Sanırım 7 Şubat Pazar günü  idi. BirGün Gazetesinin Pazar eki arka sayfasından bir uyarlama şiirle Başbakan Erdoğan’a sesleniliyordu.

Sanırım 7 Şubat Pazar günü  idi. BirGün Gazetesinin Pazar eki arka sayfasından bir uyarlama şiirle Başbakan Erdoğan’a sesleniliyordu. Şiirin bir dizesinde;
“Gece uyumadan önce kimin için dua ediyorsunuz?” diye soruluyordu Başbakan’a.
Başbakan’dan herhangi bir yanıt geldi mi bilmiyorum. Fakat kim ya da kimler için dua ettiğini bilmek için kahin olmaya gerek yok. Herhalde bir İngiliz gibi, “Tanrı Kraliçeyi korusun” diye dua etmiyordur. AKP’lilerin çocuklarının eğitimi ve sağlık sorunlarını gidermek üzere ABD’yi komşu kapısı yaptıkları ve Gülen başta olmak üzere cemaat liderlerine kucak açan bir ABD göz önüne alınırsa bir ihtimal herhangi bir Amerikalı gibi “Tanrı Amerika’yı korusun” diye dua etmiş olabilir. İhtimal dışı olup kesinliği su götürmez bir dua ise şu olmalı: “Allah sermayeyi korusun.”
Başbakan, nerdeyse tüm konuşmaları ve açıklamalarında tam bir işveren gibi ya da tam bir işveren temsilcisi gibi hareket etmektedir. TEKEL işçilerinin özlük haklarına ilişkin konuşmalarında işçi örgütlerini yok saymakta, verdiğime razı olun dayatmasını getirmektedir.
Başbakan bulunduğu konumu ve görevlerini unutup tıpkı bir işveren gibi “ihbar ve kıdem tazminatını verip işten çıkarıyoruz. Sendikacılar da bilir ki her yerde bu böyledir” diyebilmekte. Oysa sorulduğunda hiç kimsenin beğenmeyip değiştirilmesini istediği o  12 Eylül Anayasası bile 49. maddesinde hükümet erkini, işsizliğe çözüm üretmek, işsize iş bulmak ve istihdam olanaklarını yaratmakla görevlendirmektedir. Başbakan’ın bu asli görevlerini bilmediği söylenemez. O tam aksine bilerek ve isteyerek küresel kapitalizmin entegrasyon politikalarını uygulamakta ve bunu da  görev saymaktadır. Bunu yaparken de görevi suiistimal etmektedir.
Başbakan bunları yapar da Bakanları boş durur mu? Onlar da mevcut düzenin mağdurlarına sırtlarını rahatlıkla dönüp, Başbakan’ın izinden gitmekte. Bu Bakanlardan biri de Nimet Çubukçu’dur. O da eğitimi piyasalara açma görevini yerine getirmekle meşgul. Bu eylemi sonucu yüz binlerce öğretmen işsiz ve aileleri mağdur kalıyormuş kimin umurunda.         
Başbakan, ülkede 3.5 milyon işsiz olduğunu söylüyor. Arkasından bu 3.5 milyona yenilerini eklemekten imtina etmiyor. Bakan Nimet Çubukçu da  üç yüz bine varan öğretmen açığını kabul ediyor, fakat tıpkı Başbakan gibi mevcut işsiz sayısının azaltılması doğrultusunda değil aksi yönde hareket ediyor. Başbakan, dünyanın hiçbir yerinde üniversite diplomasının iş anlamına gelmediğini söylüyor. Ama okulu bitirir bitirmez ataması derhal yapılan, polis, asker ve imam-müezzinleri görmezden geliyor.
Başbakan, yaptığı  işin çok ciddi bir iş olduğunu her fırsatta vurguluyor ama Bakanı öğretmenliğin “özel bir ihtisas mesleği” olduğu gerçeğine sırtını dönüp gayrı ciddi bir iş yapıp binlerce öğretmen vasfında olmayan iki yıllık üniversite mezununa öğretmenlik yaptırabiliyor. Üstelik onlara da 300 ila 600 TL arası ücret verip ucuz iş gücü hesabı yapan işveren gibi davranarak.
100 bin civarında vekil öğretmen ve 70 binden fazla sözleşmeli öğretmen istihdamı ile aslında Bakan Çubukçu’da görevini suiistimal ediyor. 300 binin üzerinde bir öğretmen açığı söz konusu iken diğer yandan ataması yapılmayıp öğretmenlik yapmak isteyen 310 bin öğretmene kaynak yok deyip atama yapmamak bir başka suç aslında.
Öte yandan istihdam edilmiş kadrolu öğretmenler de OECD ortalamalarının üzerinde mesai yapıp OECD ortalamalarının neredeyse yarısı miktarda ücret almakta.
Eğitim öğretimin bir ülke için olmazsa olmaz olduğu tüm dünyada kabul görmüşken, bir ülke düşünün ki yönetme iddiasında olanlar kendilerini dev aynasında görüp büyük ülkeyiz beyanatları vermekte. Kara mizah dedikleri tam da bu olsa gerek.
 Bildiğiniz üzere geçen yazımda da ataması yapılmayan öğretmenlerin, AYÖP’ün ( şu Başbakan cahilliğiyle  “Öğretmen Olmayanlar Birliği” ) sorunlarına değinmiştim. Olumlu pek çok tepkinin yanı sıra bir sendika yetkilisinden de olumsuz eleştiriler aldım. Söz konusu yetkili bana ve BirGün’e çok kırgın olduklarını beyan etti. Oysa şu yukarıda ucundan bir miktar değindiğimiz konu kendilerinin asli konularıdır. Bu konuda yapılan eleştirilere tahammüllü olmaları en çok onlar için geçerli olmalıdır. Ne yazık ki dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi bu ülkede de bulunduğu yerde iktidar olanların eleştirilere açık olmadığı, tahammül gösteremediği bir vaka. Başbakan ve Bakanları için hoşgörü ve tahammül beklentisi içinde olmak gibi bir politik körlüğümüz elbetteki yok. Fakat emek örgütlerinden bunu beklemek, istemek, arzu etmek hem hakkımız, hem de umut ettiğimiz bir geleceğin önkoşulu değil midir?