Banksy: Resmin şehir gerillası

İBRAHİM KARAOĞLU

Kentlerin belleğidir sokaklar. Tutanağıdır yaşanmışlıkların, kent güncelerinin, anıların. Yaşamın sevincini, hüznünü, çığlığını, iç seslerini, iflah olmaz alışkanlıklarını, suskunluğunu, gürültüsünü, can sıkıntısını, neşesini, efkârını, özgürlüğünü, tutsaklığını, yanılsamalarını, keyfini, çilesini, tarihsel akışını, onulmaz dertlerini, düş izlerini, kanayan yerlerini ya da gülümseyişlerini yansıtır sokaklar. Ve sokakların dilidir duvarlar; belleğidir. Bir kenti önce silüetinden sonra da sokaklarından okumaya başlarız. Kentlerin en okunaklı suretidir sokaklar ve duvarları. Hiç bilmediğimiz bir kentin sokaklarında kaybolmak, hiç bilmediğimiz dünyaları buldurur bize. Bir kente ilişkin pek çok yaşantıyı hem öğrenme hem de uygulama alanıdır sokaklar. Hayat bilgisi alanlarıdır. Bu alanları özgürleştiren ve yaşamsallığını çoğaltan çok temel bir etkinliktir sokak sanatı. Geleneksel sanat anlayışına karşı duruşla gerçekleştirir varoluşunu. Sokak sanatçıları vicdanıdır kentlerin. Ve sokakların boş duvarları tuvalleridir onların. Alışılmış sanat çevresinin dışında durururlar; söylemlerini toplumsallaştırıp görselleştirerek sunarlar. İtaatsiz, şiddetsiz, vicdani bir duruşla içsel kaygılarını dışavururlar. Yerelden evrensele kadar uzanan kadim sorunları, çelişkileri, çatışkıları herkesin anlayabileceği bir yalınlıkla görsel şiirlere dönüştürerek farkındalık yaratırlar. İnce bir serzeniş vardır yaratılarının bir yerinde. Tam da oradan dokunurlar düşlerimize.

Yaşamın karmaşası içinde yabancılaştığımız, üstünü örttüğümüz, unuttuğumuz ya da görmezden geldiğimiz şeyleri gösterirler, anımsatırlar. Özgürlüğümüzün ve mutluluğumuzun başkalarının da özgür ve mutlu olmasıyla değerli olacağını, haklarımız ve onurlarımız eşitlendiğinde yaşamın çok daha değer kazanacağını sezdirirler.

Sanatı en çok demokratikleştiren, kamusal alanda ulaşılabilir hale getiren, düşlerini resimselleştirerek herkese bulaştıran, binaların dilsiz duvarlarına yaşamsal anlamlar yükleyen özgür yaratıcılardır sokak sanatçıları.

Dünyanın tüm sokak sanatçıları, en acılı ruhların sessiz çığlığını görsel, protest nidalara dönüştürürler.

“İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak” diyen Pablo Picasso’nun söyleminin görsel tercümeleri gibidir resimleri.

Günümüzde, çağdaş sokak sanatının en çok tanınan, beğenilen, görsel protestosu gençler tarafından en çok okunan öncü bir ressamdır Banksy. Hakkında en çok konuşulan sanatçı. Resmin meçhul bir şehir gerillası. Bir takma adın arkasında duruyor tüm gizemiyle. Kışkırtıcı ve gizemli haliyle efsanesi çağımızın. Resimlerini “gerilla sanatı” olarak tanımlıyor. Ve meydan okuyor haksızlıklara, eşitsizliklere, savaşlara, zulümlere, şiddete, ırkçılığa, sömürüye, diktatörlüklere. En evrensel izleklerle yansıtıyor sanatını. Çağdaş sanatın kurallarını bozuyor, etiğini sorguluyor. Aslında yaşamın her alanındaki çelişkilere duvarlardaki siperlerden sesleniyor. Onun ironik dili, izleyicisini düşündüren ve karşı durma kültürünü sezdiren bir sanat dili. Yapıtlarının çoğunu şablon tekniğiyle, çok hızlı bir şekilde kolayca oluşturuyor. Hemen ayrımına varılabilen yalın bir ifadeyle içeriği odak alarak iletişim kuruyor bizimle. İstediği kadar çok ve çabuk üretebileceği şablon tekniği kolaylık sağlıyor ona. Polise yakalanmama fırsatı veriyor. Bizim kuşağın korsan afişleri, pullara yazılmış sloganları, şablonlarla yapılmış ajitasyonlu afiş resimleri de böyle yansıtılırdı duvarlarda. Ve ne zaman bir Banksy resmi görsem ilkgençliğimizin sud kostik kovaları, afişler, fırçalar, şablonlar, boyalar gelir aklıma. O günlerin unutulmaz heyecanlarını yaşarım yeniden.

İnsanların korkularını silip, metaforik imgeler yükledi duvarlara. Görkemli bir ironi ikonografisi oluşturdu Banksy. Zaman ve mekan birliğini yarattı çoğu yapıtlarında. İnsanın kanayan yerlerdeki kimliğini, yazgısına iliştirilmeye çalışılan çaresizliğini sorguladı hep.

Gazze: “Dünyanın en büyük açık hava hapishanesi.” Yakılıp yıkılıyor, bombalanıyor yine. Hani “Herkese bir bakışı var ölümün” diyor ya Cesar Pavese, Gazze’de, herkese, İsrail bombalarının ucundan bakıyor ölüm.

Son 16 yıl içinde Gazze’ye iki kez giderek ölümün bakışıyla karşılaştı Banksy ve utanç duvarına o bakışa karşı yaşamı savunan resimler yaptı. Gezi sonrasında “Gazze çoğu zaman ‘dünyanın açık hava hapishanesi’ olarak tasvir ediliyor. Çünkü kimsenin şehre girmesine ve şehirden çıkmasına izin verilmiyor. Ancak böyle söylemek, hapishanelere haksızlık. Gazze’de elektirik yok ve içme suları da neredeyse her gün, her an eksilebiliyor” diye yazmıştı internet sitesinde. Geçen yıl üç resmini Londra’daki açık artırmada 2 milyon 200 bin sterline satıp Beytüllahim’de bir hastaneye bağışlamıştı Banksy. Resimleri utanç duvarında yaşıyor hâlâ. Umut ve direnç veriyor Filistinlilere.

Yaşamının odağı resim ve bildiğimiz en önemli kimliği ressamlık. Yaratıcı eylemini bir karşı duruş üzerinden sürdürerek anlamlandırıyor yaşamı. Sezgilerimizi güçlendiriyor ve itiraz kültürümüzü geliştirmek için duvarlardan ayna tutuyor ruhlarımıza; görelim, duyumsayalım, anlayalım ve değiştirelim diye dünyayı.

“Bir sanatçının ne olduğunu sanıyorsunuz?… Yeryüzünde olup biten yürekler acısı, heyecanlı ya da zevkli şeylerin bilincinde olan ve kendini tamamen onların yansımasında şekillendiren bir politik varlıktır. Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır” demişti Pablo Picasso. Bugünlerde Filistin’i düşünüyoruz en çok. Ve ne mutlu ki Banksy gibi resmin şehir gerillası ressamları var büyük insanlığın.