Tunus’ta başlayan isyan dalgası Mısır’a, belki de Yemen’e vardı.

Tunus’ta başlayan isyan dalgası Mısır’a, belki de Yemen’e vardı. 10 Milyon Tunuslunun 30 yıldır sadece cebini dolduran Bin Ali’yi def etmesi üzerine AB ülkeleri birden bire eski Tunus devlet başkanını Avrupa’nın istenmeyen adamı ilan ettiler. Hatta Dışişleri bakanları toplantısında, AB üye ülkelerinde “Bin Ali klanı”na ait tüm menkul ve gayrımenkul mallara el konulması bile kararlaştırmıştı. Geçtiğimiz haftalarda Avrupa’nın, özellikle de Fransa’nın Tunus’taki halk başkaldırısı konusundaki tutuk tepkisini eleştirmiştik. Şimdilerde belini doğrultmaya çalışan Fransız diplomasisi, “yanlış tavır aldık” deme dürüstlüğünü gösterse bile, isyan dalgasının Arap dünyasında ulaştığı ve ulaşacağı boyutlar karşısında endişesini gizleyemiyor.

29 Ocak Cumartesi günü AB’nin üç neoliberal lideri, Sarkozy, Merkel ve Cameron Mısır’daki olaylar karşısında ortak bir açıklamayla tavır birliği yaptılar. Tavır birliği diyorsak, ülkeyi sertliği dillere destan bir polis gücü sayesinde, demir pençesiyle yöneten Hüsnü Mübarek’in Mısır’ındaki olaylar karşısında üç liderin açıklaması, yine buraların tabiriyle “tahta dil” söylemi, yani içi boş ve anlamdan arınmış genel lafların ötesine geçemiyor. “Aman sokaktaki halkı şiddetle bastırmayın, hemen demokratik önlemler alın, sayın müttefik Mübarek” söyleminin benzeri ABD’den geliyor. Yılda 2 Milyar dolar askeri yardım yaptığı ve böylece İsrail’in “büyük Arap müttefiği”ne dönüşen Mübarek’in gitmesini istemediğini açık olarak beyan edemeyerek, Orta Doğu politikasında panik yaratacak bir çalkalanmadan korktuklarını kabul etmiş olmuyor mu?

Batılı liderler, yıllardır Arap dünyasına “statüko eşittir istikrar” diye yaklaşarak, buralarda giderek yoksullaşan, bastırılmış, ifade özgürlüğü ve demokratik hakları polis, bazen de polis + ordu bileşkesiyle susturulmuş bir halkın olduğunu unuttular. Aynı AB yöneticileri, 2010 yılında Tunus’a ticari ayrıcalıklar sağlayacak “ilerlemiş adaylık” tanımak için Bin Ali yönetimiyle masaya oturmamışlar mıydı?

Batı’nın bir yandan demokrasi dersleri vermesi, diğer yandan yıllardır beslediği Arap totaliter rejim ağalarının gidişinden liberal denklemlerin bozulmasından korktuğu için isyancılara ve demokratik değişime açıkça destek çıkmamaları, olsa olsa bir “Batı klasiği” nitelenebilir.

Sömürgecilikten kurtuluşu imzalayan Arap liderlerinin aksine (Bumedyen, Burgiba ...) Batının desteklediği son 30 yılın devlet başkanları ve destekleyicilerinin tek amacı, keseyi mümkün olduğunca doldurmaktı.  Üstelik aynı yöneticiler, halk ile dalga geçercesine kendilerinden sonra sülalelerini yerleştirmek için tüm hazırlıkları yapıyor, Batı da buna göz yummuyor muydu? Sonuçta birçok Arap ülkesinin, vahşi pazar ekonomisinin orta çağlardan kalma bir despotlukla yönetildiği diyarlar haline gelmesinden Batı dünyası da sorumlu değil mi? Tüm bu soruların yanıtını çok kısa vadede alacak değiliz. Zira Tunus Mısır değil, ve Yemen’e de benzemiyor. Tunuslular “devrim” yaparak Bin Ali’den kurtuldu evet, ancak oluşan siyasi boşluğu kapatmak için bir an önce kolları sıvamazsa, ayaklanmanın sonu siyasi krizle bitebilir. Tunus devriminde laik güçlerin etkisi hissedilirken, Mısır’da durum çok daha karışık. Bugünlerde sokaklar çember sakallılar, eski solcular, demokrasi militanlarını yanyana getirebiliyorsa, yarın Nobel Barış ödüllü Mohammed El Baradei’nin nasıl bir koalisyon oluşturacağı belli değil. Arkasında belli bir siyasi destek grubunun olmaması gerçekten “temiz” ve eski yönetimle ilgisi olmadığına işaret olduğu için avantaj, ama devlet yönetmek için büyük bir eksik. Ancak Mısır’daki en büyük muhalefet gücü olan Müslüman Kardeşler’i iktidar denklemine dahil etmek istemesi normal. Zira son yıllarda bu ülkelerde otoriter rejimlerin karşısında ciddi muhalefet gösterilebilen İslamcı hareketlerdi. Ama otuz yıldır İslamcıların isteyip de yapamadığını Tunus’ta olduğu gibi Mısır’daki isyancılar başardı. Bize de demokrasi ve toplumsal adalet isteğinin, İslamcılık ve Arap milliyetçiliğinin önüne geçmesini ümit etmek kalıyor.