Büyük bir yazarın olağanüstü çabalarıyla kurulup dar gelirli insanlarımızın katkılarıyla ayakta duran Nesin Vakfı’na sahip çıkma sorumluluğu bütün aydınlanmacıların, bütün devrimcilerin omuzlarındadır

Aziz Nesin’in mürekkebi

> ONUR BEHRAMOĞLU @onurbehramoglu

“Mürekkep yalamak” deyiminin anlamını Aziz Nesin’in çocukluk anılarını okurken öğrendim. Ne kederli anılardır onlar; nasıl bir mucizedir, kopkoyu yoksulluktan öylesine ışıltılı bir yaşama sevincinin, mücadele azminin, aydın ahlakının yeşermesi…

Kasımpaşa iskelesine yakın bir yerdeki kitapçıyı hatırlar Nesin, küçücük dükkânı tıklık tıklım kitapla, kırtasiye gereçleriyle dolu Vahit’in vitrinindeki cetvelleri, pergelleri, parlak renkli elişi kâğıtlarını imrenerek seyredişini. Parası olunca dükkâna girip serçe parmağı büyüklüğünde mürekkep almayı düşlemektedir. Koni biçiminde, sivri ucunda tutmak için ipi bulunan katı bir maddedir bu boya, ılık suda bulandırılarak siyah mürekkep yapılır. Çocukluğun gösterişsiz, saf, tertemiz hayallerini süsleyen sade, yalın, şiirli nesneler.

Kendisinin kullandığı mürekkebi, babası, evlerinin mutfak bacasından topladığı isle kurumdan yapmaktadır. Evet, isle kurumdan yapılma yoksulluk mürekkebidir, isle kurumun bunca erken solunmasıdır emekçi sınıfının yazarını yoğuran. İsten yapılanı iyi, kurumlu olanı pürtüklü, kötü bir mürekkeptir, kâğıda yayılır, yayılınca da çıkmaz. Oysa, öteki mürekkeple yanlış yazılmış bir kelime, kâğıdı dilinle yaladığında silinir. Mürekkep yalamak, çok yazmış olmak, iyi öğrenim görmüş olmak demektir.

Bir bayram günü elini öptüğü misafirden utana sıkıla aldığı harçlığı cebine koyduğu gibi Vahit’in dükkânına koşar Nesin, “Amca, mürekkep istiyorum” der. Ancak, annesinin eskilerden bozup ona uygun biçimde yaptığı pantolonun delik cebinden düşmüştür parası. Elinden yavaşça bırakır mürekkebi, sesini çıkarmadan dönüp gider, hiç unutmayacaktır yaşadığı utancı:

“Küçük, parasını vermedin.”
“Mürekkebi almadım ki amca.”

Çocukluk anılarında yoksunluğu duyulan sadece mürekkep midir? “Tenceremize et girmezdi” der, üç kelimede çarpar gerçeği yüzümüze. Annesi verem olduğunda, belki Veremle Mücadele Cemiyeti belki de Sağlık Müdürlüğü’nden alınmış yazılı-mühürlü kâğıtla Çemberlitaş’taki bir kasaba gidilir, para vermeden, haftada yarım kilo et alınır. Et pişeceği zamanlar evde bulunmamaya çalışır Aziz Nesin zira ilaç niyetine kendi yemesi gerektiği halde eti ona yedirmeye çalışmaktadır annesi. Ve bir anneye yazılabilecek en güzel cümleleri yazacaktır oğul, yıllar sonra: “Annem okuryazar değildi. Ama ince, duygulu, sağduyusu olan bir kadındı. Bütün analar, dünyanın en iyi kadınlarıdır. Benim annem de, benim annem olduğu için, dünyanın en iyi kadınıydı. Neyim varsa, iyi olan, her şeyimi anneme borçluyum.”
Çocukluğunun tek mutlu geçen gününü de anlatır Aziz Nesin, tek mutlu günü olmuştur, tek bir mutlu günü, çocukluğunda. Hiç çocuk arkadaşı yok, hiç oyuncağı yok, oyunu yoktur. Yemekten sonra sofra bezini silkelemek onun görevidir. Kahvaltıdan sonra görevini yerine getirmek için sokak kapısını açar, eşikte kalakalır. Kendi başına aralarına karışamadığı çocuklar orada, oyun oynamaktadırlar. Görünmeyen bir el çeker sanki, gidip tanışır, ondan başka herkes pantolonlu-pabuçluyken bir tek kendisi entarili-takunyalı olsa da. Kuka oynarlar, saklambaç, birdirbir, zıpzıp. Entarisinin ceplerini mile (bilya) ile, cicoz ile doldurur. Babası ertesi gün bulup atacaktır hepsini, “Top oynamayacaksın oğlum, zıpzıp oynamayacaksın” diyecektir; “Yezitler, Hazret-i Ali Efendimizi şehit edip, gövdesinden ayırdıkları mübarek başını ayaklarıyla vurarak birbirlerine atmışlar, ayaktopu ordan kalmıştır. Parmaklarını da kesip mile oynamışlar. Top ve mile oyunu günahtır. Otur derslerine çalış, sûreleri ezberle!”

1973’te kurulan Nesin Vakfı’na katılan çocuklar, yeterli eğitim, beceri ve olgunluk düzeyine erişinceye değin, bir anne sıcaklığındaki Vakfın koruması altında özgürce geliştiriyorlar kendilerini. Binlerce kitaplık kütüphaneleri, tiyatro salonları, yüzme havuzları, spor ve oyun alanları, atölyeleri, meyve ağaçları, sebze bahçeleri, marangozhaneleri, bilgisayarları, koyunları, keçileri, tavukları, güvercinleri ve elbette şımarma hakları var. Yüz yıl kadar sonra, ceviz ağaçlarının kerestesinden elde edilecek parayla birkaç Nesin Vakfı daha kurulabilecek. Bugün, Aziz Nesin’in deyimiyle, “Varından değil yoğundan veren”, çok mürekkep yalamış olmasa da değerbilir, bilge halkın destekleriyle varlığını sürdürüyor Vakıf.

Mürekkepsiz, oyuncaksız, besinsiz büyüyüp yıllar yılı çileler çekmiş, gerici iktidarların baskılarına meydan okuyup dövüşe dövüşe yürümüş büyük bir yazarın olağanüstü çabalarıyla kurulup dar gelirli insanlarımızın katkılarıyla ayakta duran Nesin Vakfı’na sahip çıkma sorumluluğu bütün aydınlanmacıların, bütün devrimcilerin omuzlarındadır. “Suyumuzun kaynağı Lailaheillallah, mürekkebimizin özü Muhammeden Resullullah’tır” diyen Kültür Bakanlarının ülkesinde Aziz Nesin’in adını taşıyan bir kurumu yaşatmak, suyunun kaynağını sanat ve bilimde, mürekkebinin özünü başkaldırı, devrim ve sosyalizmde bulanlar için bir onur sorunudur da.