Dubrovnik, Balkan turumuz boyunca gördüğümüz en pahalı kentti. O sebeple ne çok fazla kaldık, ne de dışarda çok para harcadık. Kenti gezerek, yürüyerek, ara sokaklara girip çıkıp ‘sömürdük’ diyebilirim

Balkanların pahalı ‘taş kenti’ Dubrovnik

Mostar’ı gezdikten sonra yönümüzü Adriyatik’e, Dubrovnik’e çevirmeye karar verdik. Yakın olan sınır kapısı Ljubuski kapısından girmek yerine, Trebinje’ye yöneldik. Çünkü Bosna Hersek’in Adriyatik’e 12 kilometrelik bir sınırı var ve bu sınır Hırvatistan’ı ikiye bölüyor. Kuzeyden girseydik Adriyatik’e sınırı olan Bosna kenti Neum’a giriş çıkış yapmamız lazımdı yani. Sizin de amacınız sadece Dubrovnik’e ulaşmaksa; Split, Hvar, Zadar gibi kentleri görmek niyetinde değilseniz sizi de Trebinje’ye alalım. Yoksa kuzeydeki kapılardan herhangi birinden ülkeye giriş yaparsanız üç defa sınır kapılarıyla haşır neşir olacaksınız demektir.

Her ne kadar 1,5 saat kadar gümrük sırası beklesek de, üzüm bağları arasında yaptığımız yolculuk, Adriyatik’i hâkim bir noktadan süzüyor olmamız bu sürenin bir çırpıda geçip gitmesine sebep oldu.
Uzun araç kuyruğu sonunda akşamüstü Hırvatistan kara topraklarına giriş yapmıştık. İlk işimiz kamp alanımıza yerleşmekti. Sonra da hava kararmadan ‘kutu gibi’ şehir Dubrovnik’i alabildiğince gezmek için şehre inecektik.

BURADA HERKES TURİST
Blagaj’da kaldığımız kamp alanının sahibi, Dubrovnik merkezindeki kamp alanı fiyatlarının fahişliğinden bahsetmişti. Ayrıca geçen yıl da benzer bir Balkan Turu yapan arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz şeyler içerisinde de bu ayrıntıyı atlamamıştık: Dubrovnik’te kamp alanları pahalı, aman dikkat! Biz de Dubrovnik’e 15-20 dakika uzaklıktaki Mlini’deki bir kamp alanını hemen internetten bulduk ve gidip yerleştik. İnsani fiyatlarla, denize oldukça yakın, birçok ülkeden efsane kamp araçlarıyla bezenmiş Camping Kate’de obamızı kurduk.
Yalnız, ortak bir sıkıntımız vardı: Hayatımızın en sıcak gününü yaşıyor olabilirdik. Ne kamp alanında, ne yolda, ne de deniz kenarında serinleyememiştik. Güneşin etkisini biraz azaltmasını bekliyorduk ki Dubrovnik’i gezelim. Kamp alanının girişinde bulunan ofisin camında Dubrovnik’e giden otobüslerin saatleri gözümüze ilişti. Otobüslerle ilgili bilgiyi ofisteki arkadaştan edindik, arkadaş bize avro karşılığında bir miktar da kuna verince durağa varıp otobüsü bekledik. Kısa süre sonra gelen otobüsle Dubrovnik’e doğru hareket ettik. Aslında bu kısa yolculuk güzel de oldu. Zira otobüsteki genç-yaşlı yerli halkla birlikte yaptığımız bu yolculuk sonrasında, Dubrovnik içinde karşılaştığımız neredeyse herkes turistti!

YÜRÜYEREK SÖMÜRDÜK!

balkanlarin-pahali-tas-kenti-dubrovnik-97226-1.
‘Taş kent’ Dubrovnik’teydik. Surlar içerisine girmeden evvel ‘Old Town’ tabelalarını takip ederek, merdivenleri tıkır tıkır indik. Daracık sokaklara, kedili bahçelere, begonviller sarkan duvarlara, tatlı tatlı müzikler gelen balkonlara imrenerek bakarak kent merkezine doğru yürüdük. Elbette, kedileri sevmeyi de ihmal etmedik!
Şimdi şunu belirtmem gerekir ki Dubrovnik, Balkan turumuz boyunca gördüğümüz en pahalı kentti. Otobüsten tutun da marketteki birasına, hediyelik tişörtten taksi fiyatlarına kadar her şeyin pahalısı bu kentteydi. O sebeple ne çok fazla kaldık, ne de dışarda çok para harcadık. Kenti gezerek, yürüyerek, ara sokaklara girip çıkıp ‘sömürdük’ diyebilirim.
Zaten kent, Old Town’dan ibaret. Öyle uzun uzun anlatılacak şeyler yok diğer kentler gibi. Old Town’a girebileceğiniz birkaç kapı var. Bunlardan bir tanesi de tekneyle Dubrovnik’e gelenlerin girişi için olan kapı. Biz ise Pile Gate’den surların içine attık kendimizi. Karşımıza çıkan Onofrio Çeşmesi’nde elimizi yüzümüzü yıkayıp serinlediğimiz anlarda güneş ufak ufak batıyordu. İşte bu biraz olsun yaşadığımız en sıcak günü de geride bıraktığımızın habercisiydi.

DIŞARDA DELİ DALGALAR...

balkanlarin-pahali-tas-kenti-dubrovnik-97228-1.
Stradun Caddesi –ki bu cadde Old Town’un en meşhur caddesi oluyor- üzerinde yürürken, ara sokakların darlığına, merdivenlerin dikliğine hayretler içerisinde kalarak uzun uzun baktığımızı hatırlıyorum. Old Town’ı çevreleyen surlar Adriyatik’in kıyısında yer alıyor. Yani “Dışarda deli dalgalar, gelip duvarları yalar” desek pek de yanlış dememiş oluruz.
Old Town içinde yer alan Orlando Sütunu, katedral, çan kulesi gezip görülecek, fotoğraflanacak yerler. Stradun Caddesi bitiminde yer alan Jesuit merdivenlerine bir süre oturup soluklandık. Burada oturup caddedeki insan güruhunu izlemek hayret verici olabilir, deneyin. Yorulursanız da sizi Prijeko Caddesi’ne alalım, zira soğuk bir Hırvat birası iyi gelecektir onca yorgunluğa!
Evet, Dubrovnik bizce Old Town’dan ibaret, Balkanlar’da pahalılığın başkenti sayılabilecek, mimari olarak etkileyici yapılara sahip, her ne kadar savaşta yıpransa da tarihi binaları bugün korunan, hem denizden, hem karadan etkileyici fotoğraflık karelere sahip bir kent olarak hafızalarımızdaki yerini aldı bile. O değil de ne sıcaktı ama!

***

Taş yapılar göz alıcı

Dubrovnik, Hırvatistan’ın başkenti ve Avrupa’nın en fazla genç turist çeken yerlerinin başında geliyor. Geçtiğimiz yıla kadar Hırvatistan’ın Türkiye’den vize istememesi sebebiyle, bizim ülkemizce de talep oldukça yüksekti. Ne zamanki vizeyle giriş başladı, ülkemizdeki turistlerin tercihlerinde alt sıralara doğru indi şehir.
Dubrovnik, büyük bir liman kenti olarak tarihte de önemini koruyor. Bugün yerleşik nüfusu her ne kadar 50 bin dolayında olsa da turizm sebebiyle anlık nüfus yüzbinleri geçiyor. 1991 yılında Yugoslavya’dan ayrılışı esnasında çıkan iç savaşta kentin tarihi yapıları zarar gördü. UNESCO’nun restorasyon çalışmaları, bundan 10 yıl önce tamamlandı ve kent orijinaline sadık kalınarak yapılan restore ile bugünkü halini aldı. Taş yapılarıyla göz alıcı Dubrovnik, Adriyatik’in gözbebeği olarak anılıyor. Bir diğer ayrıntı da, Adriyatik’in kuzeyindeki Venedik ile yıllar boyunca liman yükünü çeken iki kent de bugün birer turizm cenneti!