Aşk gelir geçer, toprak kalır
Fotoğraflar: IMDb

Deniz Burak BAYRAK

Hugh Welchman ve Dorota (Kobiela) Welchman’ın sinema tarihinin ilk uzun metraj yağlı boya filmi olarak sayabileceğimiz Loving Vincent’tan altı yıl sonra çektikleri ve şu günlerde vizyonda olan Köylüler /The Peasants için salt bir animasyon demek hafif kalır. Edebiyat, resim, sinema, müzik ve dansı bir araya getiren kurgusuyla baş döndürücü ve fazlaca pastoral bir hava estiren filmin yapım aşaması da oldukça disiplin gerektiren bir süreçte ilerlemiş.

Köylüler; 1947 Nobel ödüllü, Polonyalı yazar Wladyslaw Reymont’un aynı adlı yapıtından uyarlama. Polonya’nın 2023 Oscar adayı olan film tam 80 bin tablodan oluşuyor. Bin 350 litre boya Polonya, Sırbistan, Ukrayna ve Litvanyalı yüz ressam tarafından kullanılmış. Film, sahnelerin hepsi çekildikten sonra boyanarak son hâlini almış. 19. yüzyıl Polonyasının kırsalında geçen film, tekniğiyle şaşırtsa da işlediği konunun evrenselliğiyle dikkat çekiyor. Dört bölümden oluşan filmin her bölümü bir mevsimde geçiyor. Lipce adlı köyün bir yıllık yaşamına tanık olduğumuz süreçte bir Avrupa köyündeki yerleşik normların ve algıların birçok noktada bizden farklı olmadığını görüyoruz. Kadının toplumdaki yeri, seçim yapma ve söz hakkı, toprak meselesi, ağa-köylü ilişkileri, miras kavramı gibi bizde hâlâ çözümü çetrefil durumlar filmin ana eksenini oluşturuyor.

JAGNA’NIN HİKÂYESİ

Film, etkileyici bir doğa manzarası ile açılıyor. Oralara has bir ezgi eşliğinde yürüyen güzeller güzeli bir kızın göründüğü ilk plandan sonra olayların bu kızın etrafında şekillenip karmakarışık bir hâl alacağını anlıyoruz. Süre ilerledikçe bunda yanılmıyoruz ve kız adeta “eve düşen bir yıldırım” gibi bütün köyde dengeleri değiştiriyor. Köyün dillere destan kızı Jagna, evli olan Antek’i seviyor ancak “Evde kadın olmazsa bereket de olmaz” diyenleri dinleyen Antek’in babası, başçiftçi, toprak zengini Boryna ile evleniyor. Jagna’nın söz hakkı olmadığı, anneninse “Aşk gelir geçer, tarla kalır” diyecek kadar materyalist olduğu sert bir tonda vurgulanıyor. O dönemki Polonya kırsalında toprak sahipliğinin çok önemli bir statü göstergesi oluşu, evliliklerde bile etkisinin büyüklüğünü gösteriyor film. Boryna ile evlenmesi genç Jagna’yı köyün en güçlü kadınına dönüştürüyor ama statü, onu ve Antek’i çok da mutlu etmiyor.

Buna rağmen romantizmleri sürüyor. Filmin sonuna doğru Jagna’nın düşüşüne de tanık oluyoruz. Bu düşüş bizim sinemamızdaki "Vurun Kahpeye" ve "Mine" filmlerini hatırlatıyor. Jagna’nın yaşadığı sürgün onun özgür bir kadın olarak yeniden doğuşunu da sembolize ediyor.

Filmde dört mevsim çalışan bir köylü sınıfı görüyoruz, işleri hiç bitmiyor. Özellikle tarla sahneleri son derece empresyonist bir çizgide işleniyor. Bazen neredeyse hiperrealiste kayan sekanslar görsek de izlenimci bir renk cümbüşü sürüp gidiyor. İş yaşamının yanında köylülerin toprak ağasına karşı bir olup ayaklanışı da dikkat çeken bir gelişme. Burada yaşananlar da Jagna’nın düşüşünde fitili ateşleyenlerin başında geliyor. Öte yandan yönetmenler ciddi bir folklor araştırması yapmışlar. Film baştan sona polkalar, yöresel danslar, halk şarkılarıyla ve geleneksel dokularla süslenmiş. ‘Köylüler’in hamuru müzikle yoğrulmuş.