Erendiz Atasü yapıtında aslında kendisini ya da bizi rahatlatmaya çalışmıyor, böyle bir amacı yok. Sadece doğru bildiğimiz yanlışlarla, topluma öğretilen saçma rollerle, farkında olmadan ya da bilerek düştüğümüz hatalarla yüzleştirmek istiyor.

Atasü’nün yaktığı kıvılcım

Deniz Burak BAYRAK

Birçok gazete ve dergide gündeme dair ya da kitap inceleme içerikli önemli denemelerini keyifle okuduğumuz Erendiz Atasü’nün bu kez kendinden yola çıkarak ülkenin kadınlık, yazarlık ve yurt konularını ele aldığı eseriyle baş başayız. Kadınların bir politikaymışçasına öldürüldüğü/yok edildiği, yok sayıldığı, ötekileştirildiği, geriye itildiği ve bu eylemin faillerinin hep meçhul kaldığı ya da cezalandırılmadığı, suçun görmezden gelindiği, hukukun işlemediği bir dönemin tam ortasındayız. Böyle bir dönemde ‘Kadınlığım, Yazarlığım, Yurdum’ herkese bir tutam gün ışığı, bir parça nefes alma durağı olacaktır.

Yapıtın adını çok önemsediğimi söylemeliyim. Sanırım Erendiz hanımın eserlerinin içinde de bunlar onu özetleyen üç sözcük. Yazar, hayatını eğitime adayan bir akademisyen/öğretmen olmanın getirisiyle “yurdu” için endişelenen ve bu endişelerden çıkış yolunu topyekûn bir mücadeleyle arayan, çabasını dile getirirken de bunu su gibi berrak bir anlatım ve anlayışla okuruna, ülkesine ve tüm insanlığa anlatmaya çalışan bir kadın. Ülkenin aydın yurttaşları Erendiz Atasü’nün yaktığı kıvılcımla üstlerine düşeni yapmalı.


‘Kadınlığım, Yazarlığım, Yurdum’ yazarın dört ayrı bölüme ayırdığı ve her birinde kadını farklı bağlamlarda ele aldığı kırk sekiz denemeden oluşuyor. Kadınlık/Yazarlık, Kadınlar, Kadınlar/Erkekler ve Kadın Özgürlüğü Sorunsalı bu bölümlerin ana başlıkları. Başlıklardan yola çıkarak her bir bölümdeki denemelerin özünü anlayabiliriz.

Erendiz Atasü’nün bu yapıtının en hoş yanı; yazarın feminizm, kadın hakları, edebiyatta kadın imgesi, kadın yazarlar ve toplumun kadına bakışını kendi anıları, yaşadıkları, gündemdeki birtakım haberler ve devlet uygulamalarının düşündürdüklerinden yola çıkarak kaleme alması. Böyle bir üslupla yazılan her bir deneme hem bir iç dökme hem de anı/günlük benzeri bir türmüşçesine samimiyet uyandırıyor.

Yazar “Varlığımın Hikâyesi” ile anlatmaya başlıyor kendi hayat hikâyesini. Atasü, Cumhuriyet aydını bir ailede büyür, “hayatının bir anlamı olması için” yirmi beş yaşında yazmaya başlar. Gelenekçi bir ülkede yetişir, sağ-sol çatışmalarının ortasında “Var olacağım” diyen bir kadındır. Akademik hayatın yanında edebî hayatta da hak ettiği yeri yıllar boyu süren verimleriyle alır. Edebiyatın yanındaki diğer aşkı “feminizm”dir. 1980 Darbesi topluma “yalnızlık” getirir. Bu yalnızlık ve yabancılaşma edebiyata da yansır. Yazarlar bireyin iç dünyasını esas alan eserler kaleme alırlar. Erendiz Atasü’yü de fazlaca etkiler bu tema. O, kendi içindeki yalnızlıkla zenginleşebilmeyi bilir.

“Kadın Yazar” adlı denemede yazarlığı “bilinçle gövdenin tanışması, barışması, bütünleşmesi” şeklinde tanımlıyor Atasü. Kadın yazarlık konusunda da sözünü esirgemiyor. Yazar ve yazarlık ilişkisinin cinsiyet temelinde yadsınması ve bazı kadın yazarlarca “kadın yazar” söyleminin reddedilmesini yanlış buluyor. Çünkü yazmak Atasü’nün hem toplumsal hem de biyolojik varlığının/kadınlığının bir parçası. Bu yüzden bazılarının hiç sevmediği “kadın yazar” tanımını göğsünü gererek taşıyor.

“Kadın Yazar/Kadın İmgesi” ile düşündürücü bir soru soruyor yazar bizlere: Yazar, erkeklik/kadınlık kimliklerinden soyunup ortak insanlık özüne ulaşabilir mi? Bu soruyla birlikte erkek yazarların kadın imgeleriyle kadın yazarların erkek imgelerinin farkları ortaya çıkıyor. Atasü, Türk kadınının kulluktan Cumhuriyet yurttaşlığına veya köylülükten işçiliğe, ataerkillikten feminizme doğru yaptığı yolculuğun izdüşümünü fark etmek için Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Ayla Kutlu, Tomris Uyar, Latife Tekin, İnci Aral gibi yazarlara başvurmayı salık veriyor.

Yapıtın ikinci bölümünde; Kadın ve sağaltım, kadın ve cinsellik, kadınlar ve bölünmüşlük, kadın ve medya ile özgürlük gibi konular çevresinde kalem oynatıyor Erendiz Atasü. Bir edebî tür olan tiyatro (Günden Geceye, Sevinç ve Sevgi, Bir Kadın, Bir Oyun, Bir Düş) ile sinema (Ada, Mavi) sanatlarının birtakım kadın konulu örneklerini titiz bir işçilikle irdeliyor.

Erkeklerin daha yoğun bir şekilde işlendiği denemelerse üçüncü bölümde. Burada erkek ve kadına öğretilmiş roller üzerinden yola çıkarak başlıyor yazar. 90’lı yılların başında Avrupa’da “Euroman” olarak adlandırılan bir erkek tipi çıkıyor. Böylece Erendiz Atasü de Euroman’den hareketle Doğu kültürünün erkeğe yakıştırmadığı birtakım duygu durumlarını da taşıyan, kavramsal kadınlığın özellikleriyle donanmış erkeği masaya yatırıyor. Bununla beraber entelektüel erkek ve kadını, çok eşliliği ve aşkın gerçeklik mi düş mü olduğu sorunsalıyla bir psikiyatr bakışıyla kadın ve erkeğin nezdinde tüm toplumun ruh analizini yapıyor.

“Kadın Özgürlüğü Sorunsalı” şeklinde başlıklandırılan son bölümde ise feminizm, feminist tartışmalar ve ayrılıklar, Türkiye’de kadın olmak, dayak, şiddet, yazıldığı dönem gündemi meşgul eden zorunlu bekâret denetimi tartışmaları, laiklik, demokrasi, akademideki kadın azlığı ve kimlik gibi konularda denemeleri okuyarak farkındalık kazanmaya davet ediyor yazar.

Erendiz Atasü yapıtında aslında kendisini ya da bizi rahatlatmaya çalışmıyor, böyle bir amacı yok. Sadece doğru bildiğimiz yanlışlarla, topluma öğretilen saçma rollerle, farkında olmadan ya da bilerek düştüğümüz hatalarla yüzleştirmek istiyor. Kendi deyimiyle; vardığı yere emeğiyle, çabasıyla mücadele ederek ama kimseyi çiğnemeden çıkan bir yazı emekçisinin aklından kalemine akan bu denemeler mutlaka okunmalı, kavranmalı. ‘Kadınlığım, Yazarlığım, Yurdum’daki tüm kapsamlı denemelere ve işlenen konulara kabuklarına takılıp bir türlü inilemeyen özüne dokunmaktan korkmadan ve geleneksel ya da parçalanmış kadın imgesini sorgulamaktan kaçmadan ele alma çağrısı yapıyor. Var mısınız?