 23’ünde bitmiş. Üstelik, bu dönemde çevirdiği 107 filmden sadece 24’ü dönemin erotik filmlerinden. Hayatının 23 yaş sonrasında ne yaptıysa, ne koyduysa onlar hep görmezden gelinerek o 24 filmden başlıyor sorular, sorgular, önyargılar, damgalamalar...

Arzu Okay, 30 yıl yaşadığı Paris’ten artık döndü ve eski Foça’da yaşıyor. Hamarat bir ev kadını. Salı günleri pazara gidiyor, dostlarına güzel sofralar kuruyor. Arada “artistlik” de yapıyor. 37 yıl sonra Görkem Yeltan’ın Yemekteydik ve Karar Verdim filmiyle sinemaya döndü. Arzu Okay’la Foça’da güzel bir akşamüzeri söyleştik.

İnsanın adının önünden gitmesi nasıl bir duygu? Eski bir söyleşinizde okudum. O seks filmleri furyası döneminde gencecik bir kadınken bir yerlerde yemeğe gittiğinizde en arkadaki masaya sırtınız dönük otururmuşsunuz. “Arzu Okay” olmak hep zor muydu?

Sırf Arzu Okay olmak değil, tanınan birisi olmak zor. Ama Arzu Okay olmak artı daha zor. Benle yapılan röportajlarda hep aynı şeyi söylüyorlar, “nasıl oldu, nasıl düştün, nasıl yükseldin...” Ben kimim, ne yaparım, hayata neresinden bakarım, iyi arkadaş mıyımdır, ev hayatım nasıldır hiç kimseyi bunlar ilgilendirmedi. Arzu Okay imajı onların kafasında orada kalmış. Einstein’in “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” sözü var ya, ben de hep o önyargılarla karşılaşıyorum.

Hayatınızın 7-8 yıllık dönemi tüm hayatınıza damgasını vurmuş...

Benim sinema hayatım 15 yaşında başladı, 23 yaşında bıraktım. 107 film çektim. Bunun 24 tanesi erotik filmler zamanında. Hiç kimse bana kovboy filmlerinde attan nasıl düştüğümü sormuyor. Sadri Alışık’ la oynadığım filmi sormuyor, gelip gelip orada tıkanıyor. Ara sıra yazı yazıyorum. Çok sevdiğim bir şey var kendimle ilgili yazdığım: “Ben hep doğru bildiğim yolda yürüdüm. Bazıları bana yukarıdan baktı, bazıları aşağıdan.” Ben hep buydum. Tabi ki 15-23 yaşlarımla 60 yaşım arasında kendimi geliştirdim. Hayat beni eğitti. Ama çizgim oydu, hep o çizgide gittim.

Söyleşilerde size hep “Pişman mısınız” soruları yöneltiliyor. “Düştüm, sonra şöyle kurtuldum...” içerikli yanıtlar bekleniyor, değil mi?

Ben hiçbir yere düşmedim. Brigitte Bardot pişman mı oldu, Marilyn Monroe pişman mıydı? Hiçbirinin pişman olduğunu zannetmiyorum. İşim bu. Filmde katil bir kadını oynuyorsam pişman mı olmam lazım adamı öldürdüm diye. Ben kötü filmlerde oynadım. Maddi nedenlerden falan. Kötü film diye eleştirilebilirim, ama “neden erotik filmde oynadın” olmaz. Neden köy filminde oynadıysam o nedenle oynadım. Olduğum yerde, sağlam ayakları üzerinde duran bir kadınım. Neden pişman olayım? Eğer bu tecrübelere sahip olmasaydım, bütün bu yaşanmışlıkları bana kattıkları olmasaydı iyi işlenmemiş bir derinin kötü bir konfeksiyon ürünü olurdum.

“Yeşilçam’ın lanetli 10 kadını” diye bir liste gördüm internette. Melek Görgün, Figen Han, Feri Cansel...Siz de varsınız. Niye sadece kadın oyuncular “lanetli” listelerinde?

“Lanetli erkeler” listesi göremezsiniz. O filmlerin sadece erkek oyuncuları değil, yönetmenleri de vardı. Memduh Ün bir yerde itiraf etti, “Ben erotik film çektim ama ismimi yazmadım, başkasının adını yazdım” dedi. Benim oynadığım bir filmi de Memduh Ün çekti, başkasının adıyla.

“Hiçbir zaman bu projelerde oynadığım için pişman değilim. İyi film-kötü film vardır, o filmler iyi değildi” dediniz hep. Geriye baktığınızda “iyi ki oynamışım” dediğiniz filmler hangileriydi?

Kara Gün, Bilge Olgaç’ın çektiği çok eli ayağı düzgün bir filmdir. O dönemin sineması öyleydi. İlk girdiğimde Kerima Nadir, Muazzez Tahsin hikayeleri film yapılıyordu, herkes onda oynuyordu. Ben de onlarda oynadım. Sonra o bitti, bir ara köy filmleri geldi, sonra kovboy, komedi filmleri geldi. Dönem neyse o döneme göre bütün filmlerde iş bulabildikçe oynuyorduk.

Yeni sinema projeleri var mı?

Görkem benim kızım gibidir. Bir film daha çekecek. Bizim yaşlarda geçen bir aşk hikayesi.

Yaşlanan kadınlar için pek rol yazılmıyor değil mi?

Genellikle fizikle ilgili gidiyor. Starlar da yaşlanmayı kabullenmiyorlar. İçlerine çekiliyorlar, ya da yaptırıyorlar bir yerlerini başka bir şey çıkıyor ortaya. Sektör hep genç, güzel kadın oyuncu istiyor. Kadınlar da kendilerini öyle görmek istiyorlar. Kolay değil güzelken yaşlanmak.

Bir zamanlar şarkıcılık da yapmışsınız. İbrahim Tatlıses’le Anadolu turnelerine çıkmışsınız. “Bir zamanlar Anadolu’da Arzu Okay ...” dersem, ilk aklınıza gelenler neler olur?

O turneyi anlatmaya kalksam bitmez. 12 eylül öncesiydi. Eğer gittiğimiz sinema solcuların bölgesindeyse sağcılar bizden nefret ediyordu, sağcıların bölgesindeyse solcular nefret ediyor. Tunceli’de solcuların kesimindeydik. Elektrikleri kestiler. Kulis falan yok, bir oda var yazıhane gibi, hepimiz orada oturduk bekliyoruz elektrikler gelecek sahneye çıkacağız diye. Taramaya başladılar, hepimiz yattık. İbrahim telefon buldu, valiye mi, emniyet müdürüne mi birisine telefon açtı “bizi tarıyorlar” diye. O diyor ki ”bizi de tarıyorlar”... Oradaki solcu çocuklar geldiler, hepsi silahlı milahlı. “Korkmayın biz buradayız” diye. Sonra bir yerden elektriği çektiler, çıktık sahneye... Sonra bunlar bizi aldılar bir yol kavşağı varmış, oraya kadar önde bir arabada silahlı gençler, arkada yine, biz ortada, kavşağa kadar götürdüler. 70 gündü turne, ben 60. gün bıraktım. Öyle çok hikaye var ki... İbrahim turneden evvel bir sünnet düğününde şarkı söylemiş, bu adam sağcıymış...Kars’a gidiyoruz, oradan haber geldi, gelmeyin sizi patlatacağız, diye. Devamlı tehditler geliyor. Emniyet Müdürü çağırdı bizi “Benim prestijim var, çıkacaksınız” dedi. Ben “çıkmayacağım” dedim. Dönüyoruz, bindik arabaya, önümüzde arkamızda polis arabası. Polis arabası bizi bir yerde durdurdu “Arzu hanıma dua edin, patladı” dedi. Orada olsaydık, biz de gidecektik, konsere gelenler gidecekti, boş salon patladı, bir polis yaralandı.

Sahneleri nasıl bıraktınız?

Her yerde şiddet oluyor. Turnede bir yerde sahneye bir liraları fırlatıyorlar, kurşun gibi geliyor sana. Bir baktım sazcıların hiçbiri yok, herkes anfilerin arkasına saklanmış. Bütün bunlardan sonra Ceyhan’a geldik. Birinci şarkıyı bitirdim, gümbür bir bardak geldi sahneye. İkinci şarkıya başladım. “Nereden düştüm ben bu aşka” diye. Sazlar durdu. Niye durdunuz, dedim, sen hiç bu şarkıyı söylemedin ki, biz başka şarkıyı çalıyoruz, sen başka şarkı söylüyorsun, dediler. Kafa gitmiş, mikrofonu yere koydum, ben bu işi bırakıyorum, dedim. Kıyametler koptu.

12 Eylül’den sonra Paris’te yaşamaya başlıyorsunuz? Bu da bir kaçış mı? Darbeden, sinema sektörünün durumundan v.s.

Yok, tamamen ticari. İşimi burada İstanbul’da kurdum. Deri, konfeksiyon, 640 kişi çalışıyordu yanımda. Paris’e gittiğimde çok iyi bir konuma gelmiştim. İlk beşteydim ihracatta, altın madalya aldım. İşler çok büyüdü, yurt dışında bir yer açalım, dedim. O arada evlenmiştim, biz gidelim, dedik eşimle.

arzu-okay-devrimci-arkadaslarim-beni-daha-iyi-anladi-158151-1.1977’de kanlı 1 Mayıs’ta da alandaymışsınız. Ve 39 yıl sonra da Diyarbakır’da plastik mermi yediniz. Türkiye’de ne değişti bunca yıl sonra?

1977’de Taksim’deydim. Erken ayrıldım. Türkiye’de hiçbir şey değişmiyor. Benim Diyarbakır’a yürüyüşe gitmemin nedeni “illa bana mı sıra gelmesi geliyor, benim canım acıdığı zaman mı tepki göstereceğim...” Türkiye hiç bu kadar duyarsız yaşamadı. Diyarbıkır, Sur, Cizre’de yaşananlara bakın. Kadının buzdolabında ölü çocuğunu saklaması ne demek? Orada koptu bende. İlla benim çocuğumun mu buzdolabının içinde olması lazım? Canımıza okudular orada. Eksi 6 derecede kurşunu yemişim, slogan atmak falan yok, sadece bir basın açıklaması yapılacak. Güya bizim ekip polise saldırmış, görmedik bile polisi. TOMA’larla geldiler, gittiler. Özel tim vardı. Sadece onların vurduğu zamanki sesi duydum. İnsan etine vurulduğunda duyduğun ses korkunç.

Memleketin hali üzerine ne düşünüyorsunuz?

Korkunç bir noktaya gelindi. İnsan ilişkileri daha da bozuldu, ciddi bir ayrımcılık yaşanmaya başladı her kesimde. Milliyetçilik çok öne çıktı. Ciddi bir kentleşme katliamı yaşanıyor. Mezarlıklardan başka yeşil alan kalmadı. Yakında çoluğumuzu çocuğumuzu alıp mezarlığa pikniğe gideceğiz herhalde! Mustafa beyin yanı çok güzel, yeşil otlar var... diye. Muhafazakarlaşma da arttı. İran’daki durumu anlatan Persepolis’i izlemiştik. Bana sorarsan aynısını yaşıyoruz. Göstere göstere geliyor, insanlar patır patır ölüyor.

Hep solda, muhalif bir kadındınız...

Siyasete ilgimin altında “öteki olma”yı iyi bilmem geliyor. Ben hep “öteki” oldum. Bizim dönemimizde eşlerin ayrılması fazla değildi, babasız büyüyen bir kız olarak orada öteki oldum. O bitti, liseye geldiğimde fotoromanlarda, filmlerde oynuyorum eve bakmak amaçlı, arkadaşlarımın gözünde yine “öteki”yim, bazılarının ailesi “artistle arkadaş mı olacaksın”diyor. Benim sinemaya girdikten sonra devrimci kesimden daha çok arkadaşım kaldı, daha sağlıklı düşündükleri için. Giderek sanki daha politikleşmek yaşla da ilgili olabilir, kimliğimle de ilgili olabilir. Benim kendimden başka kaybedecek bir şeyim yok ki, uzatmaları yaşıyorum. Daha bir gözü kara oldum. Şimdi Halkların Köprüsü Derneği’nde çalışıyorum

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iftarında boy gösteren oyuncular, şarkıcılar çok eleştirildi...Özellikle Bülent Ersoy...

İnsanın hayata bir yerden bakışı olması lazım. Her kesimi anlayabilirim. Ama çizgi önemlidir. Tabii ki değişim olur, ama kaypakça değil, iktidarlara yanaşarak değil. Bülent Ersoy’un o iftar yemeğinde değil, LGBTİ’lerin yürüyüşünde onların yanında olması lazım. İlk önce onun olması lazım. Ben gitmeyi düşündüm İstanbul’a yürüyüşe ama iptal ettiler.

Arka arkaya katliamlar yaşanırken birçok kişi ülkeyi terketmeye çalışıyor. Siz Paris’ten neden döndünüz?

İyi ki döndüm. 30 yıl yaşadım Paris’te. Zaten kalıcı olmak istemiyordum, emeklilik yaşım geldiği zaman siyah Afrika’yı düşünüyordum. İnsanlar daha saf, sakin, abartısız yaşamlar. Sonra buradaki ilişkimden ötürü, git gel Afrika uzak ihtimal, Foça yakın ihtimal oldu. Artık ticareti de bıraktım, ülkem için, aslında kendim için bir şeyler yapıp kendimi mutlu etmek, bir boka yaradım diyebilmek istiyorum.