Atom matom

“Geçen hafta anlattıklarının unuttum çoğunu, bilgileneyim yeniden!” diyor bizim ufaklık. “Hayırdır?” diyorum. “Ben de şiir yazmak istiyorum ‘Çocuklar Öldürülmesin’ benzeri bir şeyler düşünüyorum.” “Aferin. Peki... ABD, 6 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentine uranyum içeren, bu tarihten üç gün sonra da saat 11.02’de Nagazaki kentine plutonyum içeren atom bombaları attı. İlk atom bombası Hiroşima’ya düştüğünde saatler sabahın 8.15’i… Patlama noktasında sıcaklık saniyenin milyonda biri süresinde birkaç milyon dereceye yükseliyor. Ateş topu yaklaşık 300 metre çapına ulaştığında ateşi yayan patlama dalgası ses hızıyla ilerliyor. Saatte 800 km’lik hızla yol alan fırtına, o yok edici çekirdeksel (nükleer) güç varlığını yıllarca sürdürecek olan ışınım (radyasyon) kümesini oraya bıraktığında çocuklar okul yolunda, işçiler de çoktan tezgâhlarının başında... Hiroşima ve Nagazaki’de bombalama sırasında ve sonrasında yayılan ışınlar yüzünden bugüne değin 500 binden çok kişinin öldüğü sanılıyor...” “Bomba, iğrenç bir şey!” diyor. “Değişiklik de yok pek dünyada; atom matom, yola devam...” diyorum.

“Nasıl yani?” diyor. “Hiroşima’nın 66. yıldönümü anma töreninde konuşan Japonya Başbakanı Naoto Kan binlerce kişinin katıldığı törende, “Çekirdeksel gücün (enerjinin) güvenilir olduğu söylencesine inandığı için derin bir pişmanlık duyduğunu” söylemiş. Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunaminin ardından son 25 yılın en büyük çekirdeksel yıkımın yaşandığı yer olarak kayıtlara geçen Fukuşima, çekirdeksel güç konusunun ilk kez Hiroşima’da yaşanan karayıkımla (felaket) ilişkilendirilmesine neden olmuş. Evet işte, insanlık yıkımlarla yola devam ediyor. Ne değişiyor? İnsanlar ölüyor, öldürülüyor. Yalnız savaşlarda değil, açlıktan neredeyse her 5 saniyede bir çocuk sizlere ömür…” “Ha bu mu oluyor demin dediğin matom?” “Saçmalama! Atom matom dedimse,” diyorum; “Bu ‘şundan bundan’, ‘şöyle böyle’, ‘çirkin mirkin’ deriz ya onun gibi…” Kesiveriyor sözümü tam açıklamasını yapamadan: “Sen Japonya için ‘atom’, deyince ben de sandım ki Afrika’daki ‘açlık’ için de ‘matom’” diyor ve sırıtıyor. “Bu tür bir konuyla dalga geçmene inanamıyorum!” diyorum. “Tamam, matom’la aptalca bir espri yaptım.” “Hem de nasıl!” diyorum. “Ama yani ne olacak ha, ne olacak matom dediysem?!” “Bu matom var ya, öyle bir şey ki,” diyorum; “Harçlık marçlık gibi bir şey...” Korkulu bir yüzle bana bakarken yapıştırıveriyorum ve de: “Senin harçlık marçlık, uçtu muçtu mu yoksa?!” “Haksızlık bu! Ne zaman kızsan beni parayla cezalandırıyorsun!” diyor. Düşünüyorum. Haklı. Üç kuruş haftalığıyla gözkorkutumcu (şantajcı) oluyorum. Özür diliyorum. Yine de canım bir sıkkın ki! Konuşasım gelmiyor. Oysa neler anlatacaktım kısa kısa; geçmişten günümüze tarihsel süreçten başlayacaktım; küreselleşmeye, savaşlara, silahlara ayrılan o bütçelerle açlığın kökünün kazınabileceğine değinecektim. Özetimi kavrayacaktı. “Yani,” diyecekti, “Savaşlar da, açlık da biter istenirse; peki o zaman neden böyle?” Ben de diyecektim ki, ”Yaaa ufaklık, geldin işin özüne; dizgeye (sisteme), dünyayı yönetenlere...”

atom-matom-335293-1.