Sebastian Lelio, Marina’nın hikâyesini klasik bir sinema anlatı dilinden uzak izleyicinin bakışını Marina’nın içsel dünyasına ve dışardaki yaşamına özenle çekmeyi başarıyor.

Aşk, ölüm ve toplum üçgeninde Muhteşem Kadın
Lelio’nun A Fantastic Woman filminde Marina Vidal karakterini canlandıran Daniela Vega. (Fotoğraf: IMDb)

Şilili yönetmen Sebastian Lelio’nun 67. Berlin Film Festivali’nde en iyi senaryo, 90. Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde en iyi Oskar ödüllerini aldığı beşinci uzun filmi Muhteşem Kadın (a Fantastic Woman) filmi bugünlerde Mubi’de izleyici ile buluşuyor. LGBTİ+ hareketinin giderek sesinin kısılmaya çalışıldığı, onur yürüyüşlerinin yasaklandığı, trans bireylerin yaşam alanlarının giderek sınırlandırıldığı ve heteroseksüelliğin dışındaki cinsel kimliklere yönelik ötekileştirme ve nefret suçlarının yasalarca desteklenmediği ve bu yönde yapılan etkinliklerin çoğunun yasaklandığı bir süreçte Şili’de sevgilisinin ölümü ile Marina adlı trans bireyin uğradığı dışlanma, ötekileştirme ve fiziksel ve duygusal şiddeti temalaştıran bir film Muhteşem Kadın. Yönetmen Lelio’nun Gonzalo Maza ile senaryosunu birlikte yazdığı 2017 yapımı filmde kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen, hissetmeyen, yaşamayan insanların bir toplumda nasıl yalnızlaştırılabildiği, yok sayıldığı, aşağılandığı bir trans birey örneği üzerinden ortaya konuluyor. Filmin açılış sekansında Iguazu Şelaleleri’nin coşkulu akışı ve ardından saunada masaj yaptıran Orlando’nun hikâyesine geçiş yapılıyor. Kendisinden yaşça büyük sevgilisi Orlando (Francisco Reyes) ile uyumlu ve mutlu bir birliktelik yaşayan Marina (Daniela Vega) için Orlando’nun ani ölümü ile birlikte yaşam zorlu bir mücadeleye dönüşür. Hem bir kafede garsonluk hem de bir barda şarkı söyleyerek yaşamını sürdüren ve kısa süre önce tekstil fabrikası sahibi sevgilisinin evine yerleşen Marina, doğum günü gecesi beklenmedik bir şekilde rahatsızlanan Orlando’yu gecikmeden hastaneye yetiştirse de Orlando hayatını kaybeder. O geceden itibaren hastane doktorundan, polislere, aile üyelerinden sosyal hizmet uzmanına kadar şüpheli bir birey ve kimliği ile de sürekli potansiyel bir sorun olarak görülür. Orlando’nun oğlu Bruno Marina’nın evine yerleşir, köpeği Diabla’yı evden çıkarır. Orlando’nun eski eşi Sonia ise Marina’nın arabasına el koyarak, eski eşinin cenazesine gelmesini yasaklar. Yönetmen Lelio trans bir bireyin aşk, kayıp ve ölüm gibi evrensel temalar üzerinden yaşadıkları sorunları toplumun en küçük kurumu olan aileden başlayarak, sağlık, güvenlik, sosyal hizmetlere uzanan yelpazede çoğu zaman doğrudan ve acımasızca ama aynı zamanda incelikle nasıl ötekileştirildiğini ve Marina’nın bütün bunlara karşı nasıl tek başına bireysel bir varoluş mücadelesi verdiğini perdeye ustalıkla yansıtıyor. Lelio film boyunca izleyicileri ne Marina ile özdeşleşmeye ne de onu yargılamaya izin veriyor, aksine bir kayıp sonrası acısı ile yüzleşme imkânı dahi elde edemeden toplumda trans bir birey olarak yaşamanın zorluğunu incelikle işliyor. Marina hissettiği kimliği ile dışardan kendisine dayatılan kimlik arasında tüm kurumsal yapılara karşı tek başına yürümek zorunda kalıyor. O sevgilisinin ani ölümü ile önce doktorun şüpheli sorularına maruz bırakılan, sokakta polis tarafından sorguya çekilen, sevgilisinin eski eşi, oğlu tarafından, aşağılanan ve sessizce ortadan kaybolması beklenen bir şüpheli, bir “kimera” olarak görülüyor. Maria’nın öfkesi, sevgilisi ile ortak kullandığı evi boşaltması, arabayı teslim etmek zorunda bırakılmasından öte ısrarla kendisini tanımladığı ismin, kimliğinin kuşkuyla karşılanması, zorla muayeneye tabi tutulması, köpeğinin elinden alınması, sevgilisi ile vedasına izin verilmemesi, özel alanına aniden herkesin dahil olması ve kendisine karşı uygulanan tüm adaletsizliklere karşı. O bütün bu dayatılanlar karşısında pes etmek yerine kendisi ile barışık ve bir dedektif gibi korkusuzca, zaman zaman duygusal gelgitleriyle, abartıdan uzak kara bir kahramana dönüşerek mücadele etmeyi tercih ediyor. Ve yönetmen sürekli dışlanan, ötekileştirilen Marina için kaygı duyan bir izleyici yerine film boyunca ona saygı duyulmasını, haklı mücadelesinin arkasında duran bir izleyici talep ediyor ve bunu da başarıyla mümkün kılıyor. Lelio Şili’nin başkenti Santiago’da yaşayan trans bir birey örneği üzerinden dünyanın her yerinde transseksüellerin toplumda zorlu yaşamlarına ve onların her an nasıl duygusal, fiziksel saldırılarla karşı karşıya kalabileceklerine dikkat çekiyor. Bunu yaparken de yönetmen didaktik bir dilden uzak bilakis toplumda marjinalleştirilen bir karakteri en doğal haliyle ve mücadele biçimiyle filmin merkezine yerleştirmeyi başarıyor. Santiago sokakları, farklı mekânları, kurumlarıyla Marina’nın bakış açısından ortaya konuluyor. Marina kentin farklı bölgelerinde ve mekânlarında dolaşırken onun hem kentin içinde hem dışında oluşu, kırılgan ve her an ötekileştirilmeye açık yaşamına izleyici de eşlik ediyor. Böylece eşcinsellik, biseksüellik, transseksüellik gibi farklı cinsel yönelimler ve kimliklere karşı hem toplumda hem toplumun kurumlarında duyulan homofobik tutum ve davranışlar trans bir bireyin deneyimleri üzerinden ortaya konuluyor.

Türkiye’de özellikle son yıllarda üniversitelerde onur haftalarının kutlanmasına getirilen yasaklar gündemdeyken, ataerkil heteroseksist anlayışın dışında kalan LGBTİ+ kimliklerin yok sayıldığı, kabul görmediği, dışlandığı, mobbing ve şiddetin her türlüsünü gündelik hayatlarının her anında deneyimlemek zorunda bırakıldığı bireylerin sadece kamusal alanda karşılaştıkları bu sorunlar değil yasalarla da korunmadığı gerçeği ile yüz yüze olduğumuz ve özellikle 90’lı yıllardan bu yana örgütlü mücadeleleri ile seslerini duyurabilmeleri, sorunlarına farkındalık yaratabilme olanakları da ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi gibi hem kadına ve aile içi şiddete hem cinsel suçlar gibi şiddetin her türlüsüne karşı devletin koruyucu ve önleyici tedbirler almasını gerektiren anlaşmanın 2021’de fes edilmesi, devlet yetkililerinin ve ulusal basın üzerinden LGBTİ+ bireylere yönelik dışlayıcı söylemlerin sürekli gündemde olması devlet politikasının bu yöndeki tutumunu meşrulaştırması ve örgütlü mücadele ve kamusal alanda görünürlüklerine karşı topyekûn mücadeleye girmesi oldukça sorunludur ve mutlaka kazanılmış bir hak olarak hem LGBTİ+ hareketinin örgütlü mücadelesinin hem de İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden kazanılması yönündeki mücadelenin desteklenmesi önemlidir. Bu bakımdan yönetmen Sebastian Lelio toplumun tüm kurumlarına karşı şiddetin tüm boyutlarıyla bir başına ve sessizce mücadele eden Şilili bir trans bireyin hikâyesini Muhteşem Kadın filminde sinemanın estetize diliyle ortaya koyarken hem evrensel bir konuya hem de dünyada her daim önemli bir soruna dikkat çekmektedir. Çünkü cinsiyet kimliği dışardan dayatılamaz ve kendisini geleneksel kadın ve erkek kategorileri içinde tanımlamayan insanların yaşam haklarının her alanda korunması devletin anayasal güvencesi ile korunması elzem bir insan hakkıdır.

Sebastian Lelio Marina’nın hikâyesini klasik bir sinema anlatı dilinden uzak izleyicinin bakışını Marina’nın içsel dünyasına ve dışardaki yaşamına özenle çekmeyi başarıyor ve izleyiciyi duygusal bağlamda filmin içine dahil etmekten öte düşünsel temelde bir yolculuğa ve farkındalığa çağırıyor. 2013 yılında 60’lı yaşlarında yalnız bir kadının varoluşsal yolculuğunu ele aldığı Gloria ve evli Yahudi bir kadınla çocukluk arkadaşı arasındaki ilişkiyi ele aldığı İtaatsizlik (2017) filmlerinde toplumun kabullerinin dışında kalan bireyleri ve onların yaşamlarını başarıyla ortaya koyan Lelio bu filmiyle de ataerkil anlayışın dışında yalnız bir trans bireyin deneyimini en yalın haliyle izleyici ile buluşturmayı başarıyor.