Avrupa’nın iki yüzü: Mülteciler

Dr. Mine Yıldız - Göç Çalışmaları Bölümü Brüksel Özgür Üniversite

Bu dünyada “ırksallaştırılmış bir hiyerarşi” var. Ve bu göç politikalarında çok ama çok daha belirgin bir hale geliyor.

Kurtarılmaya değer bir insan olarak tanımlanan mültecinin teninin rengi, konuştukları dil, din veya doğdukları yer, menşei ülke.

2015’teki mülteci krizinde Yunanistan-Makedonya sınırında kalabalıklar dikenli tellerle karşı karşıyaydı. Bir anne, bebeğini yağmurdan korumak için plastik bir muşambaya sarmış, bir baba hasta ve yüksek ateşi olan küçük kızını göstererek "Şuna bakın, haline bakın kızımın, sizde vicdan yok mu" diye bağırıyordu. Yine Macaristan'ın başkenti Budapeşte’deki tren istasyonunun çevresindeki restoran ve kafelerin hiçbiri mültecilerin içeri girmesine izin vermemişti. Birilerinin onlara merhamet göstermesini umarak kilometrelerce yürüyen insanlardı bu insanlar. Güvenlik güçlerinden kaçanlar sanki bir hayvanlarmış gibi kıstırıldılar.
Herkes kötü değildi elbet. Aynı yıl Macaristan Avusturya otoyolunda insanlar, mülteciler için bebek arabası, yiyecek ve su götürüp, "Hepimiz böyle değiliz" diyerek hükümetlerinin davranışlarından dolayı özür dilemişlerdi. Derme çatma toplanma noktalarında yerel çabalar sonunda mültecilerin barınmalarını sağlamak için diğer sivil toplum örgütleriyle ve gönüllülerle birlikte çaba göstermişlerdi.

Polonya, Macaristan ve Avusturya sınırlarına çit çekti ve Yunanistan Türkiye ile sınırına çelik bir bariyer inşa edildi. AB Konseyi Başkanı Ursula von der Leyen, Yunanistan'a "Avrupa kalkanımız olduğunuz için teşekkür ederiz” dedi.

ÖTEKİLEŞTİRİLENLER

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce, dünya genelinde 84 milyon zorla yerinden edilmiş insan vardı. BM Mülteci Ajansı tahminlerine göre her 95 kişiden 1'i. BM, Ukrayna'yı 4 milyondan fazla insanın terk etmesini beklediklerini ve bunun içinde bulunduğumuz yüzyılda Avrupa'nın en büyük mülteci krizi haline gelebileceğini söylüyor.

Pek çok ülkenin tüm Ukraynalı mültecileri memnuniyetle karşıladığını ilan ettiğine tüm dünyayla birlikte tanıklık ederken Afrika, Ortadoğu ve Asya'dan gelenleri bugün olup bitenleri, sadece göç üzerine çalışan bir akademisyen olarak değil bir insan olarak da yan yana koyuyorum. Aynı Avrupa ülkeleri Rusya işgalinin ardından Ukrayna'dan kaçan 2 milyondan fazla insanı kabul etmek için sınırlarını açtı. Açmalı da. Elbette kabul etmelisiler, etmeliyiz. Bu insan olmamızın gereğidir.

Ancak, peki ya diğer mülteciler, “ötekiler”ve/veya “ötekileştirilenler”? Hatırlayın, Afganistan, Suriye, Irak ve Yemen'den gelenler 2021 yılı sonlarında Belarus ve Polonya sınırında mahsur kalmış, Polonyalı güvenlik güçleri ve dikenli teller aracılığıyla AB'ye girmeleri engellenmiş, soğukta açlıkla ve donma tehlikesiyle kendi hallerine bırakılmışlardı. Daha geçen ay, Yunanistan ile Türkiye sınırda, AB'ye girmeye çalışan 12 mülteci donarak ölmedi mi? Peki ya onlar?
Ukrayna'dan gelen mültecilere son derece hızlı ve koordineli yanıt verilirken Afganistan, Irak, Filistin, Suriye, Libya ve Yemen gibi iç çatışmaların yaşandığı ülkelerden gelen mültecilere verilen yanıtlar tezat oluşturuyor.

Ortadoğu, Afrika ve Asya'dan gelen mültecileri geri çeviren aynı ulusların çoğu, şimdi büyük ölçüde Ukrayna'dan gelen mültecileri ağırlıyor. Ukrayna'dan kaçan mültecilere "farklı muamele" edildiğini bu durumu BM Mülteci Ajansı başkanı da açıkça söyledi. Tüm dünya da duydu.

Dünyanın bir bölümünde yaşanan trajedi nerdeyse normalleştirilirken, Ukrayna’nın "uygar", "tıpkı bizim gibi, beyaz ve Hristiyan" ve "yan komşu” şeklinde tanımlandığına kulaklarımla şahit oluyorum Brüksel’de. Peki ya siyah Afrikalıların ve diğer ülke menşeili mültecilerin yaşadığı nedir? "Irkçılık ve yabancı düşmanlığının” ta kendisidir.

IRKSALLAŞTIRILMIŞ HİYERARŞİ

Her savaş kendine özgüdür elbet, ana hatları bireyden daha büyük güçler ve emperyalizmin açgözlülüğüyle, acımasızlığıyla çizilir.

Ancak nereden olurlarsa olsunlar, mültecilerin duyguları benzerdir: Gerçeklerinin nasıl aniden ve şiddetle değiştiğinin şoku ve hayatta kalanları (çocuklarını kurtarmak için bile olsa) perişan eden suçluluk ve köksüzlük duygusu.

Bir tarafta ülkesi işgal edilmiş ya da ülkesini terk etmek zorunda kalmış bırakılmış, bebeklerin, çocukların, insanların donarak ölmesini “bizden değil” diyerek izleyip, diğer taraftan insan hakları ve demokrasiden dem vuranlar şöyle tanımlanabilir: “Hypocrite” (ikiyüzlü).

Kimse doğacağı ülkeyi, kültürü, derisinin rengini seçemez. Irkçılık ve “ırksallaştırılmış hiyerarşi” bir insanlık ayıbıdır! Masum bebeklerin, insanların donarak ya da boğularak ölmesini seyretmek, etnik bir katliama tanık olup susmaktan çok da farklı değildir, bu bir insanlık suçudur!