Ayvalık üzerinden Nâzım’a…(2)

Serdar ÇELİK

Nâzım’ın “…nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını, ne gül suyum, ne gümüş leğenim var” dediği 4. karısı Münevver’in kaçış öyküsü.

Tekne Ayvalık’tan hızla açılıp uzakta silueti gözüken Midilli’ye doğru yol alır. Carlo elinde tuttuğu haritaya bakarak Türk karasularının geride kaldığından iyice emin olduğu bir anda Münevver’e doğru dönerek Fransızca “İşte özgürlük, Madam” diye bağırır ve önceden hazırladığı bazı kâğıtları çıkartarak Sapho’nun aya adanmış dizelerini okumaya başlar. “Çok duygulu ve şık bir andı” diyor. “Ben de bir şiir okumaya kara vermiştim ki büyük bir gümbürtüyle bir yere çarpıp birbirimizin üstüne yığıldık”, diyor Joyce. Midilli yakınlarında bir kayalığa çarpmışlar ve tekne hızla su almaya başlamıştır, ellerine geçirdikleri her şeyle suları boşaltmaya çalışırlarken Joyce Münevver’e yüzme biliyor musunuz diye sorduğunu ve onun da bilmiyoruz diye bağırdığını anlatıyor. Sonra küpeşteye kadar suyun içine batan tekneden baktıklarında aslında kıyıya yakın olduklarını bir kaç yüz metre ötede kale surlarının eteğinde beyaz evler göründüğünü ve o sırada Armando’nun havaya işaret fişekleri atarak pek çok dilde bağırdığını ve bunu duyan balıkçı teknelerinin kendilerine doğru nasıl geldiğini, kendilerine yanaşan büyük beyaz teknedeki beyaz giysili denizcilerin kendilerini nasıl kurtarıp kıyıya taşıdıklarını uzun uzadıya anlatıyor kitabında Joyce.

Mitilini limanına çıkartıldıklarında saat sabahın dördüdür, Carlo çocukları da alarak kaptanıyla birlikte bir otele gitmiştir. Cunta yıllarını yaşayan Yunanistan’da kimliksiz bir Türk’ü hiç bir otelin kabul etmeyeceğini düşünen Joyce ve Münevver bir iskele babasının üzerine oturarak sabahı beklemişler ve polise ne tür bir hikâye uyduracakları üzerine konuşmuşlardır.

Sabah sekiz buçukta saçları biryantinli bir deniz yüzbaşı yanlarına gelir ve ifade vermek üzere Münevver’i içeri çağırır, Joyce‘da onunla birlikte gitmek ister ama subay buna izin vermez. Münevver kendilerini sorguya çeken polise pasaportlarını kazada denize düşürdüklerini, kendilerinin Polonyalı olduklarını, -Nâzım’ın Polonya vatandaşı olmasına güvenerek- yeni pasaport çıkartmak için Atina’ya Polonya elçiliğine gitmek istediklerini söyler. Polisler ikna olmuştur ve düzenledikleri geçici belgeyle sabah 11’de Atina’ya giden uçağa binmişlerdir bile. Uçakta Carlo Giullini bir şampanya açtırır ve kaçışı kutlarlar. Carlo iner inmez onlara veda ederek Milano uçağına biner. Münevver, ressam Nurullah Berk’ten olma kızı Renan, oğlu Mehmet ve Joyce ile birlikte Atina’daki Polonya Büyükelçiliği’ne giderler. Durumu tüm açıklığıyla anlatırlar. Elçilik Nâzım’la iletişime geçeceklerini ve eğer şair olayı doğrular ve Varşova’ya gitmeleri için bir davetiye gönderirse onlara ancak o zaman bir belge verebileceklerini söyler. Amansız bekleyiş başlamıştır. Her gün gidip elçiliğe durumu sormaktadırlar. Yanlarındaki para bitmiştir. Münevver boynundaki bir altın kolyeyi Joyce ise altın kol saatini bozdurarak durumu idare etmeye çalışmaktadırlar. Nihayet bir hafta sonra Nâzım’ın davetiye ve para gönderdiği haberi gelir. Ertesi gün Joyce İtalya’ya Münevver ise çocuklarla Varşova’ya uçarlar. Joyce Münevver’den 3 Ağustos tarihli, her şeyin yolunda olduğunu söyleyen telgrafı aldığında çok sevinmiştir. Ancak Nâzım’ın kendilerini havaalanına karşılamaya gelmemesinden ötürü Münevver’in sevinci kursağında kalmıştır.

Nâzım ertesi gün otelin restoranında onlarla yemekte buluşur. Münevver şairin daha önce doktor Galina ile birlikte olduğunu bildiği gibi Rus sevgilisinin varlığından da haberdardır ama evli olduklarını bilmiyordur. Öğrendiğinde artık birlikte olmalarının zor olduğunun farkındadır. Nâzım onlara ev tutar, evi düzer ve Varşova Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde Münevver’in işe girmesini sağlar ve oradan Doğu Berlin’e geçer. Şairin orada 11 Eylül 1961 yılında yazdığı Otobiyografi şiirindeki “Bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da” dizesi bence Münevver ve oğlu Memet’i geride bırakan şairin halet-i ruhiyesini anlatır diye düşünmüşümdür hep.

Nâzım’ın 3 Haziran 1963’teki ölümüne kadar Münevver işine devam eder ve Varşova’da yaşar. Ölüm haberini aldığında 12 yaşındaki Mehmet’i de yanına alarak Moskova’daki görkemli cenaze törenine gider. Nâzım bu veda töreninde oğluyla birlikte son 15 yılında hayatına giren üç kadını da başına toplamıştır. Cenaze töreninden sonra Varşova’ya dönen Münevver Paris’e yerleşme kararı alır ve Nâzım’ın pek çok kitabını Fransızcaya çevirir. Daha sonra soylu olduğu söylenen bir Fransız’la evlenir ve 1998 yılında ölene kadar içlerinde Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’un da bulunduğu pek çok yazarımızı Fransızcaya kazandırır.