Avustralya’nın savaş tüccarları

CJ Werleman

Avustralya Başbakanı Malcolm Turnbull’un geçtiğimiz haftalarda açıkladığı plana göre Avustralya dünyanın en büyük on silah ihracatçısı arasına girmek istiyor ve Ortadoğu’yu önemli bir pazar olarak görüyor. Avustralya hali hazırda dünyanın 20’nci en büyük ‘savaş lordu.’ 2009 – 2013 yılları arasında 350 milyon dolarlık silah ihracatı yaptı. Aynı dönemde Amerika silah ihracatından 39 milyar dolar, Rusya 24 milyar dolarlık gelir elde etti. Dünyanın en büyük on ‘katliam ve ıstırap ihracatçısı’ arasına girmek için Avustralya, ‘cinayet makinesi ihracatını’ her dört senede 2.4 milyar dolar arttırmak zorunda. Eğer bunu başarırsa, 10’ncu sırayı başka bir kolonici devlet olan İsrail’den kapmış olacak.

Avustralya doğal kaynaklar bakımından zengin bir ülke olmanın yanı sıra, eğitimli ve canlı bir işgücüne sahip. Buna rağmen bir yandan ekonomik ve siyasi istikrarıyla övgü toplarken, diğer yandan endüstriyel katliam sektörüne yatırım yapmayı seçti. İnsan Hakları İzleme ve Uluslararası Af örgütleri geçen sene Avustralya’yı Suudi Arabistan’a silah satmayı durdurmaya çağırdı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avustralya üretimi silahların Yemen’deki insani krizi körüklediğini ifade etti. İşin kötüsü, Avustralya hükümeti Suudi Arabistan ile yürüttüğü silah ticaretinin detaylarını paylaşmayı reddederek, bunun “güvenli ticaret kurallarını” ihlal edeceğini öne sürdü.

Avustralya hükümetinin Ortadoğu’ya ölüm ve kıyamet ihraç ederken kirli işlerini vatandaşından gizlemesi akıl almaz bir durum. Yazar Van Teesling’in aktardığına göre, çoğu batı ülkesi savunma harcamaları ile ilgili Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) bilgi verirken, Avustralya bunu yapmayı 2005’te bıraktı. Teesling, “Bilgi harika bir şeydir. Bir şeyi biliyorsanız onunla ilgili bir yargıya varabilirsiniz, bilmiyorsanız varamazsınız. Yurttaşlarınızı faaliyetlerinizden haberdar etmek demokrasinin olmazsa olmazıdır. Öyleyse Avustralya’ya ne demeli?” diyor. World Vision Avustralya’dan Tim Costello, “Avustralya hükümeti yeni imalat ve ihracat fırsatları ararken, bula bula silah ticaretini mi buldu?” diye soruyor. “Dünyada milyonlarca insan şiddetten kaçıyor ve bizim bulduğumuz çözüm daha fazla silah üretmek. Bu kirli ticaretten kazandığımız paranın her kuruşunda kan lekesi olacak,” diyor.

Avustralya’nın muhalefet kabinesinin altyapıdan sorumlu üyesi Anthony Albanese, “Avustralya’da güneş, rüzgar ve dalga enerjisi teknolojilerinde yıllardır yaşanan atılımları ticarete dökseydik istihdam ve ihracat potansiyeli açısından çok daha iyi bir yerde olurduk” diyor. Silah ihracatı Avustralya’nın iyiliği için değil, dünyanın iyiliği için katiyen değil. Ortadoğu, Orta Asya, Asya-Pasifik… Mesele kanın aktığı, mermilerin uçuştuğu her yerden kâr elde etmek.

Avustralya’nın savunma politikası son birkaç on yılda “İstikrarsızlık Yayı” addedilen – Endonezya’dan Papua Yeni Gine’ye ve Solomon adalarına uzanan coğrafi bölgeye yoğunlaştı. Avustralya savunma siyasetçilerinin bu bölgede “olası bölgesel jeostratejik tehditler” gözlemlediğini duyar olduk. Diğer yandan, Avustralya’nın gözünü Ortadoğu’ya diktiği gün gibi açık. Avustralya, bölgeyi ateşe atan kaosun temelleri attı; Bush yönetiminin Irak işgaline askeri destek sağladı ve 2003’ten geçtiğimiz aya kadar Irak ve Suriye üzerinde IŞİD’e yönelik 2700 hava harekatı düzenledi.

Son söylediğimizi vurgulamak gerekirse, Avustralya Ortadoğu’da gördüğümüz şiddet ve çatışmaları doğrudan körüklemiştir ve şimdi yaktığı ateşten para kazanmaya çalışmanın yanı sıra, daha fazla silah satarak yangını daha da büyütmeye çalışıyor. Oxfam Avustralya, devletin heveslerini şu sözlerle eleştirdi: “Avustralya istikrarlı ve barışçıl bir demokrasi olarak bilinmektedir. Barışçıl bir dünyanın inşası için, güvensizlik ve istikrarsızlığı beslemek yerine bu değerlere yoğunlaşmalıyız.” Dünyanın büyük silah ihracatçılarından Almanya bile Ortadoğu’ya sattığı silah sayısını sınırlama kararı aldı ve Yemen krizine karışan ülkelere silah satışını durdurduğunu açıkladı.

Üstüne üstlük, Avustralya’nın savaş çığırtkanı ticaret anlaşmaları, insan hakları ve uluslararası hukuk alanlarında itibar kaybettiği döneme denk geliyor. Mültecilere yönelik çirkin muameleler, nefret suçları, ırk gözeten terörle mücadele yasaları, ıslahevlerindeki çocuklara yönelik şiddet olayları ve yerli toplulukların maruz kaldığı bitmek bilmez hukuksuzluklar olan biteni gözler önüne seriyor. Daha fazla silah ticareti ve daha az yapıcı yatırıma dayalı bir dış politikaya, dış politika dahi denmez. Bunun adı olsa olsa ahmaklık dolu fırsatçılığı ve tez canlı vurgunculuğu jeostratejik öngörü diye yutturmaya çalışmaktır.

The New Arab - goo.gl/CXQ8Xx’den çeviren: Fatih Kıyman