Daha önce yazmış mıydım hatırlamıyorum, iki yıldır Kadir Has Üniversitesi’nde spor sosyolojisi dersi veriyorum. Spor Hukuku Yüksek Lisans Programı’nda...

Daha önce yazmış mıydım hatırlamıyorum, iki yıldır Kadir Has Üniversitesi’nde spor sosyolojisi dersi veriyorum. Spor Hukuku Yüksek Lisans Programı’nda... Bu hafta derste konu bir yerden döndü dolaştı Aziz Yıldırım’a geldi. Dersi alan arkadaşların istisnasız hepsi Aziz Yıldırım hakkında beni şaşırtan bir tepki verdi. Şaşırtan diyorum ama aslında şaşırdığım şey tepkileri değil, istisnasız hepsinin aynı tepkiyi vermiş olmasıydı.

Her biri farklı takımları  destekliyor olmasına rağmen Aziz Yıldırım’ı başka bir yere koyuyor, yaptıklarının futbolun gitmekte olduğu yer açısından çok önemli olduğunu düşünüyordu. Bir tanesi Beşiktaşlı, hem de “tribünden” gelen bir Beşiktaşlı olduğunun altını çizdikten sonra “Geçenlerde Fenerbahçe’nin bir maçına gittim” dedi, “Ve maçta ağzımdan bir küfür kaçtı. Bu kadar büyük bir tepki beklemiyordum. Etrafımdaki hemen herkes birden bana döndü ve kötü kötü bakmaya başladı. İnönü’de hayatta böyle bir şey yaşanmaz. Adam hakikaten küfür sorununu çözmüş.”

Bir diğeri onun kaldığı yerden devam etti: “Tribün gruplarını da o bitirdi hocam. Şimdi ne bedava bilet var, ne tribün liderlerinin astığı astık, kestiği kestik.”

Haksız değiller. Ama ben de dayanamayıp sordum: “Peki, Aziz Yıldırım bunu niye yapıyor? Türk futboluna bir kurtarıcı, bir mesih olarak gönderildiğine mi inanıyor?”  Sonra devam ettik. Devamında söylediklerimi burada da sizinle paylaşayım istedim.

Tabii ki hayır. Aziz Yıldırım Fenerbahçe başkanlığına ilk seçildiğinde tam da o “eski” tip ilişkilerin göbeğinde yer alıyordu. Tribün gruplarının desteğini arkasına almıştı, o grupların başındaki insanların rantiyeyi bölüşmesine göz yumuyor, bunun karşılığında bir iktidarı “kolluk kuvvetleriyle” elinde tutuyordu. Bu durum uzunca bir süre böyle devam etti.

Ama Aziz Yıldırım sahiden akıllı adam. Bir zaman sonra futbolun aslında nereye doğru gitmekte olduğunu gördü. Gittikçe kapitalizmin en güçlü metalarından biri haline gelen bu oyunu “feodal” ilişkilerle yönetmeye çalışmanın aslında kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir şey olmadığını anladı. Eğer iktidar istiyorsa bunu başarının sağladığı bir meşruiyet üzerine kurmalıydı. Gerektiğinde takım kaptanını döven, spor yorumcusu vurduran “kolluk kuvvetlerinin” yapay iktidar alanına değil. Bunlar yaşandı, o tedrisattan o da geçti ve neyin ne olduğunu anladı. Kendisi için adam dövenlerin bir gün kendi yoluna çıkacağını gördü.

İşte tam da bunun üzerinden harekete geçti Aziz Yıldırım. Başta epey zorlandı. Tribünlerde yok etmeyi istediği “büyük güç”e karşı daha küçük güçleri kullandı. Hatırlarsınız, o aralar Fenerbahçe tribünleri her maç birbirine giriyordu. Hatta İnönü’deki bir maç öncesi yanımıza gelen polis şefi “Siz gazetecisiniz, Fenerbahçe Stadı’nda olup bitenleri yazsanıza. Aksi takdirde birileri o statta ölecek” demişti.

Neyse ki ölüm filan olmadı. Tribün, Aziz Yıldırım’ın arzu ettiği şekilde “reorganize” edildi.

Ardından küfür meselesi geldi. Aziz Yıldırım geç kapitalizm döneminde tribünün başka bir sınıf tarafından paylaşılması gerektiğini yıllar önce hissetmişti. İnsanların maça, sinemaya gider gibi rahatça gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Yanında sevgilisiyle, kapıda çok beklemeden, şiddete tanık olmadan... Çünkü ancak o “sınıfın” insanları, futbola maç bileti almak dışında da para harcıyordu. LİG TV’ye abone oluyor, her formadan üçer beşer satın alıyor, cep telefonu şebekesini, internet bağlantısını bile tuttuğu takımın renklerine göre seçiyordu.

Tribünün eski çocukları hasbelkader satın aldıkları biletler dışında Fenerbahçe camiasını ve Aziz Yıldırım’ı Türk futbolunun tepesinde tutacak harcamayı ne yazık ki yapamıyorlardı. Bu yüzden küfür tribünden uzak tutulacaktı. Tutuldu da.

Daha sonra sıra başta futbol olmak üzere neredeyse tüm branşlarında federasyonların seçim sürecinde aktif olma, o süreci etkileme çabaları geldi, -kaldı ki bu da gayet anlaşılır bir durum, her kulüp kendisine yakın isimlerin federasyonlarda yer tutmasını ister- ve bu hedef de başarıldı.

Şimdi burada bir nokta koyalım: Sakın ha, yazdıklarımdan Aziz Bey’in bu yaptıklarına tümden karşı çıktığım sonucuna varmayın.

Başta da söyledim, Aziz Yıldırım futbolun kapitalizmle ilişkisini baştan çözdüğü için tabii ki suçlu değil. Bilakis, diğer başkanlar bu ilişkileri çözemediği için bizim sınıfta herkes Aziz Yıldırım’ı takdir ediyor. Aziz Bey de Uğur Dündar’a verdiği röportajda Türk futbolu için ne anlam ifade ettiğinin gayet farkında olduğunu gösteriyor. Öylesine kendisinden emin ki... Ve öylesine özgüvenli...

İster beğenelim, ister beğenmeyelim futbolun geldiği yer bu. Bu oyun artık daha “steril” hayatların, daha “steril” insanların oyunu. Mahallenin güzel abilerine oyunun bu halinde yer yok. “Olsun, şiddet daha az ama...” derseniz, ben de “O şiddeti nerede nasıl aradığınıza bağlı” derim.

Bir de şöyle bakın: Mahallenin güzel abilerine profesyonel futbolda yer yok ama mahallede futbol devam ediyor. Çok ağlamaya sızlamaya gerek yok. Bu endüstriyi beğenmiyorsanız, beğenmiyorsak mahalleye dönmek yeterli. Böyle bir çıkış yolu da mümkün.