Barış bildirisine imza attıkları için KHK'lerle ihraç edilen akademisyenler kitap oldu. Kitabın yazarlarından Yrd. Doç. Dr. Altıparmak: Bilim insanı devlete değil hakikate sadıktır. Bu, devletin belirlediği yüksek çıkarlarla çatıştığı anda, hakikatten yana taraf olmayı gerektirir

Barış için akademisyenlere kitap

HÜSEYİN ŞİMŞEK - @simsekhuseyinn
huseyinsimsek@birgun.net

Çatışma bölgelerindeki ‘abluka’nın son bulmasını talep eden binin üzerinde akademisyen, “Bu suça ortak olmayacağız” isimli bir bildiriyi 2016 yılının ocak ayında imzaladı. Akademisyenler, bu bildirinin ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçok kesim tarafından hedef gösterildi. 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL kapsamında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile de yüzlerce ‘barış imzacısı’ akademisyen mesleğinden ihraç edildi.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz, soruşturmaların ve ihraçların hukuksuzluğunu ortaya koyan “Barış için akademisyenler, olağanüstü zamanlarda akademiyi savunmak” isimli yeni bir kitap yayımladı. Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, ‘Mücadelenin bir parçası’ diye nitelediği kitabın oluşum sürecini ve akademisyenlere yönelik hukuksuz uygulamaları BirGün’e anlattı.
Bilim insanının sadakatinin hakikat ve bilim ahlakı üzerine olduğunu vurgulayan Altıparmak, “Bu, devletin belirlediği yüksek çıkarlarla çatıştığı anda, hakikatten yana taraf olmayı gerektirir. Devlet memurlarına, ‘devlete sadık kalacaksın’ diyebiliyorsunuz, bilim insanına diyemezsiniz. Olsa olsa bilim insanına ‘hakikate sadık kal’ diyebilirsiniz” ifadelerini kullandı.

»Barış için akademisyenlere yazdığınız kitabın oluşum sürecinden bahseder misiniz?
Aslında başlangıç noktamız kitap değildi. Yaman Akdeniz ile idari soruşturmalar başladığında bunun hukuksuzluğunu tespit edip çeşitli aralıklarla dört adet mütalaa yazdık ve internette yayımladık. Soruşturmaya uğrayan birçok akademisyen tarafından da kullanıldı bu yazılar. OHAL ilan edildi. Bir bir KHK’ler çıkartılıyordu. Bir grup barış akademisyeninin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitme girişimi vardı. Onunla ilgili ve bir gün bir ceza yargılaması yapılırsa onunla ilgili bir benzer savunma hazırlığı içerisindeydik. Şiddetle ifade özgürlüğü arasındaki ilişkiyi değerlendirdik. Yazılarımızı bir kitapçık haline getirerek basmak, YÖK’e ve üniversitelere dağıtmak istedik. Okulda bu çalışmamı akademisyen arkadaşlara anlattım. İhraç edilen akademisyenlerden Doç. Dr. Murat Sevinç, ‘Bu çok önemli bir çalışma. Siz bunu bir yayınevinden bastırsanız daha iyi olur’ dedi. Ben de Tanıl Bora’ya ulaşarak bu projeden bahsettim.

hakikate-atilan-imza-suc-olamaz-246619-1.

‘Mücadelenin parçası’

»Kitabınızın amacı tam olarak nedir?
Hiçbir akademisyen bugüne kadar söylediğimizin aksini iddia edip, “Evet bu bildiride suç vardır” diyemedi. Biz de buna karşılık kitabın basılmasını hem tarihe not düşmek açısından hem de benzer durumlar yaşandığında kullanılması açısından önemli gördük. Bu kitap, birçok alanda yürütülen mücadelenin bir parçası olarak görülebilir.

‘Bilim insanı hakikate sadıktır’

»Kitabın dikkati çeken bazı bölümlerini sormak istiyorum. Bir bölümde, “Devlet memurundan beklenen sadakat akademisyenden beklenemez” diyorsunuz. Biraz daha açar mısınız bu cümleyi?
Akademisyenleri ihraç ederek şöyle bir sözü dolaşıma soktular: “Devlet, içinde hainleri barındıramaz”. Oysa bilim insanının sadakati hakikat ve bilim ahlakı üzerinedir. Bu, devletin yüksek çıkarlarıyla çatıştığı anda, hakikatten yana taraf olmayı gerektirir. O yüzden diğer devlet memurlarına, ‘devlete sadık kalacaksın’ diyebiliyorsunuz, bilim insanına diyemezsiniz. Olsa olsa bilim insanına ‘hakikate sadık kal’ diyebilirsiniz. Mesela bir bilim insanı, Türkiye açısından en ideal şeyin ‘bölünme’ olduğunu bilimsel çalışmalarla ortaya çıkarırsa orada onun önünde iki tercih vardır. Ya bu bilimsel araştırma metotları ile ulaştığı sonuçlara sadık kalacak ya da devlete sadık kalacak. Eğer devlete sadık kalırsa o artık bilim insanı değildir. ‘Devlete sadakat göstermedin, o yüzden de bu sonuca katlanacaksın’ lafı bilim insanı için asla kabul edilemez.

‘Suç bulamadılar’

»Kitapta “Bu suça ortak olmayacağız metnini imzalayanlarla ilgili açılan soruşturmaların ortak yönü esasen ortak yönünün olmamasıdır” diyorsunuz. Burada ne demek istiyorsunuz?
Akademisyenler daha ilk günden mahkûm edildi ama bir yılı aşkın zamandır suç bulamadılar. Bulamadıkları için zaten absürt bir KHK yöntemiyle ihraç ettiler. Her üniversite farklı bir hukuksal prosedür, farklı bir suç, yürürlükte olmayan maddelerle işlem yapıyor. Öyle bir noktaya geldik ki imzalardan 10 ay sonra bir yasa çıkartıldı. Bu yasaya terör propagandası ile ilgili iki tane hüküm eklendi. Bu durum aslında metnin yazıldığı tarihte böyle bir hükmün olmadığını gösteriyordu. Savcılar ifade alırken neyin ifadesini aldıklarını bilmiyorlardı. Çünkü bu bir suç değil. Suç olmadığı için herkesin farklı bir maddeye dayanarak ifadesi alındı. Üstelik soruşturma yazıları, akademisyenleri kendi kendini suçlamaya zorlamaktadır.

»Kendi kendini suçlamaya nasıl zorlanıyorlar?
Suçun tarifini yapmayınca birçok soruşturmada “Böyle bir ifade kullanmışsınız, savunmanızı verin” deniliyor. Bu sadece bu soruşturmada değil, üniversitelerdeki soruşturmaların yüzde 90’ında böyle. Ne suç işlediğinizi size söylemiyor. Bir insanın eğer suç işlediğini iddia ediyorsanız o suçun nitelemesini de yapmanız gerekir. Bu suçlama, önce ‘sen bir suç beğen kendine sonra da savun’ demektir. Madem ortada suç var, o halde yönetmeliğine kadar açık açık yazmalıdır. Üstelik, bildirinin şiddetle bağlantısı olduğu konusu da gerçeği yansıtmıyor. Bir ifadenin şiddetle bağlantısı nedeniyle cezalandırılabilmesi için o ifadenin şiddete teşvik etmesi gerekir. Yalnızca devletin kutsal saydığı şeylere sözlü saldırıda bulunduğu için bir ifade suç olamaz. Burada tek takıldıkları yer ‘katliam’ kelimesi. Katliam kelimesi şiddete teşvik değildir.

hakikate-atilan-imza-suc-olamaz-246620-1.

»Okulunuzun bulunduğu Cebeci yerleşkesinde ihraçlar sonrası direnişler ve polis saldırıları, gözaltılar yaşandı. İhraç edilen akademisyenlerin okula girişlerinin engelleneceği konuşuluyor. Yaşananları yorumlar mısınız?

Bu dönem, Türkiye’de muhalif akademinin dağıtılması için kullanılacaktır. Barış için akademisyenler hem bunun için bahane hem de hazır bir liste. Benim gibi bunun dışında kalan muhalif akademisyenler de var, ama büyük bir kısmı bu şekilde tasfiye edilebilir hale geldi. Akademisyenleri bir daha yerleşkeye almayacaklarını söylüyorlar. Peki, ben o meslektaşlarımın bilgisinden yararlanmak istersem, bunlara hangi gerekçe ile engel olacaklar? Mesela ihraç edilen akademisyen Dr. Ahmet Murat Aytaç’ı dersime davet edeceğim. Yönetim de ‘hayır’ diyecek. Peki, en doğru bilgi ondaysa, benim yükümlülüğüm onu derse getirmek değil mi? Bu alanında yetkin akademisyenleri derse getirdiğimde ben mi hukuka aykırı davranmış olacağım, yoksa bunu engelleyenler mi? Hakikate ulaşmaktaki en doğru yol kimse, benim sorumluluğum onun burada var olmasını sağlamaktır.

‘Rektör hesap vermek zorunda’

»Rektör ihraçlardan haberi olmadığını söylemiş…
Ben bu açıklamaların bütününe bakınca Başbakanlık’taki bir çaycının bu listeyi hazırladığını düşünüyorum. Nurettin Canikli “Biz bilmiyoruz” diyor, YÖK resmi açıklamasında “Bunu üniversiteler hazırlıyor” diyor, rektör haberinin olmadığını söylüyor. Dekanlık bilgisi olmadığını söylüyor. Rektör çıksın, ne diyorsa açık açık söylesin. Kapalı kapılar arkasından olmaz. Cebeci Yerleşkesi’ne gelsin, bu okulun hocaları ile muhatap olsun. 5 yılda sadece bir kez sabah erkenden geldi ve gitti. Bir daha da okula uğramadı. Kayıtlara geçecek bir açıklama yapsın. Doğru yaptığını iddia ediyorsa hesap vermek zorunda. 93 akademisyenin atıldığı okulda rektörün suskun olması kabul edilemez. İmzasını çektiği için atılmayan insanlar var. YÖK bunu nereden biliyor? Ankara Üniversitesi’nden biliyorlar. Bu açıklamalar o nedenle açıkça söylenip sorumlu işaret edilmediği sürece hiçbir anlam ifade etmiyor.