Basmakalıp günümüzde yerini ‘klişe’ye bırakmış, sıradan, bilindik, tanındık, farklı olmayan, özelliği olmayan, şablon anlamına geliyor. Belli bir grup insanı ve/veya kişiyi standardize eden, özgünlüğü olmayan, değişiklik göstermeyen, bilineni yineleyen, genel kabul gören. Önyargı ve indirgemeci görüş; söz konusu önyargılara dayalı davranış. Ayrıca, belirli bir tip fikrine denk düştüğü sanılan kişi. Belli özelliklerin belli bir gruba ait insanlarda olduğunun sanılmasını ifade eder. Belleği ve yargılamayı etkileyen bir bakış çerçevesi sunar, genellemeyi sağlar.

‘Basmakalıp yargı’ bir topluma dönük olduğunda ötekileştirdiği için ırkçı bir söyleme dönüşebilir. Bu yalnızca ‘ırk’la değil, toplumsal cinsiyet, etnik kimlik ve sınıfa da uzanabilir. Kafalarda yapıştırılmış basmakalıp etiketler kolay kolay sökülmez, kalıp düşünceler ön yargıların oluşumunda önemli rol oynuyor. Örneğin, “Ermeni dölü”, “Kızılbaş” vb. ifadeler açık bir nefret söylemi. Suriyeli sığınmacılara yönelik tepkilerin temelindeki mantık: Kirli, pasaklı ve yurtsuz kişi, görüntü kirliliği yaratıyor. Devlet de çok uzun yıllar bir ‘iç düşman’ tanımı yaparak nefret söylemlerinin tetikçisi oldu. Kendine göre makbul saymadığı yurttaşını etiketledi, ayırdı, dışladı. Devletin resmi ideolojisindeki bu kişiler, solcuydu, Alevi’ydi, Kürttü. Hapsedildiler, işkenceden geçtiler, okullardan ve işlerinden uzaklaştırıldılar. İktidarın söylemi – örn. Başbakan’ın son Mardin konuşması- gibi egemen söylemler basmakalıp laflarla doluydu.

Basmakalıp felsefeyi öldürür. Peki: Edebiyatta, fotoğrafta, sinemada ya da sanatın her alanında, siyasette, bilimde basmakalıp düşünce neyi anlatır?

Kısa örneklerle geçmek zorundayım. Örneğin sinemada stereotiplerin; “Amca, sizi babam kadar çok sevdim, biliyor musunuz benim babam yok” ya da “Annen bir melekti, yavrum” diyaloglarını anımsayın. Kitleler önceden tüketip, bildiği bu ürünü kolayca sindirdi.

Basmakalıp durağan ve sıkıcı fotoğraflar birbirlerinin aynı olma tehlikesi taşıdı. Benzer zevklere sahip olmak gibi, basmakalıp düşüncelerle temellendirilen yaklaşımlar, yaratıcılık ve özgünlükten nasibini almamış, kitsch görüntüler sardı her yanı. Günbatımları, standart kompozisyonlar. Neyi güzel, kimi çekici bulacağımızı iktidar araçları belirliyordu. Aslında estetik üzerinden bir nevi faşizm yapılıyor, standartlara uyan bir azınlık, üstün ırk gibi görülüyordu. Formalizm yaratılıyordu. Formal olan, seyirciyi kolay ele geçiren fotoğraflar, fotoğrafın yalnızca değerini kompozisyon, renk, kontrast, keskinlik, teknik gibi biçimsel özelliklerinin belirlediği görüş üzerine temelleniyordu. Dolayısıyla sanatçılar ‘anlamı’ önemseyen kaygıları taşımıyordu.
Edebiyatımıza gelince; Küçücük yaşlardan itibaren beynimize yerleştirilen kahramanlık öyküleri de betimlemeleri de basmakalıpdı. Bu olumsuz örneklerin tersi, iyi bir örnek de vermem lazım; İşte Memed Uzun’un Dengbejlerim kitabından;

Ape Qado … açlık ve dondurucu soğuktan bahsediyor:
“Açların en genci de, kedi gibi, dama sıçradı, iki sıçradı, üçüncüsünde, kedi gibi, dama tırmandı. Kedinin kaçabileceği bir yeri yoktu. Ama karşı ev, karşı evin damı? Kedi deyip geçmeyin, ölüm zamanında, çaresizlik zamanında çılgınlıksa çılgınlık, ölümse ölüm! Son bir gayretle kedi, gözlerini ölümün korkusu sinmiş o zavallı küçük mahlûkat, karşı dama ulaşmak umuduyla, kendini boşluğa fırlattı. Dediğim gibi zaman, kırmızı kar zamanıydı, en olağandışı şeylerin bile olağan hale geldiği bir zamandı. Soğuktu, dünyada yaşanmamış bir soğuk vardı. İnsanın ağzından çıkan nefesin bile çıkar çıkmaz halkalar halinde donduğu bir zamandı. Her şey donuyordu. Kedicik de dondu. İki damın arasında, öyle dondu kaldı. Evet, evet; havada, boşlukta, yerden insanlardan uzak, öyle dondu kaldı. Bu gözler bunu gördü, buna şahit…’

Öykünün bitmesinden sonra ‘Qado’ diyor, bir sert akraba, ‘Qado, işin gücün bizi elaleme rezil etmek, yapma, yalanın da bir haddi hesabı olmalı. Bu kadar da yalan olmaz Qado. O kediyi öyle havada, orta yerde bırakma. Onu ya ilk dama geri götür ya da diğer dama ulaştır.

‘Hayır’ diyor Ape Qado gülümseyerek. ‘O kedi öyle havada donmuş kalacak.’

Basmakalıp anlatılardan, politik pratiklerden, fikirlerden, sanattan kurtulmalı. Yoksa basmakalıp hayatlar süreğenleşecek.