Ayasofya'da namaz kılanın karnı doymayacak

Özde ÇELİKBİLEK

İstanbul hakkındaki kitaplarıyla tanınan Turan Akıncı’nın ‘İstanbul’da Yabancı Güçler 1918-1923’ altbaşlıklı ‘İşgal' kitabı raflardaki yerini aldı. Önsözünü İlber Ortaylı’nın kaleme aldığı kitabın yazarı Akıncı, “İstanbul’un işgalini okumadan, anlamadan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet'in kıymeti anlaşılamaz” diyor.

İstanbul sadece bir şehir olarak değil, aynı zamanda tarihsel olarak önemli bir yerde duruyor. İstanbul’u savunmak neden bu kadar önemli?

İstanbul üç bin yıllık bir kent. Bu statüde dünyada dört veya beş kent var ama altıncı kent yok. İstanbul, Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı devletlerine başkentlik yapmış bir kent. Ayrıca Karadeniz ve Çanakkale Boğazlarının bulunduğu Marmara Denizi’ne kıyısı var. Çok önemli bir ticaret merkezi… Balkanlar, Anadolu ve Kafkasya’nın birleştiği şehir. Böyle bir şehri tüm devletler ele geçirmek ister. Ayrıca Osmanlı sultanının yaşadığı bir kent… 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasından sonra 470 yıl Osmanlı medeniyeti, kültürü ve mimarlığının merkezi olmuş bir şehir. Osmanlı şehri yeniden imar etti. Bu süreçte İstanbul’a 3 bin 200 civarında külliye, cami, medrese, sıbyan mektebi, türbe, hamam, sebil ve çeşme inşa edildi. İlk üç yüz sene sürecinde Osmanlı mali olarak çok iyi durumdaydı ve şehri ihya etti. 1850 yılından sonra Galata ve Beyoğlu’nda Levanten kültürü sebebiyle başka bir gelişme yaşandı. Beyoğlu, Osmanlı’nın Batı’ya açılan bir penceresi oldu.

Peki, o yıllarda yaşananları nasıl özetlemek gerek?

Her ortamda şunu anlatıyorum: İstanbul’un işgalini okumadan anlamadan Cumhuriyet’in kıymetini anlayamayız. Bu dönemde Türk halkına kendi topraklarında büyük bir zulüm yaşatıldı. Osmanlı devleti işgal döneminde dibe vurmuştu ve tekrar ayağa kalkacak bir gücü yoktu. Mustafa Kemal olmasaydı İstanbul hâlâ işgal altında bir şehirdi. Türk kadınları beş yıl sokağa çıkamadılar. 50 bin düşman askeri sokaklarda gördükleri her kadına saldırdı. Bu konuda yapılan şikâyetlere işgalciler hiçbir şey yapmadı hatta "Ordumuzun morali için bu ilişkiler gereklidir" diyerek cevaplar verdiler. Birçok kişinin evine el konuldu ve insanlar kendi evlerinden atıldı. İşgal komutanlığı bu işlere göz yumuyordu zira ortalıkta onlarca çete faaliyet gösteriyordu. Beyazıt’ta bulunan Bekirağa Bölüğü isimli hapishanede eski Osmanlı Sadrazamı dahil birçok eski bakan ve milletvekili tutuklu kaldı. Daha sonra da bu kişiler Malta’ya sürgüne gönderildi. Sürgün için ortalıkta hiçbir sebep yoktu. İşgal komutanlıklarında işkenceler yapıldı. Anadolu yakasına geçmek için pasaporta gerek vardı. İstanbul dışına çıkmak izne tabiydi.

Fiili işgal döneminde İstanbul’da neler yaşandı, toplumsal yaşama ne gibi müdahaleler yapıldı?

Fiili işgal döneminde işgalin hiçbir hukuki dayanağı yoktu hatta Mondros Ateşkesi’nde bile bu konuda bir madde olmamasına rağmen şehri işgal ettiler. İstedikleri kanunları padişah fermanlarla çözümlüyordu. İşgalciler istedikleri yalıları, köşkleri hatta sarayları işgal edip bu evlerde oturanları sokağa attılar.

Bu kişiler arasında kimler vardı?

Padişahın ailesinden Naciye Sultan, Ömer Fuat Efendi ve Fehime Sultan gibi kişiler ile İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuzlu’nun evleri vardı. Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa bir Fransız komutan tarafından Fransız Sefaretine çağırıldı. Uluslararası teamüllere göre komutanın Babıâli’ye gitmesi gerekirken sadrazamı ayağına çağırıp tehditler savurdu. Üstelik de sadrazam yer göstermeyip ayakta bekletti. Ayrıca Ankara’yı destekleyen mahalle örgütleri mensupları Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi’nde bulunan bugünkü öğretmen evine çekilip işkenceden geçiriliyordu.

VAHDETTİN BİR HAİNDİ

Bazı ‘yazarlar’, Mustafa Kemal’i Samsun’a “bağımsızlık savaşı” için gönderen kişinin Vahdettin olduğunu iddia etti. Sizce bu Vahdettin’e iade-i itibar çabası mı?

Sultan Vahdettin, 57 yaşında tahta çıktı. Fazla basiretli bir kişi değildi. 57 yaşına kadar kontrol altında yaşamıştı ve fazla bir eğitimi yoktu. Olayları algılayacak bir vizyonu yoktu hatta Mustafa Kemal’in ülkeyi kurtarmaya gitmesini akıl edebilecek bir kişi bile değildi. Kendisine Mısır Hıdivini örnek almıştı. İngilizlerin işgali altındaki şehrin padişahı olmak ona yetecekti. Onun bütün derdi o günlerde sorun olan Samsun’daki sorunların çözülmesiydi. Sultan Vahdettin’e artık kimse bir itibar veremez zira kasrını bile İngilizlere bırakıp ülkesinden kaçmış bir haindi.

Peki, devamında Vahdettin’in, Mustafa Kemal’e bağımsızlık hareketini başlatması için Samsun’a yola çıkarken para verdiği yine iddialar arasında. Bu konu hakkında ne söylemek gerek?

Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919 tarihinde Samsun ve çevresinde asayişi sağlamak için İstanbul’dan yola çıktı. 15 Mayıs 1919 günü Yıldız Sarayı’nda Sultan VI. Mehmet Vahdettin ile görüştü. Bu görüşme sırasında padişah paşaya “Bu memleketi kurtarın” cümlesini kullandı. Bu konuşma üzerine yazı yazan Necip Fazıl Kısakürek, Rıza Nur, Mevlanzade Rıfat, Tarık Mümtaz Göztepe, Abdurrahman Dilipak, Hüseyin Ceylan, Hüseyin Yılmaz, Mustafa Müftüoğlu, Vehbi Vakkasoğlu ve Mehmet Altan bir iddiada bulunuyorlar. Bu yazarların ortak söylemi Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Milli Mücadele’yi başlatmak için Anadolu’ya gönderdiğini yazıyorlar ve bu mücadelenin finansmanı için küçük bir çanta içinde 40 altın verdiğini anlatıyorlar. Bazı yazarlar bunu 50 hatta 100 bin altın olarak yazanlar var. Sultan Vahdettin bulunduğu konum itibariyle ülkenin kurtuluşunu düşünecek bir gösterime sahip değildi. Onun derdi koltuğunu korumaktı. Samsun’da oluşacak bir sorundan dolayı İngilizler ile arasının açılacağını düşünüyordu yoksa Milli Mücadele aklından bile geçmiyordu.

Son olarak gündem hâlâ Ayasofya... Siz gelişmeleri nasıl okuyorsunuz? Bu kararın arka planında sizce ne saklı?

Ayasofya Kilisesi inşa edildiği dönemde daha Müslümanlık dünyaya indirilmemişti. Bu itibarla cami yapılmasının hiçbir anlamı yok. İstanbul Suriçi’nde ( Dersaadet ) 400 civarında cami var ve vakit namazlarında genelde camiler boş oluyor. Ayrıca İstanbul’da Süleymaniye Camisi varken daha iyisini aramak gereksizdir. Bu iktidarın artık bu ülkede seçilme şansı yok. İnsanlar iş bulamıyor. Evlerine ekmek bulamazken gündemi örtmek için yapılan bir işlem. Ayasofya’da zaten namaz kılınıyordu. Şimdi Ayasofya’da namaz kılanın karnı doyacak mı?

Son dönemde iktidarın hilafet tartışmasını gündeme getirdiğini görüyoruz. Bu tartışmalar hakkında neler söylemek istersiniz?

Hilafet söylemleri tamamen iktidarın gündemi değiştirmek için bilinçli çıkardığı söylemler… Ülkede insanlar işsiz, fabrikalar durmuş, ekonomi tıkanmış durumda. İktidar bunların konuşulmasını istemiyor. Hilafeti gündeme getiriyor. Osmanlı padişahları halife idi ama bu unvan köksüzdü zira halifelik makamı tüm Müslümanları kapsar. Osmanlı’nın halifeliğini diğer Müslüman ülkeler çoğu tanımıyordu. Zaten son yıllara kadar bu konu gündemde değildi. İmparatorluğu dağılmaktan korumak için padişahlar bu kartı kullandılar ama hiçbir işe yaramadı. Bu konu tamamen siyasi bir istismar konusu… Siz ülke olarak hilafeti nasıl ilan edersiniz? Size halifeliği kim verecek? Kim Halife olacak? Halife neye göre seçilecek?