Gitmek-gidememek, yapmak-yapamamak... Çaresizlik ile cesaretsizlik arasında gidip gelen kahramanlar... Okur Mediha Ünver’in ‘Kapısız Kilitler’ kitabındaki öyküleri okumaya başladığında kendi içindeki kilitlerin de açılacağını görecek

Aslolan öykü karakterleri

KADİR İNCESU

Mediha Ünver’in ilk kitabı, 15 öyküden oluşan ‘Kapısız Kilitler’ Bilgi Yayınevi tarafından yayımlandı.

Ünver sanki ağır bir yükten kurtulmak ister gibi yazıyor, yazdıkça da yükünün ağırlığının arttığını fark etmeden. Söylenmeyen sözler, atılmayan adımlar, pişmanlıklar, geç kalmışlıklar, üzüntüleri, hüzünler, yarım kalan sevinçler-mutluluklar, zorluklar, yokluklar, yoksunluklar... Ne varsa geride kalan. Can yakan... Ancak öykü kahramanları hiçbir zaman vazgeçmiyor umut arayışından.

Tasarladığı kitap kapaklarıyla ilgimi çeken isimlerden olan Murat Sayın iç içe geçmiş iki asma kilit ve o kilitleri asla aç(a)mayacak iki anahtarla belki de öykü kahramanlarının çıkmazlarını, çaresizliklerini yorumluyor.

‘BİR ARACIYIM SADECE’

Yeni bir isim varsa karşınızda önce yaşamöyküsüne göz atmak istersiniz. Yayınevi yazarın isteğiyle yaşamöyküsüne yer vermemiş. Haliyle önce bu durumun nedenini sorduğumda yanıtı “Aslolan öykü karakterleri. Ben onları okura ulaştırmakta bir aracıyım sadece” oluyor.

‘BÜYÜLEYİCİ BİR YOLCULUK’

Altı yıl öncesine kadar yazabileceği, hele de bir kitabının yayımlanacağı aklının ucundan bile geçmeyen, başucunda kitap görmediğinde ıssızlık duygusuna kapılan, iyi sayılabilecek okur olmanın dışında edebiyatla hiçbir ilgisi olmayan Ünver sinemaya olan merakı nedeniyle katıldığı senaryo kursundan “Bu dersten anladığım bir şey var ise o da benim hiçbir şey yazamayacak olduğumdur” diyerek ayrılmak isteyişi sonrası arkadaşlarının dilinin öyküye yatkın olduğunu söylemeleriyle yönünü öyküye doğru çevirir.

“Testinin içinde ne varsa dışına o sızar” diyen Mevlana’nın sözünün doğruluğunu kendisinde görür. Kendisinde var olanı keşfetme arzusuyla kalemiyle eşelemeye başlar içini. Böylece çıkar yola Ünver. Yazmaya başladığı günlerde öykü nasıl yazılır bilmiyor. Örnek alması, esinlenmesi için önerilen her tavsiyeye de kulak tıkıyor. Kendi deyişiyle ‘çalakalem’ yazmaya devam ediyor. Süreç içinde oluşan edebiyat çevresi de teknik olarak çok şey katar Ünver’e. Başta Onat Kutlar olmak üzere, Adnan Özyalçıner, Erhan Bener ve İranlı yazar Sadık Hidayet’i imrenerek okur.

Artık iş ilk adımı atmaya kalmıştır. “Anlatılmadık olay, söylenemedik söz kalmış mıdır alemde? Tolstoy’un Anna Karanina’sı, Gorki’nin Ana’sı… Yazan yazmış, defterini dürmüş zamanında!” der ve “Benceğiz ne yazabilirim?” sorusunu sorar… “Sanırım biraz da cahil cesaretiyle hareket etmek gerekiyor. Bana göre bilgeliğe saygı duymak ama onun gölgesine eğilmemekti cahil cesareti” diye düşünür ve yazmaya başlar.

AŞKLA YAZMAK

Anlatılan kadar nasıl anlatıldığının da önemine dikkat çeken Ünver “Bir başkasına benzemeye çalışmadan, kimseyle yarışmadan ve yazdıklarımın bir ürüne dönüşüp dönüşmeyeceğini düşünmeden aşkla yazmalıydım. Evet, benim için yazmak ancak aşkla yapılabilecek bir eylemdi. Hesap, kitap yapmak aşka gölge düşürdüğü gibi kalemin özgünlüğünü de özgürlüğünü de kısıtlardı. Edebiyat kariyeri olmayan biri olarak altı yıl önce bu düşüncelerle vurdum kendimi kaleme. Önce senaryoya, sonra öyküye” şeklinde konuşuyor.

Ekin Sanat Dergisi’nde Eylül 2016 tarihli sayısında yayınlanan ‘Beşinci Mevsim’ adlı öyküsü yeni bir yol açar Ünver’e…

Elektronik öğretmenliği yapan Ünver’in öyküyle olan bağı ilk zamanlar yadırgansa da, zamanla benimsenir, sevilir. Ünver biraz da hüzünle okuma yazma bilmeyen annesinin vereceği tepkiyi de anlatıyor: “Annem yaşasaydı ‘İğneyle guyu gazar gibi ne uğraşıp duruyon yavrum öyle? O gözlerine yazıh değel mi?’ derdi.”

TOPLUMSAL SANCILARIMIZ

Ünver, öykülerin genel olarak dokusunda ‘Kapısız Kilitler’ adından da anlaşılacağı gibi derin bir yoksunluk duygusu olduğuna dikkat çekiyor: “Konularım insana dair bilinen, deneyimlenen yoksulluk, imkânsızlık, çocukluğun acımasız dünyası, aşkta yanılma payı, sevdiklerimizi kaybettikten sonra açıp içeri girmek zorunda olduğumuz kapılar, gözümüzün önünde en sevdiğimizin yavaş yavaş gidiyor/çöküyor olması… Kısacası öznel gibi görünse de alt katmanda sosyal ve toplumsal sancılarımız olduğunu söyleyebilirim.”

EDEBİYAT İÇİN DEĞERLİ VERİLER

Ünver’in öykülerinde doğduğu toprakların, yaşamının etkisi de göz ardı edilemez. Köyden kente uzanan yaşam yelpazesinde yaşadığı, şahit olduğu, hissettiği; anlatası, söylenesi, yazılası çok fazla veri olduğunu söylüyor.

Kitabın ilk öyküsü ‘Çerçici’den söz açar açmaz, “Çerçici meslek adı değil, öyküde kişi bu isimle anıldığı için çerçi değil, çerçici denmiştir” şeklinde bir açıklamada bulunuyor.

Durmaksızın evinin duvarlarını yıkarak bir kapıyı kapatıp başka bir yerden yeni kapı açan ‘Çerçici’nin kahramanlarından Dopi’nin çıkmazları, ‘Misket’te yoksulluğa, cehalete kurban edilen çocuk, ‘Yitmeler Kavşağı’nda bir genç kızın yaşam boyu dişiliği üzerinden maruz kaldığı, zamanla kabusa dönüşen ağır mahalle baskısı, ‘Yere Bakma Düşersin’ adlı öyküde ise aile içi tacize uğrayan zavallı gelinin çaresizliğini anlatıyor Ünver öykülerinde.

Metnin okurdaki karşılığı kadar, bana göre yazardaki karşılığı da çok önemli.

Söz yazarın metinleriyle bağına geldiğinde, “Yazdıklarınızın kendinizden bağımsız olması hasta-doktor ilişkisinde olduğu gibi profesyonellik gerektiriyor sanıyorum. Ben ise yolun başında bir amatörüm. Bana kalırsa; ağudan süzülmeyen her öykü biraz eksik kalıyor sanki. Hep söylediğim gibi kurmaca da olsa yarası bende saklı karakterlerim var etmiştir öykülerimi” değerlendirmesinde bulunuyor.

Mart ayından beri dünyayı etkisine alan pandemi döneminde yeni öyküler yazan, “Eve kapanmak yazmak için biçilmiş kaftan” diyen Ünver ‘Gülbahar’ adlı romanın da bittiğini söylüyor.