Film siyasete dair böyle sağcı bir mesaj verirken, kadın erkek rollerine bakışında da farklı bir tavır izlemiyor. Erkek dediğin, içer de sıçar da, sever de döver de. Aziz olmak için klasik bir erkek olmak yeter de artar…

At, avrat, silah: Amerikan azizinin 3 aksesuvarı

BENİM KOMŞUM BİR MELEK


 

Filmin orijinal adı St. Vincent yani Aziz Vincent. Azizin en kısa tanımı da şuymuş filme göre: Hayatını, dünyayı daha iyi bir yer yapmaya adayan kişi. Oysa filmin azizi Vincent’i Bill Murray oynuyor. Bill Murray hemen hemen her zaman kendini oynadığından, ortada bir çelişki olduğu zaten oyuncunun kariyerini izleyenlerce hemen saptanan bir durum. “Aziz? Bill Murray? Nasıl yani?”
Film bildik bir şemaya oturuyor. Bu şemada asosyal bir adamla sevimli bir çocuk konjonktür gereği bir arada olurlar. Çocuğun bir baba figürüne ihtiyacı vardır. Adamınsa kalbinin buzlarını çözecek sevgiye. Başlangıçta sürtüşseler de adam, zamanla baba rolünü üstlenecek ve herkes muradına erecektir.  


ADAM KÖTÜ İŞTE...
Bill Murray’in Vincent’i filmin asosyal ihtiyarı. Asosyal ve mizantrop (insansevmez). İçki-sigara onda, kumar onda, fuhuş onda. Vincent’te düzgün tek bir özellik bile yok. Bunu söylemek için ahlakçı bir pencereden bakmak gerekmiyor. Ne kimse onu seviyor, ne de o kimseyi. Adam kötü işte. Başkalarını umursadığına dair hiçbir işaret yok. Kendisini de umursuyor gibi durmuyor zaten.

FİLMDE ÜÇ BAŞLIK
Başlıktaki 3 aksesuvara baktığımızda ne görüyoruz?
At: Vincent at yarışlarına meraklıdır. Ama kaybeden ata oynar genelde. İstisnalar olsa da kural olarak, durum böyledir.
Avrat: Vincent’in altın kalpli bir Rus fahişeyle (Naomi Watts) ilişkisi vardır. Rus avrat hamiledir ve striptiz şovları da yapmaktadır. Fahişe dediysem de, kadının Vincent dışında başka bir erkekle ilişkisini görmeyiz. Vincent’in özel fahişesi gibidir.
Ama Vincent’in bir kadını daha vardır. Bu asıl kadın, maalesef hafızasını yitirmiştir ve bakım evinde kalmaktadır. Vincent karısının en iyi hizmeti alması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Vincent, bizi ilk burada ters ters köşeye yatırır. O aslında seven, hassas bir erkektir. Oysa biz onu fahişelerle yatan, katı kalpli ve aşırı maço biri sanıyorduk.
Silah: Vincent, dünyayı daha iyi bir yer yapmak için gerçekten de çaba harcamış, hayatını riske atmıştır bu uğurda. Vincent, Vietnamlılara ölüm saçmıştır! Milyonlarca Vietnamlı’nın ölümünde ve Vietnam doğasının tahribinde onun da katkısı vardır. Bir azizden daha başka ne beklenebilir ki? Yattık mı yine ters köşeye?


SAVAŞIN ÖVGÜ DOLU ANISI
Amerika, artık Vietnam Sendromu’nu geride bırakmaya kararlı. Eskiden, Vietnam’da ne işleri olduklarını sorgulamasalar da, yine de işin kahramanlık boyutunu şüpheyle karşılayan, savaşın Amerikan ruhunda açtığı yaralara bakan filmler yaparlardı. Vietnamlılar arka fonda kalsalar da filmde gözükebilirlerdi. “Benim Komşum Bir Melek”te savaş sahnesi yok zaten, savaşın koltuk kabartan anısı var. Hiç görünmeyen Vietnamlı için kullanılan sözcük ise “düşman”, o kadar. Vietnam içinde düşmanların yaşadığı bir ülkeymiş, kahraman Amerikan askeri de gidip orada düşmanı öldürmüş.
Bu kadarı da fazla dedirten başka bir şey de Vietnam’da savaşmamak için hapiste yatmayı göze almış olan Muhammed Ali’nin bu kahramanlık anlatısının içine yedirilmesi. Amerikan tarihinin yeni revizyonist versiyonu böyle. Genç kuşaklar ne bilecekler ki zaten?


OH NE GÜZEL DÜNYA!
Film siyasete dair böyle sağcı bir mesaj verirken, kadın erkek rollerine bakışında da farklı bir tavır izlemiyor. Erkek dediğin, içer de sıçar da, sever de döver de. Aziz olmak için klasik bir erkek olmak yeter de artar. Öyle diğerkâmcılık filan gibi özelliklere gerek yoktur. Kapitalist, ataerkil toplumun tipik erkeği bizatihi bir azizdir. Kadınlara düşen rol ise hemşirelik (oğlanın annesi), orospuluk (Rus kadın) ve ev işçiliğidir (yine Rus kadın). Bir de ağzı var dili yok asıl kadını (Vincent’in bakım evindeki eşi) bu tabloya eklersek, yeme de yanında yatlık bir tablo çıkar ortaya. Oh, ne güzel dünya! Hepimiz Vincentiz, hepimiz aziziz!