Yıllardan 1912.  Dönemin iki güçlü gazetesi Sabah ve İkdam’da bir ilan yer alıyor.

Yıllardan 1912.  Dönemin iki güçlü gazetesi Sabah ve İkdam’da bir ilan yer alıyor. İlanın sahibi Selim Sırrı Tarcan.
1911’de İsveç Kraliyet Askeri Beden Eğitimi ve Cimnastik Akademisi’ni bitirerek memleketine dönen Selim Sırrı, spor eğitimini aldığı Stockholm’de düzenlenecek olan Olimpiyat Oyunları’nda Osmanlı’nın da temsil edilmesini çok istiyor.
1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Milli Olimpiyat Komitesi’ni kuran Selim Sırrı henüz örgütlü bir spor yapılanması olmadığından Oyunlar’a katılacak sporcuyu gazete ilanıyla aramaya karar veriyor.
İlanı okuyan iki Ermeni genç, Mıgırdiç Mıgıryan ve Vahram Papazyan, Selim Sırrı’ya Stockholm’de yapılacak Oyunlar’da Osmanlı’yı temsil etmek istediklerini bildiriyor.
Selim Sırrı bu iki gencin başvurusunu kabul edip, kendilerine gerekli lisansı vermekle birlikte, ilginç bir şekilde gençlerin Olimpiyat macerasında seyahat ve konaklama masraflarına hiçbir şekilde yardımcı olamayacaklarını, her türlü masrafı kendi ceplerinden karşılamaları gerektiğini bildiriyor.
Mıgırdiç Bey, varlıklı bir ailenin çocuğu olduğundan masrafları kendi cebinden karşılama konusunda tereddüt yaşamıyor.
Vahram Bey ise öyle değil. O, Bebek’te gazete satan bir babanın oğlu ve Stockholm yolculuğu yapabilecek kadar varsıl bir aileden gelmiyor.
Vahram Bey iyi bir koşucu. En sıkı antrenmanını sabahları babasının satacağı gazeteleri almak üzere Bebek’ten Bab-ı Ali’ye ve ardından sırtında gazetelerle Bab-ı Ali’den Bebek’e attığı deparlarla yapıyor.
Oradan da son bir deparla okuluna, Robert Koleji’ne ulaşıp derse başlıyor.
Olimpiyat Oyunları’na katılacak parayı denkleştiremeyen Vahram Bey için spor yaptığı kulübü, Ardavast devreye giriyor. Düzenlenen kampanya ile gerekli para toplanıyor. Hatta Arnavutköy’deki Rum Tiyatrosu’nda, elde edilen gelir Vahram Bey’e yol masrafı olmak üzere Fedakar Gemici isimli bir piyes sahneye konuluyor. Piyeste Vahram Bey’in de küçük bir rolü var tabii...
Sonuçta para toplanıyor ve Mıgırdiç ile Vahram, Stockholm yolunu tutuyor. Mıgırdiç, gülle atma, pentatlon, dekatlon gibi dallarda iddialı. Vahram ise malum olduğu üzere 800 ve 1500 metre yarışlarında derece hedefliyor.
Stockholm’de Olimpiyat alanına varan iki genç, alanda Osmanlı bayrağı olmadığını görünce fazlasıyla üzülüyor ve dönemin İsveç Sefiri Ahmet Bey’e ulaşarak sorunun çözümünde yardım istiyor.
Bu esnada yaşadığı duyguları Vahram Bey kendi ağzından şöyle anlatıyor:
“Sabah Stockholm’e vardığımda, sokakların ve büyük binaların olimpiyatlara katılan irili ufaklı ülkelerin bayraklarıyla donatıldığını gördüm. Ama hiçbir yerde Türk bayrağı yoktu. Bu durum beni çok üzdü. Nihayetinde vatanımın, Türkiye’nin temsilcisiydim ve ülkeme karşı gösterilen bu çirkin tavır, benim için bir aşağılamaydı. Barınmam için bana ayrılan mekâna varmadan, bir araba tuttum ve doğrudan Türk elçiliğine gittim. Öfkemi anlatacak ve hemen bir çare bulunmasını rica edecektim.”
O bayrak bulunuyor fakat bu defa da forma sorunu ortaya çıkıyor.
İkili bütün ülkelerin kendi bayraklarını temsil eden formaları olduğunu görünce kendilerinin de aynı şekilde yarışması gerektiğine karar veriyor. Fakat yanlarında tabii ki forma yok. Çözüm yine Sefir Ahmet Bey’den, daha doğrusu bu defa eşinden geliyor. Ahmet Bey’in eşi, Vahram Bey’in kolejden yakın arkadaşı Kerim Kanok’un hediye ettiği kırmızı formanın üzerine iğneyle beyaz ay-yıldız işliyor ve forma sorunu da böylelikle halledilmiş oluyor.
Yarışlarda ikilimiz çok başarılı olamıyor. Fakat Vahram Bey’in 1500 metre yarışını önde götürdüğü sırada bitime metreler kala takılıp düştüğü (kimi kaynaklara göre aşırı heyecandan bayıldığı) ve madalya kaçırdığı rivayet ediliyor.
Sonuçta Osmanlı, Oyunlar’da düzgün bir biçimde temsil ediliyor ve iki sporcu Oyunlar’ın bitimiyle birlikte ülkeye dönüyor.
Stockholm dönüşü sonrası Selim Sırrı, iki Ermeni sporcuya neden maddi destek verilmediğini de açıklayan bir açıklama yapıyor: “Gözlerim doldu. Olimpiyatlar’da bütün milletler temsil edilirken Türkler yoktu.”
Bu açıklama doğal olarak Ermeni Cemaati’ni ziyadesiyle öfkelendiriyor ve Selim Sırrı’ya cevap Savaraş Kirişyan’dan geliyor. Paris’te aldığı spor yönetimi eğitiminin ardından İstanbul’a dönen Kirişyan sahibi olduğu spor gazetesindeki (Marmnamarz) başyazısında Selim Sırrı’ya şöyle sesleniyor:
“Bu sporcular üzerlerinde Osmanlı hilali olan forma taşıdılar, Osmanlı’yı sporda temsil etmeye çalıştılar. Onları alkışlayanlar Ermeni oldukları için değil, Osmanlı oldukları için alkışladılar. Neden iki Osmanlı’nın adını anmıyorsunuz?”
Selim Sırrı’nın gerektiği kadar ‘Türk’ bulmadığı Vahram Bey birkaç yıl sonra Osmanlı Ordusu’yla Çanakkale cephesinde telgrafçı olarak görev yapıyor.
Selim Sırrı’ya kısa bir etnisite dersi veren Savaraş Kirişyan ise üç yıl sonra, 24 Nisan 1915’te İttihatçılar tarafından Çankırı ve Ayaş’a sürülen ilk Ermeni grubun bir üyesi olarak Ayaş’ta öldürülüyor.
***
Selim Sırrı’ya göre Vahram ve Mıgırdiç, Osmanlı’yı Olimpiyat Oyunları’nda temsil edemediler.
Çünkü Türk değillerdi. Çünkü vücutlarında dolaşan kan uygun değildi.
Çünkü ‘çok afedersiniz’ Ermenilerdi.
Bugün ise Başbakanımıza ‘çok afedersiniz’ Ermeni diyorlar. Sanki Başbakanımız afedersiniz Ermeni kanına sahipmiş gibi...
Oysa Başbakanımız kendisinin de söylediği gibi halis muhlis Türk.
Kesinlikle öyle.
Hatta Selim Sırrı’yla akraba. Hem de çok yakın akraba.
Bir bakışta belli olmuyor mu?