Edebiyat serüveni boyunca toplumsal sorunlara gözünü kapatmayan, halkın dertlerini eserlerine taşıyan Ataol Behramoğlu, Türkiye’de diktatörlüğün dik âlâsının yaşandığını kaydederek, “İyiliğin örgütlenmesi gerekli” diyor.

Ataol Behramoğlu: Önce iyilik örgütlenmeli

Sercan MERİÇ

Şiirimizin duayen ismi Ataol Behramoğlu, bundan yıllar önce kaleme aldığı eserlerde adeta bugüne ışık tutuyor. Siyasal tarihimizde de önemli bir yer teşkil eden usta edebiyatçıyla dünden bugüne uzanan süreci konuşmak için bir araya geldik. Hem son gelişmeleri hem de edebiyattaki değişimleri konuştuk.

2017’de çıkan Ne Çok Hain kitabında Enkaz isimli bir şiiriniz yer alıyor. “Küçümsemeye kalkmayın sakın/Enkaz kaldırmak deyip geçmeyin/Kaldırmak istediğin enkazın/Altında kalabilirsin” dizeleri aslında son 2 ayda yaşadıklarımıza da ışık tutuyor gibi...

Tabii büyük bir facia yaşanmakta… Sadece yaşandı bitti demiyoruz. Beni en çok enkaz altında kalan, o moloz yığını içindeki canlar ilgilendiriyor. Onlar arasında bebekler, çocuklar var. Yürek yaralayan bir durum. Buna tabii bağlı olarak siyasetin bu konudaki duyarsızlığı, yalanı, suçu beni ilgilendiriyor. Herkes artık bunu görüyor. Eğer anında müdahale edilmiş olsaydı pek çok can kurtulabilirdi. Bunu yapmadılar. Kısmen beceriksizlikler, kısmen işte asker bu işe karıştırılmamasından, kısmen sistemin sakatlığından, tek adamın iki dudağı arasından çıkacak lafı beklemekten binlerce can heba oldu. Sorumlular sorumluluğu gerçek anlamıyla, ciddiyetle kabul etmedikleri gibi üste çıkmaya çalışmaktalar. Düşüncelerim aşağı yukarı bunlar. Türkiye bugün çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. Bunları aşamazsak ülkemiz yok olup gider. Bir yanda gerçekten kötülük, yalan, ikiyüzlülük, cana kıyma eğilimi var, bir yanda da iyilik, ülkenin mutluluğunu isteme, özveri var. Bu iki olgu arasında öldüresiye bir çatışma var. Bakalım nereye gidecek bu iş.

>> 1970’lerde yurtdışına gitmek zorunda kaldınız, 1982’de darbenin ardından Barış Derneği Davası’nda mahkûm oldunuz, hapse girdiniz. Bu son 20 yıllık dönemi nasıl tarif edersiniz?

1970’lerde ben kendi isteğimle yurtdışına çıkmıştım. Onun doğrudan siyasetle bir alakası yoktu. 1982’de cezaevinde yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra 1984’te zorunlu olarak yurtdışına çıktım. 1980’lerde gerçekten ciddi sıkıntılar yaşandı. İdamlar, ölümler, kıyımlar… Kendi payıma benim yaşadığım sıkıntı o günlerde yaşanan büyük sıkıntıların yanında hafif kalır. Cezaevi Güncesi adlı kitabında günü gününe yaşadıklarımı yazmıştım. Bugün hem zulüm var hem ikiyüzlülük var. Yıllardır cezaevinde tutulan insanlar var. Kabahati ne, suçu ne, belli değil. Osman Kavala ne yaptı ya da Selahattin Demirtaş ne yaptı? Gezi suçlusu dedikleri aydın arkadaşlarımız hapisteler. Korkunç bir ikiyüzlülük, yalan, despotluk var. Bu anlamda Türkiye’de yaşanmakta olan süreç 1980’lerden beş beter. Bana göre diktatörlüğün dik âlâsı bugün Türkiye’de yaşanmakta.

>> Tüm bu süreçlerin ardından ne Kenan Evren kaldı, ne diğer diktatörler. Tarihin tozlu sayfalarına göçüp gittiler. XIV. Louis de, Hitler de, Mussolini de öyle. Siz bu isimlerle ilgili birkaç tweet attınız ve trollerin saldırısına maruz kaldınız. Bu mesajlar aslında tarihi hatırlatıp da gerçekleştirilen uyarılar değil miydi?

Herkes biliyor ki, baskıcı yönetimlerin ve baskıcı yönetimlerin tepesindeki insanların sonu iyi olmuyor. Bütün tarih bunu gösteriyor. XIV. Louis’nin giyotinle idam edilme meselesine takıldılar. Beni adeta bugünkü yöneticilerin kafasının kesilmesini isteyen bir adam olarak değerlendirdiler. Ben bir kere idam cezasına karşı bir insanım. Ben sadece olabilecek kötülükler konusunda uyarı görevimi yerine getiriyorum. Sanatçı ve siyasetçilik birbiriyle pek bağdaşmıyor. Benim kişiliğimle de galiba hiç bağdaşmıyor. Çünkü ben kişisel yaşamımda da iyi duygular sahip bir insanım ve olumsuz bir şey hissettiğim zaman bile kendimde onun üzerine giderim, onu eleştiririm. Hep olumluluğun altını çizmek isterim. Siyasette de böyle. Siyasette şunu anladım ki bugün dediğinin tersini yarın söyleyebilirsin. İkiyüzlülük, tutarsızlık siyaset dünyasına egemen. Siyaset dünyasında da dürüstlük, iyilik, tutarlılık hâkim olmalı. Karşı kampların bile bana göre genel insani değerlerden çok fazla kopmamaları gerekir.

>> Depremin ardından da toplumda oluşan muazzam bir dayanışma duygusu önümüzde duruyor. Siyasetçilerinin tutarsızlıklarından ziyade bu dayanışma olgusu da umut aşılıyor. Siz nasıl gözlemlediniz bu durumu?

Aynen öyle görüyorum. Özellikle Saadet Partisi önünde toplanan büyük kalabalık, o kalabalığın içinde masayı oluşturan başka partilerin de destekçileri vardı. Saadet Partisi’nin binasının binasına büyük bir Türk bayrağı ve Mustafa Kemal portresinin asılması... Şimdi kimilerine sorarsan buna ikiyüzlülük der. Ben ikiyüzlülük demiyorum. Ben bunu bir dönüşüm ve değişim olgusunun sonucu olarak görüyorum. Benim dinlerle fazla bir ilgim yok, dinler benim için insanlık tarihinde, düşünce tarihinde, siyaset tarihinde bazı dönemlerdir, öyle bakarım. Küçümsemem, aşağılamam. Yani metafizik açıdan bakmam. Ama insanların da bazen bu değerlere ihtiyacı var. O gün orada Berat Kandili’nin vurgulanmasını, insanların o duyguda buluşmalarını, deprem bölgesindeki acılara selam göndermelerini olumlu buldum. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı mücadelesine girdiğinde camilere de gitti, hacılarla, hocalarla da konuştu. Bu anlamda da son olaylar bir buluşma getiriyor. Dini istismar ederek, kader kavramının arkasına sığınarak bu suçları örtbas etmek isteyenlerin karşısına da samimi inanç sahibi insanların içtenliği ortaya çıkıyor.

>> Önemli olan asgari müştereklerde buluşmak değil mi? İsteyen rakısını içsin, isteyen inancının gereğini yerine getirsin. Karşılıklı saygı esas olan…

Elbette… Türkiye böyle bir Türkiye’ydi. Yani meyhaneler dolup taşar her zaman. O insanlara sorsan dörtte üçü inanç sahibidir. Bunu bu hale bunlar getirdi. Eskiden böyle değildi. İktidarda bulunan insanların en büyük kötülüğü ülkeyi inananlar inanmayan diye ikiye bölmeleridir. Çok büyük bir kötülüktür. Elbette toplumlarda sınıfsal farklılıklar vardır. Eğer bilimsel sosyalizmin diliyle konuşacak olursak emek ve sermaye arasında bir çelişki vardır. Ama yine bir ulus olma kavramı, bir bütünsellik topluca bir halk olmak da vardır. Şu anda iktidarda bulunanlar bu değerlerin tamamen dışında, tamamen kendi çıkarları yönünde devam ediyorlar. Şu anda hakikaten halkın karşısında bir kartel devlet var. Polisiyle, ekonomik ilişkileriyle, bürokrasisiyle, ordusuyla bir kartel devlet ortaya çıkardılar. Ve doğrusu buna karşı mücadele etmek çok kolay değil. Asıl hedef karşımızdaki bu kartel devleti alaşağı etmektir. Bunun için de yapılması gereken gerçekten iyiliğin örgütlenmesidir.

>> Bu sözlerinizden sonra aklıma Yunus Gibi şiiriniz geldi. Orada da şu dizeleri kaleme almıştınız: “Nerde varsa böyle zulüm/Çaresi isyan olmuştur.” Biraz da edebiyata dönelim. Postmodern edebiyat ile hâkim temalar daha çok bireycilik, bencillik üzerinden oluşmuştu. Son dönemlerde bunun yerine toplumculuğu esas alan büyük hikâyeler daha fazla mı üretilmeye başladı?

Çok önemli bir soruna değindin. Bencillik ve yanı sıra kıskançlık bana göre insanı, insanlığın varoluşunu pasın demiri kemirdiği gibi kemiren kötülüklerdir. İnsanların bu duygulardan mümkün olduğunca arınmaları gerekiyor. Bu sadece bir ülkenin ya da tek bir kişinin sorunu değil. Bütün insanlığın sorunu. Bütün insanlığın ciddi sorunları var. Evvelsi gün bana bir dergiden arkadaşlar “Şiir nerede duruyor?” diye bir soru yönelttiler. “Dünya nerede duruyor, insan nerede duruyor?” diye yanıt verdim. Dünya yörüngesinden her an sapabilir. Böyle bir tehlike var. İnsan ise zaten yörüngesinden sapmış. Yani insan, kendi bulduğu değerlerin tamamen zıddına yönelmiş. Şu anda doğayı mahvediyor, uzayı öldürüyor. Artık yalan, kıskançlık, kin, çıkar duygusu insanlığı kemiriyor. Bir idealist gibi iyilik havarisi olarak bu sorunların çözüleceği kanısında değilim. Elbette demokrasi için toplumun tepeden tırnağa örgütlenmesi lazım. Her toplumun örgütlenmesi lazım. İyilik de böylece ortaya çıkabilir. Bizim görevimiz, şiirin görevi insanca duyguları, iyilik duygularını anlatmaya çalışmak ve kötülüğü göstermek. Daha aydınlık, daha kendini eleştirmeye yetenekli bir insan türü durumuna gelebilmemiz için yapılması gereken şeyler bunlar.
Şöyle diyelim, iyiliğin örgütlenmesi gerekiyor.