‘İnanmak’ hayatımızın her yanında aslında. Biz inanmak istemesek de bazen…

‘İnanmak’ hayatımızın her yanında aslında. Biz inanmak istemesek de bazen… Ne kadar reddetsek de inançlı bir insan olduğumuzu hepimizin inançları var. Kimimiz bir yaratanın varlığına inanıyor kimimiz yokluğuna. Bir insana, bir nesneye, bir şeylere inanmadan yaşanmıyor. Bilmek, görmek gerekmiyor. İstemek yeterli geliyor. Geleneklere, kalıplaşmış inançlara sırtlarını çevirenler, hiçbir şeyi kabul etmeyenler bile inançlı. Herkesin tutunduğu bir dal var. Düşmemek için sağlamlığına inanmak zorunda olduğumuz, bizi taşıyacağına inanmak istediğimiz, düşersek tutacak birinin olacağını umduğumuz bir dal. Kadıköy sahilinde denize baktığınızda arkanızda gürül gürül akan bir hayat var; önünüzde martılar, balıkçılar, dalgalar… İçinizde gizlice konuştuğunuz, özlem giderdiğiniz ama artık hiç görmediğiniz, konuşmadığınız, sokakta karşılaşsanız selamsız yanından geçeceğiniz insanlar var. Bir satır bile yazmadığınız, bir kelime etmediğiniz ama onu sevdiğiniz kadar onun da sizi sevdiğinden emin olduğunuz insanlar var; hayatın sizi bir daha bir araya getirmeyeceğini tahmin ettiğiniz… Aşk narin ve kırılgan. Ayrılık  soğuk ve hoyrat. İkisi, birbirlerine hiç yakışmıyorlar. Bir rüzgâr savuruyor ama  bazen de kendi çevresinde döndürüyor bir şeyleri. Bir gün gideceğimize, giderken de döneceğimize inanmak istiyoruz. Bir anlamı olmalı bazı şeylerin. Mesela martıları özlemenin ya da bir sabah nedensiz ağlayarak uyanmanın. Yalın ve adını koyamadığımız bir duygunun bizi taşıdığı yerlerin, balkonumuza konan evsiz bir kuşun, evden kaçıp başıboş gezen, hevesini aldıktan sonra kaçtığı yere geri dönen bir kedi gibi özgürlüğüne düşkün ve pişkin olmamızın, doğa bir uyum içindeyken bizim uyumsuzluğumuzun bir anlamı olmalı. Nedensiz vedaların nedenleri var. Biz bilmesek de varlar. İnanmasak da bir yerdeler. Gözümüzün görmediği, kulağımızın işitmediği ama var olan şeyler gibi. Aşk gibi. Nefret gibi. Bulutların bize çizdikleri resimlerde, bir pencereden dışarı çıkıp, açık camımızdan içeri sızan bir şarkıda, onlara yüklediğimiz anlamlarda gizli hayatın mesajları. Sessizliğin huzurunda ya da huzursuzluğunda, kolay silinebilir hatıralarda, unutulan bir  çekmecenin görünmeyen köşesinde, yıllar önce yazılmış mektuplarda, bir sabah nedensiz gülerek başladığımız günde saklı nedenlerimiz. Her sabah tüm kırılganlığımıza ve saldırganlığımıza rağmen günü kucaklayacağız ve annesinin kucağına atlayan küçük bir çocuk gibi bırakacağız kendimizi gecenin kollarına. Nedenlerimiz, inançlarımız, anlamlarımız ve biz…Öyle ya da böyle yaşayacağız. Bir bahanemiz hep olacak.