Ortaokulu Bursa’nın Yıldırım semtinde Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde tamamladım. Okulun bulunduğu semt çingenelerin yoğun olarak

Ortaokulu Bursa’nın Yıldırım semtinde Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde tamamladım. Okulun bulunduğu semt çingenelerin yoğun olarak yaşadığı bir semtti. Daha sonra Demirtaş Endüstri Meslek Lisesi’ne gittim. Meslek lisesinin bulunduğu yer de Kamberler denilen, çingenelerin yaşadığı bir mahalleye bitişikti. İlk gençlik yıllarımda bu mahallelerde okudum, tozlu, çamurlu arsalarında top koşturdum. Yıldırım – İtfaiye hattındaki iki yazlık sinemadan biri çingene mahallesi içinde kalırdı. Her iki sinema da yaz akşamları tıklım tıklım dolardı. Bursa’da yaşamış olan Ermeni, Rum ve Yahudiler ben doğmadan çok önce kovulmuş ve sürülmüşlerdi. Biz, anlatılan öykülerden, “ işte burada da yahudiler yaşadı, burası bir zamanlar Ermeni mahallesi idi” anımsatmalarından büyüdüğümüz kentin nasıl bir mozaik olduğunu kavramaya çalışırdık. Her nasılsa ayakta kalmış bir kilise bir sinagog bizi bilinmediklerin hayal dünyasına götürürdü. O günlerde sıra yavaş yavaş çingenelere gelmekteydi .Nitekim ortaokul dönemlerinde Yıldırım’dan çingenelerin sürüldüğüne tanık olmuştum. O yıllarda neredeyse Bursa’nın göbeği sayılan semtlerde yoksulluk diz boyu idi. Kent içi taşımacılık genellikle at arabaları ile yapılırdı. Zira at arabası daha ucuzdu. Atıcılar, Veysel Karani  mesire yerlerine de cümbür cemaat at arabaları ile gidilirdi hafta sonları.. Dolayısıyla mahalle içleri ve  sokak aralarında  at pisliğine rastlanması sıradan bir şeydi. O sıradan şeylerden bile yararlanırdık. O gübreleri toplar çamurla harman edip tek katlı evlerimizin dış cephelerini onarırdık. Üstüne birde sarı ve kiremit rengi toz boyayı çektik mi pırıl pırıl olurdu evlerin dış cepheleri. Aynı yoksulluk ve sıkıntıları yaşayanlar arasında her hangi bir ayrımcılık yoktu. Kimse kimseyi dışlamıyordu. Dışlama nedeni sadece dolandırıcılık, şiddet uygulama, namus ve benzeri nedenlerle oluyordu. İşsizlik ve yoksulluğun dayattığı hırsızlık bir dışlama nedeni değildi o günler. Zaten yoksulun çalınacak bir şeyi de yoktu. Kısacası dertler ve yoksulluk, etnik köken, din ve  mezhebe bakılmaksızın paylaşılırdı. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda tanık olduğum, yaşadığım içten ve sıcak komşuluk ilişkilerine dayanarak diyebilirim ki ; Ermeni, Rum ve Yahudi komşularımızın   sürülmeleri, ceberut devlet mekanizması ve yönetici erkin halka rağmen gerçekleştirdiği bir iştir.

YALANDAN KİM  ÖLMÜŞ Kİ BAŞBAKAN ÖLSÜN !...
Türkiye uzunca bir süredir açılım söylemi ile oyalanıyor. Önceleri Kürt açılımı  işlendi. Daha sonra sırayı Alevi açılımı aldı.  Şimdilerde de Roman açılımı gündemde.
AKP,  üst yapıyı ( hukuk kurumları, bürokrasi, polis, ordu vs..) biçimlendiriyor. Elbette bu biçim verme ancak ‘ benimse uygundur’ iradesi çerçevesinde oluyor. AKP; “ ancak ve ancak benimse,  bana uyarsa muteberdir.” anlayışıyla  toplumsal ilişkileri yoğuruyor ve biçimlendiriyor. İşte bu anlayış ve irade ile kendi polis gücünü tahkim ediyor. Kendine biat edecek bir hukuksal yapı için kavga ediyor. İşte bu yüzden darbeye karşı söylemi sahtedir.  Zira darbeci orduya karşı değil ancak kendine karşı darbe potansiyeli taşıyan bir orduya karşıdır. Bu muhafazakar gömlekli faşist yapı;  Kürtleri de, Alevileri de, Çingeneleri de hep kendi duvarları içinde, kendine biat eden, asimile olmuş birer katman olarak tasnif etmeye çalışıyor.
Bu günlerde gündeme taşınan roman açılımı da bu çerçevede yapılan bir uygulamadan öte bir iş değildir. “ Çingeneyiz.org” Web sitesinde Çingenelerin kendilerine çingene demekten korktukları, oysa adlarını, Roman, Abdal, Dom yada Mırtip diye dillendirseler bile bir şeyin değişmeyeceğini, yine işsiz, dışlanan, horlanan bir toplum olmaktan kurtulamayacaklarını belirtiyor. Benzer bir söylemi, AKP’nin hafta sonunda gerçekleştirdiği Roman açılımı toplantısında konuşan Elmas Arus şöyle dile getiriyor ; “ Abc ‘yi üğrenmek için üniformamızı giyip okula başladığımızda… Annemiz sandı ki, üniformayla fark edilmeyiz, kayboluruz okullu çocukların aralarında. Kaybolmadık ne yazık ki… Ayağımızdaki ayakkabı, bir de şivemiz ele verdi bizi. Önce sıra arkadaşımızı yanımızdan ayırdılar, sonra bizi sınıftan. Öğretmenimiz bizi en arka sıraya oturttu. Bizler daha o yaşlarda sırtımızdaki üniforma gibi istediğimiz zaman çıkartamayacağımız bir başka üniformayı keşfettik. Anladık ki bu üniforma bir hayat boyu çıkmaz.”
Neden böyle düşünüyorlar?
Böyle düşünüyorlar; zira yaşamları boyunca boş söylemlerin ötesinde bunu yaşadılar. Dile getirdikleri o gerçekle yaşadılar. Şimdi Başbakan onlara hitap ederken kardeşlerim, can yoldaşlarım deyip muhabbetle kucaklamaktan söz edince hemen kanatlarının altına koşacaklarını sanıyor. Başbakan her zamanki gibi boş vaatler sıralıyor bir biri peşi sıra. Tüm roman vatandaşları konut sahibi yapacakmış. Oysa Samsun’da AKP’li Belediye TOKİ ile işbirliği içinde çocukluğumun Bursasındaki gibi, Küçükbakkalköydeki gibi, Kırklarelindeki gibi, Sulukuledeki gibi Kağıthane Yahya Kemal Mahallesindeki gibi, daha sıralanabilecek onlarca örnekte olduğu gibi Çingeneleri kent dışına sürüp, kent içinde kalan mahallelerini kentsoyluların talanına açmak, onlara rant sağlamak ve bu rantı paylaşmak ile meşgulken Başbakan’ın hepinize konut sağlayacağım sözü ne kadar inandırıcı olabilir ki.
Gerçek şu ki ne boş  vaatlerin ne de yalanların bünyeye fiziki olarak bir zararı olmaktadır. Hani halk arasında dendiği gibi “YALANDAN KİM ÖLMÜŞTÜR Kİ BAŞBAKAN ÖLSÜN!...