Sanatçının toplumuyla bir ilişkisi vardır; Picasso belki bir tane kurşun atmamıştır ama Guernica’yı çizmiştir

Baba Zula bu kez sözünü sakınmıyor

Berk Sayan berksayan@hotmail.com

Alternatif müzik sahnemizin köklü gruplarından Baba Zula, yeni albümü ‘34 Oto Sanayi’ ile geri döndü. Albüm, Baba Zula’nın en çok söz içeren ve suya sabuna hiç çekinmeden dokunduğu bir albümü. Ekibin muhalif tavrını biliyoruz ancak bu kez Gezi’nin etkisiyle yazılmış birden fazla şarkı var karşımızda.

>> Sizce Gezi, Türkiye’de hangi dinamikleri değiştirdi?
Murat Ertel: Farkındalık yarattı. Bir sürü insanın, solun savunduğu minimumlarda bir araya gelebildiğini gördük. Solda fraksiyon çok; Bu kadar bölünmeyelim de, kadın hakları, insan hakları, hayvan hakları gibi temel ve belirli noktalarda birleşelim. Siyaset üstü bir şey olması lazım. Bu bizim hakkımız, insanlar bunu hak ediyor. Artık gençliğe güveniyorum, içim rahat. Bu birleşmeyi gördük, devamı gelecektir.
Levent Akman: Kendi adıma, Gezi’den önce umutsuzdum aslına bakarsanız. Gençliğin bir hareket yapamayacağını, onun üzerine de orta yaş ve üstü sınıfın çaresiz kaldığını, yaşam alanlarımızın darlaştığını düşünüyordum. Fakat bu Gezi’yle kırıldı. Artık ölsem de gam yemem. Bu bir kazanım. Toplu hareketin ne güçlü bir şey olduğunu gördük. Birçok insana güven geldi ve hayatları boyunca unutamayacakları bir deneyim oldu. Gezi’ye katılan, katılmayan, karşısında veya ortasında duran, geçerken bakan; kısacası herkesin, tüm toplumun DNA’sına kazındı. Gerçek destan sokakta yazıldı. Bir süre sonra bunu kim yazmış görülecek, tarih direnenlerden bahsedecek.


>> Bu tür toplumsal vakalar üretim süreçlerini nasıl etkiliyor?
M.E.: Gerçek sanatçıların etkilenmesi gerektiğini, gerçek olmayan sanatçıların bundan kaçtıklarını, yok saydıklarını, yalakalaştıklarını düşünüyorum. Gerçek sanatçı, gerçek olmayan sanatçı ayrımı yapılmalı. Bu ayrımı, zaman, yavaş ama acımasız bir şekilde yapacaktır. AKP iktidara ilk geldiğinde tavrının zamanla değişeceğini nasıl gördüysem, kimlerin zaman tarafından yargılanıp yargılanamayacağını da görüyorum. Bu para, şan, şöhretle ölçülebilir bir şey değil. Her şeye sahip olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız. Sanatçının toplumuyla bir ilişkisi vardır; Picasso belki bir tane kurşun atmamıştır ama Guernica’yı çizmiştir. Orada kurşun atan bin tane İspanyol askerinden daha vurucu bir iş yapmıştır.
L.A.: Bu bir zemberekti ve 2000’lerin başından bu yana gerilmeye başlamıştı. 2010 ve sonrasında gittikçe hızlandı ve o zemberek 2013’ün Haziran’ında patladı. O dağılmadan yayılan şok dalgaları herkesi etkiledi, tabii ki sanatçıları da. Maalesef ülkemizde baskı ve sansür var. Toplumun genelinde olduğu gibi, sanatçılar da özgür değil. İstedikleri, düşündükleri birçok sanatsal olayı gerçekleştiremiyorlar, bir otosansür oluşturmak zorunda kalıyorlar. Bazı insanlar şu an açık açık konuşmaktan çekiniyorlar, ancak zamanla eserlerini sunacaklardır.


>> Otosansür diyorsunuz ya, ilk şarkı büyük ölçüde ‘birisine’ hitaben söyleniyor. Siz bir otosansür uygulamamışsınız. Kolay değil bu, ne dersiniz?
M.E.: Haklısın, bizim de etkileşimimiz buymuş yani ne diyelim.
L.A.: Bilmem, belki de bir aşk şarkısıdır. Aa, niye öyle diyorsunuz? Bir kadınla bir erkeğin ilişkisi var ve kadın anlatıyor. Bence böyle. (gülüşüyoruz)


>> Kayıt süreçleri nasıl gerçekleşti?
L.A.: Biz bir albüm çıkardıktan sonra da birtakım süreçlerin içinde oluyoruz. Konserler devam ediyor, tiyatro oyunları, filmler, kısa filmler geliyor. Bunlar için yaptığımız kayıtları ara ara dinleyip, kimisini bırakıyor kimisini bir adım öteye taşımaya karar veriyoruz. Albüm için yeterince dolduğumuzda bakınıyoruz ve seçtiklerimize ince makyaj yapıyoruz. Gezi’den etkilendiğimiz için Gezi’yle alakadar ve en çok söz içeren Baba Zula albümümüz bu oldu. Sadece Gezi de değil:  ‘Sinek Koca’, ülkemizdeki sorunlu kadın erkek ilişkisi üzerine bir sistem eleştirisi. Ancak, bunlar Baba Zula’nın yazdığı ilk muhalif şarkılar değil. Bu 1996’dan beri böyle, ‘Âşıkların Sözü Kalır’, ‘Özgür Ruh”, ‘Galiba Hamileyim’, ‘İstanbul Çocukları’ da TRT’de çalınramayan yasaklı şarkılarımız.

>> Peki Japonya’da neler oluyor? Albümünüz ilk olarak orada çıktı ve listebaşı oldu…
L.A.: Fatih Akın’ın ‘Köprüyü Geçmek’ filmi için orada bir konser verip güzel tepkilerle kaşılaşmıştık. Çaldığımız salon ağzına kadar doluydu. Sonra o orada kaldı. Geçen yılsa 3-4 konserlik ufak bir turne yaptık. Bu yıl 5 şehirde 6 konser verdik. Japonlar albümü ilk orada yayınlamamızı istedi. En çok satan yabancı albüm sıralamalarında üst sıralara yükseldi. Konserlerimiz kalabalıktı. “Türkiye’den bunca yıl içerisinde Barış Manço geldi, şimdi Fazıl Say ve siz varsınız, umarız devamı gelir” dediler.

***

Japonlar bizi neden sevdi?

Özgünlük. Biz taklit etmiyoruz. 1996’dan beri hep kendi şarkılarımızı çalıp farklı bir şeyler yapmaya uğraştık. 90’larda sanat ve müzik sektörü şimdikinden çok daha zordu. Kendi kültürüne yabancılaşma pompalanıyordu. 92-94 civarında “Türkçe sözlü rock yapılır mı?” diye seminer düzenlenmişti. Ciddi ciddi tartışılıyordu bu. Neyse ki geçtik o günleri ama daha yürüyeceğimiz çok yol var. Bizim ülkede müzik sektörü ve sanat çok yavaş gelişiyor. O dönemde elektrikli saz çalmak, darbuka kullanmak, kaşık çalmak, 9’luk, 5’lik, 7’lik ritimler çalmak vs, bunlar ayıplanan şeylerdi. Yıllar sonra birisi şöyle demişti: “Eskiden biz sizin konsere gelir, göbek atardık. Çıkınca ne yaptık deyip, utanırdık.” Bunda utanılacak bir şey yok, bu senin kültürün. En ufak bir dans ritmi çalınınca bizde oynanır. Bu normal bir şey, neden utanıyorsun? Bu şartlardan geldik bu günlere. Yılmadık ve inandığımız yolda devam ettik. Japonlar da bunu gördü bence.
 

***

Sırada plak var

Şu sıralar gündemimizde konserler ve çeşitli öğrenci filmleri, tiyatrolar ve kısa filmler için hazırlayacağımız müzikler var. Klip çektikten sonra 2016’da 20. yılımızı kutlayacağımız için özel bir şeyler planlıyoruz. Asıl olaysa, Aralık’ta albüm plak formatında satışa sunulacak. En büyük hayallerimizden biriydi.