Atilla Birkiye’nin Şehirlerarası Arzu’su, bir edebiyatçının gözünden kitapları, insanı, toplumu, farklı ülkeleri ve şehirleri tanımak, görmek ve anlamak isteyenlere yol gösterecek, ufuk açacak nitelikte, ışıltılı ve derin bir yapıt

Atilla Birkiye’nin defterlerinden

HÜLYA SOYŞEKERCİ

Günlükler tanıklıklardır. Hayata, yaşanan güne ve döneme ya da kişinin kendi iç dünyasına dair birçok ayrıntı yer alır günlük sayfalarında. Edebiyat tarihi ve biyografi yazarları için günlükler, odağa alınan yazarın yaşamını aydınlatan birinci elden kaynaklar oldukları için kıymetlidir. Bir tarihin, yerin, saatin ve olay parçasının günlük sayfalarına kaydedilmesi sanki büyülü bir andır; zaman orada harflerin içinde gizlenir ve sonsuzluğa merhaba der.


Günlük yazan edebiyat yazarlarını her zaman içtenlikli ve cesur bulmuşumdur. Yaşadığı hayatı günü gününe kayıt altına alan, iç dünyasındaki derin duyguları dile getirebilen, kendisiyle yüzleşebilen, birey olma ayrıcalığı ve farkındalığına ulaşmış kişidir günlük yazarı. Bir bakıma 'ben bilinci' ile yazılır günlükler. Bir defterin yol arkadaşlığında yazının yalnızlığına sığınan, hayatı günlüklerine döken kişi, akan zamana bir iz, bir işaret bırakmış demektir. O kalıcı iz, günlük sayfalarından hayata, harfler, sözcükler, tümcelerle; düşünce, duygu ve hayaller halinde sızar.

Geçenlerde, edebiyatımızın derin ve sessiz ustası Atilla Birkiye’nin günlüklerinden bir kısmını içeren Şehirlerarası Arzu adlı yeni kitabını ilgiyle okudum. Uzun yıllara yayılan edebiyat emeğini, deneme, roman, anlatı, gezi, günce ve şiir gibi farklı türlerdeki özgün ve etkileyici metinlerinde çoğaltıp zenginleştiren Atilla Birkiye, bu kitabını, günlüklerinden bir kısmını derleyerek oluşturmuş. Yazarın kitaptaki günlükleri, 2003'ten seçtiği günlükleriyle başlıyor; üç yıl atladıktan sonra 2006’dan 2018 yılına kadar yazdığı günlüklerden bir seçkiyle devam ediyor. Bir anlamda yazarın kişisel tarihinden kesitler aktarıyor kitaptaki günlükler.

DÖNEMİN RUHU

Sayfaları çevirdikçe Atilla Birkiye’yi, bir yazar, bir öğretim görevlisi, bir gezgin, bir okur, bir dost, bir evlat, bir baba, bir sevgili; bir insan olarak, hayatının ince ayrıntıları ve iç dünyasının derinliğinde daha yakından görme ve tanıma olanağı buluyoruz. Günlük türünün gerektirdiği içtenliğin, özdenliğin, özgür birey olma çabasının ve dürüstlüğün sayfalara akıcı bir dille yansımış olduğunu da fark ediyoruz.

Günlüklerde, Atilla Birkiye, okuduğu kitaplara, yurtiçi ve yurtdışı gezilerine, katıldığı edebiyat etkinliklerine, kendi yaşantılarına, dostluk ve akrabalık bağlarına, olaylar ve durumların iç dünyasındaki etkilerine, gözlem ve izlenimlerine, hayallerine, duygularına gerçekçi bir yaklaşımla yer veriyor; hayatının günü gününe kaydını tutuyor. Bu kayıtlar toplumsal arka plandan soyutlanmıyor; çünkü yazar, günlükleri yazdığı dönemin ruhunu da satırlarında yansıtıyor.

DIŞ VE İÇ YAŞINTILARIN İLİŞKİSİ

Atilla Birkiye, şehirler arasında gezerken ve gezi izlenimlerini not alırken arzu, aşk, sevgi, özlem, kaygı ve bütün insani duygular da ona eşlik ediyor. Bir anlamda yazar, dış’ta yoğun ve dikkatli gözlemlerde bulunurken iç’te yaşadığı derin duyguları da çekinmeden dillendiriyor. Her şeyin, her gözlemin, her yaşantı parçasının, her duygunun hakkını vermeye özen gösteriyor. Yazar, sadece olumlu gördüklerini anlatmıyor; ciddi eleştirilerden kaçınmadan yazıyor günlüklerini.

Yazarımızın gerçek yaşamı ile okuduğu kitapların içindeki yaşamın buluşmasından, hoş bir yazınsallık ortaya çıkıyor. Bu yazınsal tadın, Atilla Birkiye’nin şiirsel ve duygulu bir dilin içinde, dikkatle, özenle, incelikle ördüğü metinsel yapıdan kaynaklandığını da belirtmek gerekir.

Yazarın edebiyat sevgisine, yaşama coşkusuna, hüzünlerine, kederlerine, kaygılarına, duyarlılıklarına ve İstanbul tutkusuna yakından tanık oluyoruz günlükleri okudukça. Akıp giden hayat karşısında bir edebiyatçının duruşunu netlikle görebiliyor; onun zamana direnişinin, hayatı defterlere kaydederek onu kalıcı hale getirme çabası içinde saklı olduğunu fark ediyoruz.

Yazar, bazen yalnızlığı yüreğinin derinlerinde hissediyor; ancak seçilen bir yalnızlık bu. Belki daha yoğun yazmak, yaratmak için gerek duyulan bir yalnızlık: “Kalkmalıyım, kahve bitiyor, ders zamanı… yüreğim hâlâ bomboş yıllardır; dünyanın acısı bir yana, bir de bu yalnızlık var, içimdeki-dışımdaki, ikisi birleşince insan gerçekten de ‘yalnızlık’ın ne demek olduğunu anlıyor… Yine de seçilen bir yalnızlık bu, hem de İstanbul’da, hemen önümde deniz serinliyor.” (s.35) Kitabın sonlarına doğru, 2017’nin 18 Eylül’ünde yazdığı günlükten, yazarın içsel yalnızlığının sona erdiğini, aşkı yeniden bulduğunu, anlatımındaki incelikli ayrıntılardan anlıyoruz.

Atilla Birkiye, sadece kendi iç dünyasında yaşadıklarını; yazma süreçlerindeki tedirginliklerini, çelişkilerini, hayata, topluma ve insana dair sorgulamalarını dile getirmekle kalmıyor; yazılarıyla, yazdıklarıyla ve yazmak istedikleriyle de yüzleşiyor. Bazı eserlerini yeniden gözden geçirme hatta yeniden yazma çabası da bu tutumundan kaynaklanıyor bir anlamda. Uzun yıllar boyunca yazmayı en çok istediği, en çok aklında gezdirdiği kitabın Sabahattin Ali’ye dair bir kitap olduğunu ve nihayetinde yoğun bir emekle bu kitabı yazdığını; Sabahattin Ali’yi Sevme Sözlüğü adıyla 2017’de yayımlayarak büyük bir hayalini gerçekleştirdiğini öğreniyoruz. O kitabı, deneme-sözlük biçiminde kaleme alması, Atilla Birkiye’nin yeni, özgün ve deneysel edebiyat çalışmalarına da önem verdiğini kanıtlıyor.

IŞILTILI VE DERİN

Gözlem ve betimlemelerinde yazar, bir resim oluşturur gibi davranıyor. Sözcüklerle oluşturduğu biçimler, renkler, ayrıntılar okur için de değerli. İtalya Toscana bölgesini, İstanbul Boğazı’nı, Cunda Adası’nı, Saros’u kelimelerle resmediyor mesela. Atilla Birkiye’nin Boğaziçi sevgisinden de birkaç cümle aktaralım: “10 Ekim, kaçak mavi saatler; öğle gizlenmiş (ders arası) Beşiktaş Sahil Kafe. Deniz hafiften poyraz, parçalı bulutlu gökyüzü, güneşi gizliyor; sonbahar işte, hâlâ sıcak, mevsim dışı sıcaklar, olsun, en güzeli mavi sulara yakın yazmak, mavinin serinliğini içine çekmek. Boğaz bir ırmak gibi akıyor.” (s.19) Yazar, Boğaziçi’ni iliklerine kadar hissediyor; yaşıyor. Doğma büyüme bir İstanbullu için tam anlamıyla duyumsanan bir “İstanbul’u yaşama” halidir bu.

Birkiye’nin sayfalarında bazen Orhan Veli’nin bazen Sait Faik’in izlerini de keşfediyoruz: “23 Haziran Saros - Önce kurşunkalemimi, o bildik Faber, açtım, bir çakıyla açtım, çok eski günlerdeki gibi. Sonra kuş sesleri hariç öteki sesleri duymadım. İrademle duymadım. İrademe de hep güvendim. Sonra görüntümdeki tek tük de olsa evleri, yapıları görmedim. Yalnızca doğaya baktım.” (s.7)

Atilla Birkiye’nin Şehirlerarası Arzu’su, bir edebiyatçının gözünden kitapları, insanı, toplumu, farklı ülkeleri ve şehirleri tanımak, görmek ve anlamak isteyenlere yol gösterecek, ufuk açacak nitelikte, ışıltılı ve derin bir yapıt.

cukurda-defineci-avi-540867-1.