Ankara ile rock müziğin ilişkisini anlatan “Gri Değil Siyah: Ankara Rocks!” belgeseli Blu TV’de. 70’lerden 90’lara kadar olan süreci anlatan yönetmen Önen, “Bu şehir ile ilgili hep bir aşk ve nefret ilişkisi vardı” diyor.

Aşk ve nefret: Ankara rocks
Fotoğraflar: Blu TV

Işıl ÇALIŞKAN

Gri Değil Siyah: Ankara Rocks!” 70’ler, 80’ler ve 90’ların Ankara’sındaki rock ve metal müzik sahnesini şehrin barları, stüdyoları, konserleri ve plak dükkânlarından geçerek keşfe çıkarıyor. O dönemi, kendi müzik grubu Hazy Hill ile deneyimleme fırsatı bulan Ufuk Önen’in perspektifinden seyirciye aktaran belgesel, Ankara’da yapılan ve yaşanılan rock müzik dünyasını, yani bir yaşam tarzını, gençlerin oluşturduğu Ankara alt kültürünü inceliyor. Önen ile, Blu TV’de seyirciyle buluşan belgeselini konuştuk.

“Gri Değil Siyah: Ankara Rocks!” belgeseli ile müziğin şehir ile ilişkisinin ne kadar kuvvetli olduğunu deneyimliyoruz. Ankara ile metal ve rock müziğin güçlü ilişkisine tanıklık ettiriyor belgesel. Ankara olmasaydı Türkiye’de rock’n roll ne durumda olurdu?

Ankara, özellikle 80'li ve 90'lı yıllar ile 2000'lerin başında, rock müzik için adeta bir okul gibiydi. Birçok genç müzisyen vardı. Ankara'nın müzik açıdan ticari yönü zayıftı. "Müzik, müzik için yapılır" gibi bir durum vardı. Ankara'da yetişen bu müzisyenler, kariyerlerinin bir noktasında, müzik sektörünün kalbi orada olduğu için İstanbul'a gidiyorlardı. Tabii giderken yanlarında müzikal birikimlerini de götürüyorlardı. Bu açıdan baktığımızda Ankara'nın Türkiye'deki rock müzik üzerinde çok önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

Belgeselde Hazy Hill olarak “Bir yandan Ankara’yı çok seviyorduk. Bir yandan da yurt dışına gitmeye çalışıyorduk” diyorsunuz. Bu aşk nefret ilişkisini nasıl açıklarsınız?

Ankara ile ilgili her zaman bir aşk ve nefret ilişkisi vardır. Ben Ankara'da doğdum, büyüdüm. Bir yandan burayı gerçekten çok seviyorum, kendimi buraya ait hissediyorum, diğer yandan da bazen Ankara beni üzüyor, kızdırıyor ya da hayal kırıklığına uğratıyor. Özellikle müzik açısından. Herhangi bir alanda bir sektör oluşması için o alanda para dönmesi gerekiyor. Sektör ve ticaret varsa, o alan profesyonelleşiyor ve gelişiyor. Ankara'da bu yok. Buna iyi gözle bakılmıyor. En azından 80'li ve 90'lı yıllar ile 2000'lerin başında böyleydi. Tamam, ticari kaygılardan uzak bir şekilde müzik yapmak istiyorsanız Ankara harika bir şehir ama böyle olunca da Ankara'da yapılan işler Ankara'da kalıyor. Profesyonel olarak müzik üretmek ve bu müziği Türkiye'ye duyurmak istiyorsanız İstanbul'a gitmek zorundasınız. Biz, müziğimizi dünyaya duyurmayı hayal ediyorduk, bu yüzden yurt dışına gitmeye çalışıyorduk.

Ufuk ÖnenUfuk Önen

Aynı yola baş koymuş bir grup insan müziğin birleştirici gücüne tutunmuş. O dönemki dayanışma ruhuna dair neler söylersiniz?

Ankara kocaman bir şehir. O yıllarda da çok büyüktü. Biz, sizin de söylediğiniz gibi, aynı yola baş koymuş bir grup insandık. Şehrin büyüklüğünü göz önüne alırsanız aslında küçücük bir grup, hatta bir avuç insandık. Ortak noktamız dinlediğimiz müzik türüydü. Çoğu zaman arkadaşlarımızı dinlediğimiz müzik türüne göre seçerdik. Birbirimize sıkıca sarılmıştık ve bunu sağlayan yani ortak noktamız olan şey, sadece müzik ve müzik yapma aşkıydı. "Saf aşk" diyebiliriz çünkü az önce de belirttiğim gibi Ankara'da rock ve metal için bir müzik sektörü yoktu. Diğer deyişle bu müziğin maddi bir dönüşü olmuyordu. Küçücük bir grup müzisyen olarak biz elimizden geldiğince birbirimize destek olmaya çalışıyorduk. Gitarlarımızı, amfilerimizi, davullarımızı birbirimizle paylaşıyorduk. Teknik ekip gibi bir şansımız olmadığı için bir grup konsere çıkarken diğer gruplar teknik ekip gibi o gruba destek veriyordu. Bunlar şu anda aklıma gelen sadece birkaç örnek.

Hazy Hill İngiltere’ye gitmeyi başarıyor ancak oradaki plak şirketleri popüler bir müzik türü olmadığı gerekçesiyle Hazy Hill’in plaklarını basmayı kabul etmiyor. Yaşanılan dönemle popüler olan müziğin ilişkisini nasıl açıklarsınız?

Her dönemin popüler müzik tarzları oluyor. Mesela 60'lı ve 70'li yıllarda rock, 80'li yıllarda rock ve metal, 90'lı yıllarda grunge, 2000'li yıllarda hip-hop… Bu türler bazen kendiliğinden yayılıp popüler oluyor, bazen de plak firmaları buldukları bir kıvılcımı kocaman ateşe döndürüp yangını her tarafa yayıyorlar. Tabii bundan da bolca para kazanıyorlar. Bana göre müzik türlerinin popüler olmaları dünyanın içinde bulunduğu duruma ya da insanların hayata bakış açılarına veya ruh hallerine de göre değişiyor. Bir bakıyorsunuz milyonlarca insan bir şeyleri protesto ediyor. Bir bakıyorsunuz insanlar daha depresif oluyorlar. Bir bakıyorsunuz insanlar daha çok eğlence istiyorlar. Müzik türleri de buna uyum sağlıyor ya da buna göre yaygınlaşıyor.

Rock ve metalin sembolü olarak uzun saçlar ve deri montlar nedeniyle toplumun büyük bir kesimi tarafından dışlanmışsınız. O dönem aldığınız ilginç tepkileri bizimle paylaşır mısınız?

80'lerde ve 90'larda toplumda tek tip anlayışı hakimdi. Bir erkeğin nasıl görünmesi gerektiği toplum tarafından yazılı olmayan kurallarla düzenlenmişti adeta. Uzun saçlı erkeklere karşı müthiş bir tepki vardı. Küpe ve dövme kabul edilebilir şeyler değildi. Sözlü ve fiziksel saldırılar olurdu. Her zaman hazır olmak zorundaydınız. Bazı yerlere tek başına gitmemeniz gerekirdi. Kalabalık olmakta fayda vardı. Sonra ne oldu bilmiyorum, bir anda bu saçmalıklar bitti. Şimdi çok rahat tabii, kimse kimseye karışmıyor. Olması gerektiği gibi.

Rock müzik öldü mü?

Rock müzik 2000'li yıllara kadar tüm dünyada çok popülerdi. 2000'li yıllarda popülerliği azaldı. Öldü mü? Hayır, ölmedi. Öleceğini sanmam. Tekrar çok popüler olur mu bilemem ama bence her zaman birileri rock müzik yapacak, her zaman birileri bu müziği dinleyecek.

Belgeselin önümüzdeki süreçteki yolculuğunda hangi duraklar var?

Belgesel şu anda çeşitli platformlarda yayında. Bir sonraki adım olarak ekipçe üniversitelere gidip belgeselimizi göstermek ve oralarda söyleşiler yapmak istiyoruz.