Bir Amerika projesi olan Yeşil Kuşak’ın kilometre taşları 2 Temmuz 1993’te döşendi. Madımak’tan bu güne her yanı sarmaya başlayan bu gerici karanlıktan kurtulmanın yolu ülkenin ilerici birikimlerinin; emekçilerin, kadınların ve gençlerin örgütlü mücadelesi olacak.

Aydınlık bir ülke için laiklik mücadelesi şart
Sivas Madımak’ta binlerce insan, kaybedilen 33 aydını andı. (Fotoğraf: Sendika.org)

12 EYLÜL’DEN 2 TEMMUZ’A KIZIL KUŞAĞA KARŞI YEŞİL KUŞAK:  REFAH’IN YÜKSELİŞİ - 2

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

12 EYLÜL’DEN 2 TEMMUZ’A GİDEN YOL

1990’lar faili meçhulleri, aydın cinayetleri, 2 Temmuz benzeri katliamlar Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olarak gösterilir. Buna gerekçe olarak, Kürt savaşının yükselişi, kontrgerillanın kontrolsüz büyümesi, İslamcı radikalizmin gelişimi gibi birbiriyle bağlantılı gelişen farklı faktörler işaret edilse de esasen 12 Eylül darbesinin ve yarattığı dönüşümün bağlamında ele alınmazsa yalnızca o gün olanları değil o günden bu yana geçen 30 yılda ülkenin geldiği durumu doğru tespit etmek mümkün olmaz.

12 Eylül darbesi, halkın tüm kesimlerinde örgütlü devrimci hareketin, emperyalizme göbekten bağlı rejim için düzen içi biçimlerde durdurulması mümkün hale gelmeyen bir tehdide dönüşmesi, emekçi halkı derin yoksulluğa ve sömürü koşullarına itecek 24 Ocak’ta alınan liberalizasyon kararlarını uygulatmayacak güçte bir sınıf direnci oluşturması gibi sebeplerle, doğrudan NATO emriyle gerçekleştirilmiş bir askeri darbedir. Fakat 12 Eylül sonrasında başlayan süreç, yalnızca kanlı bir askeri darbe ile halkın askeri rejim eliyle katledilmesi, baskı yoluyla sindirilmesi değil aynı zamanda rejimin köklü değişikliklere uğramasını da beraberinde getirdi. Önce darbe eliyle devlet başkanlığı, ardından Cumhurbaşkanlığı yapan Kenan Evren ve ‘manevi oğlu’ Başbakan Turgut Özal’ın hükümetleri süresince anayasa değiştirildi, 1960 anayasasının getirdiği tüm demokratik kazanımlar, darbe koşulları içerisinde yapılan anayasa referandumu ile kaldırıldı. İslamcı tarikat ve benzeri yapıların örgütlenmelerinin ve devlet içerisinde kadrolaşmalarının önü açıldı.

1980 öncesi ülkeye yön veren tüm devrimci örgütlenmeler, kadroları, sendika, meslek örgütleri ve liderleri uzun yıllar hapiste tutuldu, böylece devletin liberalizasyon süreci sağlanırken önünde hiçbir direnç oluşmaması sağlandı. 1980’lerin ortalarına kadar ülkede istisnalarla birlikte toplumsal muhalefetin sesinin kısıldığı bir süreçle gidildi.

KIZIL KUŞAĞA KARŞI YEŞİL KUŞAK

12 Eylül Darbesi ve ardından gelen Özal hükümetiyle başlayan liberalzasyon süreci, islamcılığın yükselişinden bağımsız değil. Neo-liberal dönüşüm ekonomik, siyasi ve ideolojik emperyalizmin ihtiyaçları  çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu bağlamda ideolojik olarak dinin merkeze alınmasında, ABD’nin Sovyetlere ve sosyalist hareketlere karşı radikal dinci ideoloji ve hareketleri desteklemek için hayata geçirdiği “Yeşil kuşak projesinin” ciddi bir etkisi oldu. Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Afganistan’daki Taliban’a benzer şekilde; Türkiye’de de komünizm karşıtlığı temelinde örgütlenen cemaat ve islamcı partilerin devlet ve toplum içerisinde yeşertilmesi desteklendi. Ortadoğu’da olduğu gibi Türkiye’de de radikal islamcı hareketler geliştirildi. Kürt savaşı içerisinde yerel bir kontrgerilla aygıtı olarak devlet tarafından kurdurulan, bugün Hüda-Par adıyla iktidar ortağı haline gelen Türkiye Hizbullah’ı bunun bir örneği.

Devlet içerisinde de tarikatçıların ve Türk-İslam sentezinin yerleştirilmesinde ise temel sac ayağını aydınlar ocağı oluşturuyordu. Aydınlar ocağının eğitim ve kültür alanında türk-islam sentezi çerçevesinde yaptıkları öneriler anayasal düzeyde resmiyet kazandı, TRT, YÖK, Üniversite Dekanları, Milli Eğitim Bakanlıkları buradan gelen kadrolarla dolduruldu.

Özal döneminde polis, milli eğitim ve devlet bürokrasisinde gerici faşist kadrolaşma doruğuna ulaştı. Bu süreç Özal iktidarının ardından da farklı şekillerde devam etti. 90’larda polis teşkilatında ‘Gülenciler’ büyük bir etkinlik kazandı. İslam resmi ideoloji içerisinde kendisine geniş bir alan yarattı. Din dersi okullarda zorunlu hale getirilirken imam hatipler mantar gibi çoğaldı. Tarikatların siyasal ve ekonomik yaşam üzerindeki etkileri, zamanla genişledi. Vakıf, kuran kursu,dershane, yurt, islami okul, islami banka gibi girişimler bu dönemde hız kazandı.

Öyle ki Kenan Evren tüm bu icraatları savunurken, Erbakan ve Milli Görüş çizgisinin yapamadıklarını başardıklarını söylemekten imtina etmiyordu: “12 Eylül yönetimi sadece sözlerle yetinmedi. MSP’lilerin bile başaramadığı, din derslerini okullarda mecburi hale getirdi.”

Devlet içerisindeki dönüşümün açık ifadelerinden birini, Nurcu tarikatın lideri Mehmet Kutlular’ın Ruşen Çakır’a verdiği röportajdaki itiraf niteliğindeki tespitlerinde görebiliyoruz:

“1980’den sonra devletin politikası değişti. Eskiden anarşist ve Marksistler tehlikeliydi, sonra dindarlar oldu. Öyleyse bu dindar gruplarla temas kurmak, onlarla beraber çalışmak gerekecekti. Amaç onları devletle barıştırmaktı. Bu amaçla görevlendirdikleri insanlar cemaatlerin ileri gelenleriyle temas kurdular. Cemaate (Fethullah Gülenciler) daha ziyade istihbarattan olanlar gitti. Bana da geldiler; ‘Yurtdışında Milli Görüş ve Süleymancılara karşı birlikte çalışalım’ dediler, ama ben reddettim... Bu ‘derin devlet’ dediğimiz büyük ölçüde bütün İslami gruplarla anlaşma içine girdi. Burada menfaatler karşılıklıdır. Her iki tarafın maksadı ayrıdır… Bakın bazı İslami gruplara, 12 Eylül’den sonra birden palazlandılar. Acaba kendi güçleriyle mi palazlandılar. Hayır.”

REFAH PARTİSİ’NİN YÜKSELİŞİ

İslamcılık 12 Eylül ile birlikte devlet ideolojisinin parçası haline geliyor, islamcı tarikatlar ve yapılar devlet içerisinde kadrolaşıyor, aynı zamanda yurtlar, kurslar ve imam hatipler yoluyla da muhafazakâr bir toplum mühendisliği hedefleniyordu. Bu mühendislikten en büyük siyasal faydayı, solun darbe eliyle önünün kesilmesiyle yoksul mahallelerde, iş yerlerinde, okullarda, yurtlarda bu boşluk devlet teşvikiyle islamcı tarikat ve partiler tarafından dolduruldu. Solun güçsüz olduğu koşullarda alt sınıflarda oluşan tepkiler siyasal islami hareketlere yönlendirildi. Bu gelişim RP’nin oylarının artışında gözlemlenebilir. (1984; %4, 1986;%5, 1987;%9,8 1991;%16).

Refah Partisinin siyasi temsilinde, islamcıların özellikle geniş halk kesimleri içerisinde örgütlenmesinin farklı çıktıları da oldu. Sonuçlarını en keskin şekilde 28 Şubat döneminde gösterecek olan ordu-irtica geriliminin de yarattığı siyasal uçlaşma, 1980 öncesi solunu taklit eden, Filistin davası gibi ortak paydalar üzerinden toplumcu bir muhalefet çizgisini islamcılık içerisine almaya çalışan bir sol-islamcı entelijansiya da gelişti. Bu birikim, AKP’li yıllarda “Yetmez ama Evet” ile sembolleşecek islamcılık-sol liberalizm ittifakının da entelektüel temellerini oluşturdu.

1993’te Sivas’ın Refah Belediyesi olması da Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek gibi aktörlerin Büyükşehir Belediye başkanı olarak siyasete girmesi de de Refah Partisi’nin yerel seçim başarıları kadar, solun örgütsüz ve bölünmüş halinin ve sola yönelik de sonucu oldu. Madımak, aydın cinayetleri gibi ülkenin keskin şekilde islamcılık laiklik kamplarına bölündüğü bir atmosferde yükselişini sürdüren parti; 1996’da Doğru Yol Partisi ile Refah-Yol koalisyon hükümetini kurarak, 28 Şubat sürecine kadar iktidarda kaldı.

90’LARDAN BUGÜNE GELİRKEN 2 TEMMUZ

12 Eylül devrimci toplumsal dalgayı kırmak üzere bir dizi acımasız baskı yöntemiyle birlikte gericiliğin desteklenmesi anlamına geliyordu. Özal’ın önderliğini üstleneceği sermayenin neoliberal sömürü düzenine uygun bir dönüşüm de baskı ortamında yürürlüğe konuluyordu. 

12 Eylül’ün ağır baskı koşullarının kısmen ortaya kalkmaya başlaması ise bastırılan toplumsal muhalefet bir başka biçimde yeniden filizlenmeye başladı. 70’lerin her şeye rağmen dağıtılamayan birikimlerine dayanarak açığa çıkmaya başlayan bu dalga 12 Eylül’den ilerici bir çıkış ihtimalini de gündeme getiriyordu. 

1985 sonrasında başlayan üniversite gençlik hareketleri bir işaret fişeği niteliğindeydi. 12 Eylül faşizminin üniversitede YÖK ve polisle kurduğu düzene ve paralı eğitime geçişe karşı yükselen hareket, 70’lerin devrimci hareketleriyle de kuvvetli bağlar içinde kendisini ifade ediyordu. 

Bu toplumsal hareketlerin bir ucu da neoliberal dönüşüm programının emekçi sınıfların kazanımlarına yönelik saldırılarına karşı işçi hareketine dayanıyordu. 1989 Bahar Eylemleri bu tepkinin bir üst noktası olarak gelişirken, ülkenin pek çok yerinde örgütlü işçi mücadelelerine tanıklık edildiği bir dönem yaşanıyordu. 

Döneme damga vuran gelişmelerden birisi de Kürt siyasi hareketinin de toplumsallaşma eğilimlerinin güçlenmesiydi. 

Öte yandan devlet eliyle desteklenen gericiliğin görünür olmaya, siyasal alanda etkinleşmeye başlaması karşısında ilerici potansiyeller de harekete geçiyordu. 

Bütün bu gelişmeler tam bir program ve önderliğe sahip olmamakla birlikte 12 Eylül baskısına yeni liberal sömürü programına ve gericiliğe karşı biriken toplumsal tepkiler 89 yerel seçimlerinde SHP’nin bir siyasal çıkış alternatifi olarak ortaya çıkmasının temelini oluşturuyordu. 

90’lar, rejim krizinin derinleştiği bir moment olurken; temel hedef noktalarından birisi de toplumda yükselen bu ileri dalganın kırılması olarak öne çıkıyordu. 90’lar bir bütün olarak bu eksende değerlendirilebilir. 2 Temmuz’a gelince ise öncesi ve sonrasındaki aydın katliamlarıyla birlikte, toplumun mezhepçilik ekseninde ayrıştırılarak muhalefet hattının kırılmasının önemli adımlarından birisi oldu. Bu, etnik çatışmalarının derinleştirilmesi ile sürdürüldü. 

12 Eylül’le birlikte yeni bir çatışma konsepti içinde kendisini sürdüren kontr-gerillanın biriken krizi gerici dalgayla aşmaya yönelik müdahalesinin açık bir program dönüştüğü bu dönemin sonu, farklı etaplardan geçerek AKP’ye kadar uzandı. Toplumsal muhalefetin her yükseliş döneminde etnik ve mezhepsel ayrışmayı derinleştirecek kirli operasyonlarla siyaset alanı daraltılarak, ülke 12 Eylül cenderesine hapsedilmeye devam etti. Bugün de aşağı yukarı durum böyle seyretmeye devam ediyor. Toplumsal güçler bunu aşarak kirli güçlerin arkasında olduğu gerici dalgayı kırdığı oranda ülkenin kaderinde söz sahibi olabilecek. Bunun yolu da şimdi her yanı saran bu boğucu gerici karanlığa karşı ülkenin ilerici birikimlerinin, emekçilerinin, kadınların, gençlerin örgütlenerek birleşik bir mücadeleyi ortaya koymasından geçecek.

KATLİAMIN 30’UNCU YILINDA MADIMAK’TA KİTLESEL ANMA

2 Temmuz 1993 yılında Madımak Oteli’nde 33 aydın, yazar ve 2 otel çalışanının yakılarak katledildiği Sivas Katliamı’nın 30. yıl dönümünde anma etkinliği düzenledi. Anmaya yaşamını yitirenlerin aileleri başta olmak üzere, SOL Parti, HDP, EMEP, TİP, Halkevleri, Alevi Bektaşi Federasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı. 

UNUTMAYACAĞIZ AFFETMEYECEĞİZ

SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi İlknur Başer: "Katliama giden yolun taşları 12 Eylül darbesiyle ve cemaat- tarikatlar aracılığıyla döşendi. Ve bugün Cumhuriyet tarihinin en gerici ittifakının kazanmasının yolunu da Sivas’ta gerçekleştirdikleri katliamla açtılar. 28 Mayıs'tan bugüne dilleri iyiden çözülen AKP ve ittifakları ülkede siyasal islamcı gerici düzenlerini kalıcılaştırma derdinde. Bugün 15 yaşındaki çocukların evlendirilmesi, 6284’ün hedef alınıp, çok eşlilik gündem yapılıyor, laik eğitimin tamamen ortadan kaldırılması için okullara imamlar görevlendiriliyor. Aydınlık, laik, eşit, özgür bir ülkeyi kurmak için kadınlar, gençler, emekçiler olarak birleşelim.”

HDP: “Katliamın asıl failleri olan karar vericiler hala mahkeme önüne çıkarılamadı. Dolayısıyla katliamda ‘derin bir elin’ olduğuna dair şüpheler hala giderilemedi.” Denildi. 

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu: "Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz canlarımızı saygı, rahmet ve hüzünle anıyorum."

TİP: “30 yıl önce Sivas’taki katliamı yapanlar; dönemin Refah partisinde sonrasında onları savunan avukatlar AKP saflarında yönetici ve milletvekili oldular. Unutulmasın ki bu ülkenin aydınları, sanatçıları, Alevileri ve insanlık onuru için mücadele eden sosyalistleri var olduğu sürece bu dava divana kalmayacak.”

PEN Türkiye Yazarlar Derneği: “Yitirdiğimiz 35 canı saygıyla, özlemle anıyor, Madımak suçlularının affedilmesini affetmiyoruz” denildi.

EDEBİYATÇILAR KAYBEDİLEN CANLARI ANDI

Birçok edebiyatçının aralarında bulunduğu da bir bildiri yayımlandı. Şair Ahmet Telli tarafından kaleme alınan bildiri de şu ifadeler kullanıldı: Kanunların ruhu yoktur, insanlığın hâfızası zamanaşımını reddediyor. Reddediyoruz."