Bir elinde balon, bir elinde topluiğne…Televizyon ekranında, iğneyi balona batırırken, “İşte, Kılıçdaroğlu balonunu böyle patlatacağım!” diyor. Yüzünde o bildik alaycı, sırıtkan...

Attİla AŞUT attila.asut@gmail.com

 

Bir elinde balon, bir elinde topluiğne…

Televizyon ekranında, iğneyi balona batırırken, “İşte, Kılıçdaroğlu balonunu böyle patlatacağım!” diyor.

Yüzünde o bildik alaycı, sırıtkan ifade...

Dediklerini kameralar önünde bir kez de "uygulamalı olarak" göstermeye çalışıyor…

Sonra, "zafer kazanmış komutan" edasıyla, “İşte patlattım!.. Artık elimden kurtulamaz! O kaçacak, ben kovalayacağım” diye böbürleniyor…

Aradan birkaç gün geçiyor…

Bu kez Uğur Dündar"ın hakemliğinde "balon patlatmak" için ekrana çıkıyor.

Ne var ki, sürekli küçümsediği rakibi karşısında bozguna uğruyor!

“Yenilen pehlivan güreşe doymazmış!” örneği, “Tuzağa düşürüldüm, bu sayılmaz, Kılıçdaroğlu ile yeniden karşılaşalım!” diyerek televizyon kanallarına çağrıda bulunuyor.

Yüz bulamayınca, ertesi gün tek başına "balonlu basın toplantısı" düzenliyor.

Kılıçdaroğlu"nun kendisiyle ilgili her iddiası için sahnede ayrı bir balon patlatıyor!

Ne yaratıcı buluş değil mi!

Sonunda bu "balon şovu"ndan sıkılıp soru soran gazetecilerle kavga ediyor, onlara kapıyı gösteriyor…

Kim bu adam?

"Olacak O Kadar Televizyonu"nda parodi sergileyen Levent Kırca mı?

Sahnede komiklik yapan Cem Yılmaz ya da Yılmaz Erdoğan mı?

"Beyaz Show"da şansını deneyen yeniyetme bir meddah adayı mı?

Hayır, bilemediniz! Hiçbiri değil…

Ayıptır söylemesi, bu zat, Ankara’ın 15 yıllık Belediye Başkanı’dır!

Peki, bu konumdaki biri, böylesi hafifliklere başvurabilir mi?

Anamuhalefet partisinin Grup Başkan Vekili sıfatını da taşıyan bir milletvekiliyle ağız kavgası yapabilir mi?

Ekranda tartıştığı muhatabına “Sen!... Sen!…” diye saygısız bir üslupla seslenebilir mi?

Siyasal kültürümüzde böyle bir nezaket ve protokol kuralı var mıdır?

•••

Melih Gökçek, Ankara"ya geçekten yakışmıyor.

Altını üstüne getirdiği, devrimci kimliğini değiştirdiği, görüntüsünü çirkinleştirdiği, amblemini dinselleştirdiği, caddelerini otobana çevirdiği başkentte sevilmiyor, istenmiyor…

AKP de bu gerçeği bilmesine karşın, günlerce kararsızlık geçirdikten sonra, istemeye istemeye kendisini bir dönem daha Ankara Belediye Başkan adayı göstermek zorunda kaldı. Parti üst yönetimi ve “tek seçici” Recep Tayyip Erdoğan, bir bakıma Melih Gökçek"in aba altından sopa göstermesine boyun eğdi.

“Her işte bir hayır vardır” derler. Belki böylesi daha iyi oldu. İnsanlar biraz daha hırslandı, bilendi. Onun yeniden aday gösterilmesi; Ankara’yı talandan, yağmadan, ranttan, zehirli havadan, arsenikli sudan, pahalı doğalgazdan, ulaşım işkencesinden, üstgeçit rezaletinden, köprülü kavşak inadından, çevre kıyımından kurtarmak için gün sayan herkesi kamçılayacak. Başkentte yaşayanlar, Melih Gökçek’in yerel yönetimlerdeki saltanatına son vermek için daha büyük bir istekle, kararlılıkla seçim çalışmasına katılacak, sandığa koşacak…

İnanıyorum ki, 29 Mart 2009, aynı zamanda “Ankara’nın Melih Gökçek’ten Kurtuluş Günü” olacak!

Ankara halkı, 29 Mart’ta “makûs talih”ini yenerek “tarih yazacak”…