Basın özgürlüğü krizde: Avrupa, değerlerine sahip çıkacak mı?

WILLIAM HORSLEY
Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) Medya Özgürlükleri Temsilcisi

Bugün Türkiye’de pek çok kişi tarafından anılan Uğur Mumcu, gazeteciliği “yaşamın her alanındaki mücadelenin kürsüsü” diye tanımlamıştı.

Bu tespit hala ne kadar doğru. Medya organlarının birer birer ele geçirildiği, bilgi akışının görülmemiş hızlara ulaştığı günümüzde, dünyanın dört köşesinde, bağımsız medyayı ayakta tutma çabaları her zamankinden daha fazla gerekli. Çünkü çok sayıda siyasi lider, ‘kamu çıkarlarının bekçiliği’ görevini üstlenen iktidarlardan halk adına hesap sormakla yükümlü medyayı kendi çıkarlarının koruyucusuna, propaganda silahına dönüştürmekte kararlı görünüyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü (RSF), dünya medya özgürlüğü haritasının her geçen gün daha karanlık renklere büründüğünü söylüyor. Çoğu Çin ve Türkiye’de olmak üzere 380 gazeteci hapiste. Artık gazeteciler savaş alanlarında degil, yolsuzluk ve suçları soruşturdukları kendi ülkelerinde öldürülüyorlar.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, geçen ay yaptığı açıklamada, COVID-19 küresel salgınının başlangıcından bu yana medya çalışanlarının sadece görevlerini yaptıkları için artan ölçüde sınırlamalar ve cezalarla karşı karşıya bırakıldıklarını bildirdi. Gazetecilerin, şiddet ve hukuki yollarla yıldırılmaya çalışıldığına dikkat çekti.

Bir başka ortak unsur, siyasi müdahaleler sonucu ulusal hukuk sistemlerinde tanık olunan çürüme ve yolsuzluk. Avrupa’da, 2017 yılında Malta’da Daphne Caruana Galizia, 2018 yılında da Slovakya’da Jan Kuciak, hala çözülemeyen mafyavari cinayetlerle susturuldular. Bu saldırıların sorumluları henüz cezalandırılmadı. Her iki gazeteci de ülkelerindeki üst düzey yolsuzlukları soruşturmaya ve gün ışığına çıkarmaya çalışırken öldürüldüler.

2020 yılında "A Mission to inform: Journalists at risk speak out", Türkçe’ye ‘Bilgilendirme Misyonu: Tehdit Altındaki Gazeteciler Konuşuyor’ diye çevirebileceğimiz bir kitabımız yayınlandı. Malta Üniversitesi'nden Profesör Marilyn Clark ile ortaklaşa kaleme aldığımız bu kitapta gazetecilik görevlerini yaparken tehdit ve saldırılarla karşı karşıya kalan 20 Avrupalı araştırmacı gazeteciyle ayrıntılı mülakatlar yaptık. Kişisel deneyimlerini ve öykülerini anlattırdık.

Bu gazetecilerden biri de Can Dündar. 27 yıl önce katledilen Uğur Mumcu gibi Can Dündar da silah kaçakçılığı ve siyasi gücün istimarını ortaya çıkarmaya çalıştı. 2015 yılında Türkiye’den Suriye’deki militan gruplara gizlice silah gönderildiğini yazma cesaretini gösterdi. Aylarca tutuklu kaldıktan ve uzun hapis cezalarına çarptırılma riskiyle karşılaştıktan sonra, ülkesinden çıkmayı başardı. Ancak, sözünü ettiğim kitapta yer alan söyleşide Can Dündar, Avrupa hükümetlerini kendisi gibi gazetecileri korumak yerine siyasi beklentiler nedeniyle Türkiye hükümetinin uygulamalarına göz yumdukları gerekçesiyle eleştirmekte. “Avrupa, kendi öz ilkelerini savunma cesaretini gösteremiyor” demekte.

Azerbaycanlı gazeteci Hatice (Khadija) İsmayilova da, ülkesinde üst düzey yolsuzlukları ortaya çıkaran haberleri ardından, acımasız bir iftira kampanyası, mahremiyetinin çiğnenmesi ve ağır hapis cezası gibi baskılarla karşı karşıya kaldığını anlattı. İsmayilova da, basın özgürlüğüne bağlılıklarını ve inançlarını dillerinden düşürmeyen batılı liderlerin, en çok ihtiyaç duydukları anlarda kendisi gibi gazetecileri yalnız bıraktıklarından şikayetçi oldu. Khadija İsmayilova, artık cezaevinde değil ama hala gazetecilik yapmasına ve ülke dışına çıkmasına izin verilmiyor.

Can Dündar ve Khadija İsmayilova, diğerleri için ilham kaynağı. En çetin koşullar altında bile, dış dünyaya gerçeği göstermeye kararlı gazetecilerin varolduğunu kanıtlıyorlar. Belarus’ta geçen ağustos ayında gerçekleşen hileli başkanlık seçimleri ardından başlayan protesto gösterilerinde yüzlerce gazeteci gözaltına alındı. Çoğu, polisin fiziki şiddetine maruz kaldı, yaralandı. Dokuz gazeteci uzun hapis cezaları alabilecekleri kamu düzenini bozma suçlamasıyla hala hapiste. Buna rağmen protesto gösterileri, halkın da desteğini alarak devam ediyor. Gazeteciler de haber vermeyi sürdürüyor.

Küresel alanda basın özgürlüğü düşmanlarına ve sansürcülere karşı gazetecilerin verdiği mücadelenin başarılı olacağına olan inancımız, son zamanlarda tanık olunan iki gelişmeyle yeniden pekişti. İlki, medyanın ileri teknolojinin imkanlarını kullanarak sınır ötesi işbirliğini keşfetmesi ve güç istismarlarıyla yolsuzlukların araştırıldığı karmaşık soruşturmalara devam edebilmesi. Panama Belgeleri, 70’ten fazla ülkeden gazetecinin elbirliği ile, uçtan uca şifreli haberleşme yollarını kullanarak ve verileri analiz ederek 2016 yılında ortaya çıkardıkları dev bir küresel yolsuzluk skandalının sonucuydu. Bu soruşturmalar, siyasi sorumluların istifasına, cezai kovuşturmaların başlamasına ve bankacılık sektöründe şeffaflığı artıracak reformlara zemin hazırladı.

Geçen yıl, yolsuzluk karşıtı muhalefet lideri Alexei Navalny’nin Rus istihbarat elemanları tarafından öldürülmeye çalışıldığı gerçeği de özel soruşturma kuruluşu Bellingcat tarafından ortaya çıkarıldı. Bellingcat, Rus ajanların üst veri ve uçuş takip kayıtlarını kullanarak Navalny’yi Sibirya’da bulduklarını ve geçen ağustos ayında 'novichok' maddesiyle zehirlediklerini tespit etti. Navalny, iyileştikten sonra Rusya’daki bir ajana telefon etti. Bizzat onun ağzından Sibirya’daki otel odasında nasıl iç çamaşırına zehir sürülerek zehirlendiğini öğrendi. Gerçek de aylar sonra kayda alıp yayınladığı bu itiraflarla tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.

Umut veren ikinci gelişme de Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı Joe Biden’ın sözleri.

Çarşamba günkü görevi devralma töreninde konuşan Biden, “Gerçeklerin çarpıtıldığı, yanıltıcı bilginin gerçek diye sunulduğu kültürü reddetmemiz lazım’ dedi ve liderlerin gerçeği savunmak, yalanı etkisiz kılmakla yükümlü olduğunu söyledi. Donald Trump’ın başkanlığı döneminde Washington Post gazetesi başkanın 20 binden fazla yalan ya da yanıltıcı ifade kulandığını saptadı.

Kamu yaşamında ve medyada doğruya ve gerçeğe saygının yeniden inşaasına, iktidarları hesap verilebilir kılan demokratik mekanizmaların tekrar güçlendirilmesi ile başlamalı. Bu mekanizmaların başında da basının bağımsızlığı ve özgürlüğü geliyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler ve diğer medya hakları savunucuları, medya özgürlüğüne saygının geleneksel olarak güçlü olduğu ülkelerde bile, Trump’ın medya karşıtı söyleminin ve gazeteciliği suç sayma eğiliminin yayıldığı endişesini dile getiriyorlar.

2019 yılında yaklaşık 40 Birleşmiş Milletler üyesi ülke, Küresel Medya Özgürlüğü Koalisyonu adı altında biraraya geldiler. Medyaya yönelik tehditlere karşı ortak eyleme geçmek ve özgürlükleri korumak taahüdünde bulukları bir senet imzaladılar. İktidarları memnun eden degil, kamuyu aydınlatan bilgiye dünyanın her yerinde ulaşma hakkını savundular.

Bu koalisyonu oluşturan liderlerin verdikleri sözü tutup tutmadıklarını kim denetleyecek? Medya Özgürlüğü üzerine 15 tanınmış hukukçudan oluşan bir uzman heyeti bu amaçla görevlendirildi. Heyet, uluslararası hukukta öngörülen standartların, medya özgürlüklerinin korunması ve gazetecilerin saldırıya uğramadan ve suçlu ilan edilmeden çalışabilmelerine olanak sağlamakta uygulanması için yoğun çaba gösteriyor.

Uluslararası Barolar Birliği de bu hukukçular heyetinin can alıcı önemdeki çalışmasına destek oluyor. Heyet, yayınladığı ‘Icra Raporları’nda, basın özgürlüğü düşmanlarına uluslararası yaptırımlar, kendi ülkelerinde tehdit altında olan gazetecilere de başka ülkelerde güvenli yaşam sağlanması gibi yöntemler öngörüyor. Koalisyon üyesi ülkelerin siyasi liderlerinden medya özgürlüklerinin savunmasına ön ayak olduklarını göstermelerini ve vaatlerini somut adımlarla eyleme dönüştürmelerini talep ediyor.

Mumcu’nun bundan 38 yıl önce işaret ettiği iki tehlike; “devletlerin basın özgürlüğü kısıtlayıcı ve yasaklayıcı tavrı” ile “basın organlarını ele geçirecek holdingleşme” şimdi tüm ağırlığıyla kendini hissettiriyor. Ve yine, Mumcu’nun dediği gibi; “Basın özgürlüğünü kısıtlayan sınırların hukuk devletindeki yeri ile polis devletindeki yerleri ayrıdır. Hukuk devleti sınırları içinde polis devleti yöntemlerine başvurulursa, bütün demokratik kuruluşların ve yayın organlarının bu tür uygulamalara karşı çıkmaları gerekir.”

Bizim yapmaya çalıştığımız da bu!