Amerikan yönetimi depremin dördüncü günü Suriye'ye yönelik yaptırımları bir süreliğine esnetti. Fakat hiç kimse bu yapay merhamete aldanmamalı. Batı'nın petrol zengini Ortadoğu'ya insani müdahale iddiaları her zaman bir yalan olmuştur.

Batı’nın insani yardım aldatmacası
Fotoğraf: AA

Jonathan COOK

Joe Biden yönetimi geçtiğimiz perşembe günü baskılara boyun eğdi ve Suriye'ye yönelik yaptırımlarını kaldırdı. Bu politika değişikliği, Türkiye'nin güneyindeki ve Suriye'nin kuzeyindeki felaket bölgesinde gerçekleşen 7,8 büyüklüğündeki depremin dördüncü gününde geldi.

Görünüşe göre Washington, on binlerce ceset enkazdan çıkarılırken ve milyonlarca insan soğuk, açlık ve sağlık problemleriyle boğuşurken ambargosunun artık sürdürülemeyeceğini hissetti.

ABD, Suriye ve Türkiye'nin harap olmuş bölgelerini göz ardı eden farklı adam olmayı göze alamazdı. Yeni muafiyet kapsamında, Suriye hükümeti ambargo tekrar devreye girmeden önce altı ay boyunca deprem yardımı alabilecek.

Fakat hiç kimse bu yapay merhamete aldanmamalı. Depremin hemen ardından, Dışişleri Bakanlığı'nın ilk tepkisi, politikasını iki katına çıkarmak olmuştu. Sözcü Ned Price, yaptırımların kaldırılması olasılığını reddetti ve bunun, "yıllarca halkına zulmetmiş" bir hükümete yardım etmenin ters etki yaratacağını söylemişti.

Gerçek şu ki, ABD ve müttefikleri tarafından Avrupa'da, Kanada'da ve Avustralya'dan dayatılan yaptırım rejimi, depremden çok önce başlamış acımasız bir politikaydı. Uluslararası baskı altında ortaya çıkmış kısa süreli ve gecikmiş bir muafiyet elbette bu tabloyu temelden değiştirmez.

Batı'nın petrol zengini Ortadoğu'ya insani müdahale iddiaları her zaman bir yalan olmuştur. Bu durumu netleştirmek için sadece bir deprem gerekliydi.

HERKESİ CEZALANDIRMAK

Yaptırımlar, daha geniş nüfus üzerinde toplu bir cezalandırma şeklidir. Batı, Suriyelileri kendileri seçmedikleri ama ABD'nin ne pahasına olursa olsun devirmeye kararlı olduğu bir hükümet altında yaşadıkları için cezalandırıyor.

Batı'nın ambargosu, Batı vekalet savaşına dönüşen ve hızla ülkeyi harap eden iç savaşa paralel olarak uygulandı. ABD ve müttefikleri, nihayetinde Beşar Esad hükümetini devirmekte başarısız olacak cihatçılar da dahil olmak üzere isyancı grupları destekleyerek savaşı körüklemiş ve alevlendirmişti. Ardından komşu ülkelerden aşırılık yanlısı gruplar ülkeye akın etti ve Batı’nın "insanlık yanlısı rejim" ele geçirme misyonundaki boşluğu doldurmuş oldu.

Milyonlarca Suriyeli çatışmalardan kaçmak için evlerini terk etmek zorunda kaldı ve bu da yaygın yoksulluk ve yetersiz beslenmeye neden oldu. Çatışmalar azalsa bile, Suriye ekonomisi sadece yaptırımlar nedeniyle değil ABD ve diğer ülkeler Suriye’nin petrol sahalarını ve en verimli tarım arazilerini ele geçirdiği için battı.

Bu tamamen insan elinden gelmiş politikalar, geçen haftaki felaket ile birleşti. Zaten yoksul, aç ve tecrit edilmiş olan Suriyeliler şimdi daha fazla felaketle başa çıkmak zorundalar.

KORKUNÇ POLİTİKA

Batı'nın Suriye'yi sefilleştirmeye yönelik on yıllık politikasının sözde mantığı, Washington'un resmi düşmanlara karşı düzenli olarak ortaya koyduğu bir şablona dönüştürüldü. Çaresiz Suriyeliler, daha iyisi umuduyla liderlerine karşı ayaklanmaya teşvik edilecekti.

Ancak proje kesin bir başarısızlığa uğradı (tıpkı Küba ve İran gibi resmi düşman devletlerde daha önce sık sık olduğu gibi). Bununla birlikte program insanlık adına uygulanmaya devam etti.

Suriye, geçtiğimiz hafta 7,8 büyüklüğündeki depremle sarsıldığında, Washington'un yaptırımların yürürlükte kalması konusundaki ısrarı politikayı insanlık dışı olma noktasına getirdi. Burada yaptırımlarını geçici olarak kaldırdığı için ABD'nin yardımsever olduğunu varsaymak yerine, ilk etapta neden orada bulunduklarına odaklanılmalıdır.

Batı'nın pozisyonunun mantığı şuydu: yaptırımların kaldırılması Esad hükümetini tanımayı gerektiriyor ve bu da onu koltuğundan indirme savaşında yenilginin kabulü anlamına geliyordu. Washington yetkililerinin kolektif egosunu korumak, milyonlarca Suriyelinin uzun süren işkencesinden öncelikli kabul edilmiş oldu. Bu, kendi içinde, Esad hükümetini devirme mücadelelerinde ABD ve Avrupa'nın Suriye halkını gerçekten önemsedikleri iddiasını çürütüyor.

Aynı zamanda Ukrayna'nın toparlanmasına karşı açıklayıcı bir karşı nokta sunuyor. Görünüşe göre Avrupa mensubu Ukraynalıları, nükleer bir çatışma riski taşısa bile, Rusya’nın işgalinden kurtarmak için hiçbir bedel esirgenmemeli ancak daha koyu tenli olan Suriyeliler, enkazlar artık TV ekranlarımızdan çekildiği anda kaderlerine terk edilecekler. Bu ırkçı yaklaşım ne zamandan beri insanlık olarak nitelendiriliyor?

Sanılanın aksine Batı'yı Ukrayna'yı silahlandırmak için motive eden insani duygular değildir. Tıpkı daha önce, Batı'nın başka bölgelerde terörist olarak etiketlediği grupların hızla egemen olduğu bir Suriye muhalefetini desteklemek için Batı'yı motive eden şeyin insaniyet olmadığı gibi.

ÜSTÜNLÜK SAVAŞI

Batı'nın sözde insani içgüdüleri ancak daha derine inilerek gerçekten anlaşılabilir. Çok daha derine.

Ukraynalılara tank ve jetlerle silahlandırarak yardım etmek ile Suriyelileri bina temellerinden mahrum bırakmak, ilk bakıldığında görüldüğü kadar zıt değiller. Tutarsızlık, batının bakış açısına göre çifte standart olarak bile nitelendirilmiyor.

Her iki politika da aynı hedefi kapsıyor ve bu hedeflerin sıradan Ukraynalıların veya Suriyelilerin refahıyla hiçbir ilgisi yok. Bu hedef Batı'nın üstünlüğüdür ve her iki durumda da arka planda az çok görünen şey, Batı'nın "zayıflamış" görmek istediği aynı düşmanıdır: Rusya.

Suriye hükümeti, Rus donanmasına Tartus'taki Suriye limanı üzerinden Akdeniz'e erişim izni vermek de dahil olmak üzere, Orta Doğu'da Rusya'nın safında duran son hükümetlerden. Batı'nın Esad hükümetinin parçalandığını görmeye bu kadar hevesli olmasının ve Moskova'nın Şam'ı batı destekli isyancılara karşı askeri olarak desteklemesinin ve bu çabaları boşa çıkarmasının başlıca nedenlerinden biri buydu.

Bu arada Ukrayna, yavaş yavaş Rusya'nın kapısında NATO için gayri resmi bir ileri üsse dönüştürülüyordu. Bu Rusya'nın Kiev'in sindirildiğini görmek istemesinin ve ABD'nin onu askeri olarak desteklemeye bu kadar istekli olmasının bir nedeni oldu.

Suriye'yi cezalandırmak etik bir dış politika değildir ancak dünyaya ve halklarına yalnızca tek bir mercekten bakılarak Batı'nın ve öncelikle ABD’nin çıkarlarına nasıl hizmet edebilecekleri üzerinden rasyonelleştirilebilir.

Her zaman olduğu gibi Batı; sömürgecilik oyununu oynuyor, jeostratejik satranç taşlarını mümkün olan en avantajlı düzende hizalamak için entrikalar kuruyor. Buradaki çıkarları, küresel askeri egemenliği ve petrol gibi kilit finansal kaynaklar üzerindeki kontrolü içeriyor.

EN BÜYÜK SUÇ

Suriye depremle başa çıkmaya çalışırken ABD ve müttefiklerinin ilk reaksiyonu, halkın acılarını nasıl hafifleteceği üzerine değildi. Bunun yerine stratejik bir oyun kurarak Şam'ı yardımların depremden en çok etkilenen kuzey bölgelerinden bazılarına ulaşmasına izin vermemekle suçladılar. Ancak bu bölgeler arasında hala isyancıların elinde olan bölgeler de bulunuyor.

BM İnsani İşler eski Başkanı Mark Lowcock, "Bu bölgelere yardım ulaştırmak Türkiye'nin rızasını gerektiriyor. Suriye hükümetinin yardım edebilmesi pek olası değil." Açıklamasında bulunmuştu. İlk sevkiyatlar geçen perşembe günü Türkiye'den geldi. Suriye hükümeti ayrıca, ülkenin depremden etkilenen kuzeybatısında kontrolü altında olmayan bölgelere insani yardım ulaştırılmasını da onayladı. Buna cevaben, İdlib'in çoğunu kontrol eden HTS militan grubunun sözcüsü, Reuters'e verdiği demeçte, Suriye'nin hükümet kontrolündeki bölgelerinden yardım gelmesine izin vermeyeceğini çünkü "rejimin yardım ettiklerini göstermek için durumdan yararlanmasına izin vermeyeceklerini" söyledi.

Ancak Batı söylemi ne olursa olsun, Suriye'nin kuzeyine yardım götürme konusundaki suçlama sadece Şam'dan gelen zihniyetin sonucu değildir.

Bugün, Esad hükümeti Suriye topraklarının çoğunluğunu güvence altına almış olabilir ancak Suriye ulusunun kontrolünü sağlamaktan uzakta. ABD, Kürt nüfusu için büyük, özerk bir kuzeydoğu bölgesinin oluşturulmasına yardımcı oldu ve kuzeyin diğer parçaları, El Kaide uzantılarının yanı sıra İslam Devleti (İD) grubunun kalıntılarının ve Türkiye destekli savaşçıların egemen olduğu aşırılık yanlısı grupların ittifakının elinde.

Bu parçalı yapı, yardım çabalarının önünde büyük bir engel olduğunu kanıtlıyor. Doğası gereği, hükümetler tüm toprakları üzerinde egemenlik iddia etmek isterler ancak Esad hükümetinin endişe için ek nedenleri var. Yerel El Kaide ve diğer isyancı grupların acil durumla başa çıkmak için herhangi bir prim yapmasına izin vermenin ciddi tehlikeleri var. Bu sadece bir halkla ilişkiler savaşı değil. Eğer El Kaide'nin Suriye'nin kuzeyindeki çaresiz topluluklara başarı getirdiği görülürse, sıradan Suriyeliler arasında ve daha uzaktaki Araplar arasında kalpleri ve zihinleri kazanması da mümkün.

El Kaide'nin yardım operasyonlarından sorumlu olmasına izin vermek, Şam'ın yerel halkın geniş kesimleriyle otoritesini kaybetmesine sebep olabilir. Bu, Suriye'deki iç savaşı yeniden canlandırmanın ve Suriyelileri tekrar savaşa ve kan dökmeye sürüklemenin bir başlangıcı olarak hizmet edebilir.

BÜTÜNÜN KÖTÜLÜĞÜ

Bunlar Esad'a ve hükümetine hiçbir suçlamanın yüklenemeyeceği anlamına gelmiyor. Batı ortodoksisi ne ilan ederse etsin, hükümetleri devirmek için dış güçlerin müdahalesinin insani sonuçlara yol açması muhtemel değildir. Bu, Suriye'deki uzun süreli çıkmazın aksine rejim devirme operasyonu hızla gerçekleştirilebilse bile geçerli olacaktı.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Nazi liderlerinin yargılandığı Nuremberg duruşmaları, başka bir ulusun egemen topraklarına karşı saldırganlığı "en büyük uluslararası suç" ve "bütünün birikmiş kötülüğünü kendi içinde içeren" bir saldırı olarak ilan etti.

Egemen devletlere yönelik saldırılar, bir halkı birbirine bağlayan etkenlerin kaybına yol açar ve genellikle öngörülemeyen sonuçlar üretir.

Batı'nın Afganistan'daki 20 yıllık işgali, yozlaşmış yerel yetkililerin devlet inşası için ABD fonlarını kullandığı ve bölgesel savaş ağaları için kukla olarak hizmet ettiği bir devlet yarattı. Washington'un başlattığı şiddetli kaos, Taliban'ın geri dönüşüne zemin hazırlamış oldu.

ABD ve Britanya'nın 2003'te Irak'ı işgali ve ardından Irak polisini ve ordusunu dağıtması, Washington'ın "özgürlük ve demokrasi" vaatlerinin hiçbirini gerçekleştiremedi. Aksine ülkeyi parçalayan ve İran'ın ve aşırılık yanlısı grupların iktidar için çatışmasına neden olan bir otorite boşluğu yarattı.

Batı'nın 2011'de Muammer Kaddafi hükümetini devirmesi, Libya'nın köle pazarlarının ülkesi, aşırılık yanlıları için bir sığınak ve Suriye gibi diğer çatışma bölgelerine silah kaçakçılığı için bir kanal haline gelmesiyle sonuçlandı. Şimdi Suriye'de Batı'nın insancıllığının mirasını bir kez daha görüyoruz. Yıllarca süren bir vekalet savaşı ve Batı'nın yaptırım rejimi ile zayıflatılan Şam, artık yetkilerinden herhangi birini muhaliflerine devretme riskini göze alamayacak kadar kırılgan ve korkak.

Şimdi de depremden dolayı acı çekecek olanlar ise Washington'daki, Avrupa'nın başkentlerindeki veya Şam'daki hükümetler değil Batı'nın kurtarmak istediğini iddia ettiği insanlar sıradan Suriyeliler olacak.

Middle East Eye'dan çeviren Umut Deniz AYDIN